19 Ağustos 2020 Çarşamba

HALUK DURSUN

                                               
Biyoğrafi-3 : HALUK DURSUN'UN ARDINDAN
                                                                        *Rifat GÜNDAY

2019 yılının 19 Ağustosunda Erciş’te ani bir trafik kazasıyla kaybettiğimiz Prof.Dr.ahmet Haluk Dursun hoca –tam da Anadolu’nın fethinin öncü hareketi Malazagirt zaferinin anma töreni hazırlıklarını yaparken- 16.Aralık. 1957 yılında Hereke’de doğdu.İlkokulu Hereke’de tarihi bir taş mektep’te okudu.Bu okul sonradan onun Medeniyete ilgisinin kaynağı olacaktı.Sonra İstanbul’a gelerek Galatasaray Lisesine başlar.Hayatında önemli bir yere sahip olacak Bu okulu ,kendini anlatırken “Gönlümün tek sarayı “ olarak nitelendirecek,doğal bir sonucu olarak da bu saray’ın bulunduğu Boğaziçi kültürü yani eski İstanbul kültürü’dür.
Haluk Dursun Hoca ,Galatasaray Lisesinde okurken , Fethi Gemuhluoğlu’nu ziyaret etmek fırsatını bulur.Bu tesadüf ün neticesinde Fethi Bey’e tarihçi olmak istediğini söyler. Fethi Bey ona Suriye üzerine çalışmasını söyler ve ilginç bir cümle ile bunu izah eder. “Evvel-i fitne Şam, âhir-i fitne Şam” diyerek Suriye’de tarihi-coğrafi sahayı incelemesini ister. Haluk Dursun , amacına inanmış bir genç olarak Üniversite’nin yolunu tutar. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sonçağ ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Bölümü'nden mezun oldu. Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü'nde "İslam Amme Hukukunda Hükümet Anlayışı" konusunda yüksek lisans, "II. Abdülhamit Döneminde Akabe'de Osmanlı-İngiliz Rekabeti" konusunda da doktora teziyle de akademik hayatına 1982 yılında Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi'ne araştırma görevlisi olarak başladı. Daha sonra öğretim görevlisi ve yardımcı doçent oldu. Atatürk Eğitim Fakültesi ve Fen Edebiyat Fakültesi'nde Akademik Kurul ve Yönetim Kurulu Üyeliği yaptı.

HALUK DURSUN’UN KAMU GÖREVLERİ
Akademik çalışmaları dışında kamusal alanda da faaliyetleri oldu. İBB Kültür A.Ş. Genel Müdür Danışmanı oldu. Miniatürk Projesi'nin hazırlanmasına katkıda bulundu.
İçişleri Bakanlığı'nca Türkiye Turing Otomobil Kurumunun Yönetim Kurulu Üyeliğine atandı. 2005/2006 tarihlerinde Başkan Vekilliği yaptı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın talebiyle Ayasofya Müzesi Başkanlığı görevini yürüttü.
2007 yılında kısa bir dönem İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü yaptı. 2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul’da Danışma Kurulu ve Yürütme Kurulu görevlerinde bulundu.
Tarih ve İslam Araştırmaları Vakfı ve Türbeler, Çeşmeler, Taşınır, Taşınmaz Kültür Varlıkları Koruma ve Yaşatma Derneği Yönetim Kurulu Üyeliği yapmaktadır.
2007 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye’sinin Haliç Kültür Gezilerini gerçekleştirdi.
Haluk Dursun birçok çeşitli görevlerde bulunduktan sonra , Kültür ve Turizm Bakanlığı Bakan Yardımcılığı görevindeyken vefat etti.

HALUK DURSUN HOCA’NIN MEDENİYET TASAVVURU
Haluk Dursun Hoca , Boğaziçi Yıllarında edindiği Boğaz rehberliği deneyiminden yola çıkarak ; Eman Tur ve TURİNG Kurumu adına “Mustafa Kemal’in Rumeli’si” ve “Üç Dinin Kavşağında Kudüs” başta olmak üzere Osmanlı coğrafyasına kültür gezileri düzenledi.
Değişik gazetelerde “Kültür Sanat Yazıları”, Televizyonlarda “Kültür Sanat Programları” hazırladı. Eylül 2005 tarihinden itibaren TRT 2'de yayınlanan “Tarih ve Mekan” programını hazırlayıp sundu.
Haluk Dursun kendine saha olarak Coğrafya ‘yı yani Yeryüzünü seçmişti.Önce Coğrafya sonra memleket demek istiyordu..İbni Haldun’u doğrularcasına ; “”Coğrafya Bir kaderdir “” sözü gereği dünyada en çok ve farklı coğrafyalara(3 eski Kıta) yayılmış bir milletin çocukları olarak ,Coğrafyadan Vatan a ulaşır ve Vatanı da Kültür ,Medeniyet ve Edebiyatla donatılmış olarak bize sunardı.Hayatını özetlerken belirttiğim gibi Daha Lise yıllarında aldığı ilk ödev Suriye idi ve ilk fırsatta soluğu Şam’da alarak işe koyulmuştu.Türkiye dışına gezilere çıktıkça Dışarıda Türkiye’den daha büyük bir coğrafyamız olduğunu bizzat gördü.Elbette bu coğrafya da Medeniyetimizin izlerini görmüştü.(Sonradan bu gördüklerini ölmez eserler olarak meydana getirecekti.) Önce Tuna coğrafyasından işe başladı ve konuda epey çalıştıktan sonra “Tuna Güzellemesini “ meydana getirdi.Haluk Dursun hoca Prizrenli Aşık Çelebi'nin (1515-1572) muhteşem bir Tuna şiiri’nin beyti ile eserini özetler :
"Kişver-i kafirden iman ehline akıp gelir - Kıbleye tutmuş yüzünü bir müselmandır Tuna" (Tuna yüzünü kıbleye çevirmiş bir müslüman gibi, kafir ülkelerinden müslüman memleketine akıp gelir.)
Bir zamanlar Osmanlı’nın hüküm sürdüğü ülkeleri Rumeli’de ; Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan, Bosna-Hersek, Macaristan, Romanya... Afrika'da; Tunus, Cezayir, Libya, Mısır... Batı Asya’da Suriye, Irak, Lübnan, İsrail, Ürdün ,Kırım, Gürcistan, Azerbaycan... “Osmanlı Coğrafyasına Yolculuk “ adlı eserinde Osmanlı eserlerini, atalarımızın geride bıraktıklarını, üç kıtanın değişik yerlerinde unutulanları bize hatırlatıyor.
Üç Kıtaya yayılan Cihan-şümul Osmanlı Coğrafyasında Kültür eserlerini anlatmaya çalıştığı “Nil’den Tuna’ya Osmanlı Yazıları “ eserini “Bu kitabımın ismini koyarken Nil ve Tuna’yı seçtim. Nil Nehri alsın bizi Afrika’nın derinliklerine kadar götürsün, oradan Kuzey Afrika’ya getirip Akdeniz’de dinlendirsin diye. Karşısına Tuna’yı kondurdum. Avrupa’nın Alaman Dağları’ndan kopsun gelsin, bütün Balkanlar’ı geride bırakarak Karadeniz’e, oradan Boğaziçi yoluyla Akdeniz sularında Nil’le kavuşsun diye.-A.Haluk Dursun”
“Dicle ’nin ,Murat’ın , Karasu'nun, Zap Suyu'nun, Aras'ın kuzularına sahip çıkmak”
Ahmet Haluk Dursun Hoca bir kaç sene önce Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesinde konuşma yaparken yaşadığı bir anısına binaen duygularını şöyle açıklıyordu ;
“Genç bir kız öğrenci söz istedi ama muhalefet dozu yüksek heyecanlı bir şekilde, ‘Sizin burada ne işiniz var? Ben sizin yaptığınız çalışmalara baktım, siz Tuna tarihçisisiniz, sizin hayatınız Tuna’yla geçmiş. İkinci kitabınız da Nil. Nil’le ilgili de çalışmışsınız. Sizin hayatınızda Dicle yok. Siz Dicle’siz bir tarihçisiniz, o yüzden sizin burada bulunmaya hakkınız yok, konuşmaya hiç hakkınız yok’ dedi. Bütün akademik unvanlar bir tarafa gidiyor tabii.
‘Tamam, bir dakika haklısın ama biraz dinle. Konuşmayı nerede yapıyoruz? Dicle Üniversitesinde yapıyoruz. Kampüsün içerisinden Dicle geçer. Ben buraya nereden geldim? Cizre’den geldim, Cizre tam bir şehirdir ve tam bir Dicle şehridir. Bir gün önce de Hasankeyf’te idim. Batman, oradan da yine Dicle gelir. Demek ki gözümüz Dicle’de ama gönlümüz de Tuna’da. Bunda da bir zarar yok günah yok ama haklısın bu bir gecikme, bu bir tehir. Zaten her işin, her vazifenin rehine bırakılmış bir vakti vardır. ‘Vakti şerif’ denir zaten ona. İşte o vakti şerif gelmiş ben Dicle’de sizle bugün beraberim.’ dedim. Sonra gösterdim, gençlerin hepsi zaten aynı frekans gençler. ‘Siz Dicle’nin kuzularısınız ve siz Dicle’nin kuzuları bize emanetsiniz. Haklısınız geç kaldık bu emanete sahip olmakta ama bundan sonra sizinle hep beraber olacağız ve bu bölgede Dicle’nin, Murat’ın, Karasu’nun, Zap Suyu’nun, Aras’ın kuzularını çakallara kaptırmayacağız.’ dedim. Çakallara kaptırmamak için onlarla hemhal olmak, hemdert olmak ve beraber olmak lazım. “
Haluk Dursun, Hoca Tarihçilik anlayışına kuru tarih yerine Coğrafyayla Kültürle, Edebiyatla , Sanatla ve maneviyatla vücuda gelmiş , yani İslam’la yoğrulmuş ,Türk Medeniyetini ortaya koymuştu.Onun anlatımıyla Malazgirt, Çanakkale, Sakarya ve Sarıkamış’ı hatırlamadan tarihin doğru dürüst yorumlanamayacağına vurgu yaparak, "Muş’ta ve diğer bütün bölge üniversiteleri gezip dolaştıktan sonra o kızın bana 'Ne işin var senin burada?' deyip o dersi verdikten sonra ders aldım yani ondan. Geri kalan kısmını hep bu bölgede geçirdim. Tamamıyla Ankara’nın doğusunda yani özellikle bu Dicle, Fırat, Zap üçlüsünün olduğu yerlerde geçiriyorum." Demiştir Gerçekte vasiyet gibi bir son konuşma bıraktı.Bize düşen onun kaldığı yerden yürümektir…

GÖÇER OLDUM....
Millet yaz gelince sahillere koşar, ısınan tuzlu deniz sularına kendisini atar, bende ise tam tersi olur.
Soğuk kaynaklardan çıkan tatlı akarsuların peşine düşerim..
Köpük köpük çağlayarak akan ak sulara (Kanispi) bayılırım.
Mümkün olduğunca yükseklere, dağlara çıkmak, yaylaklarda dolaşmak isterim.
Koyun sürülerinin meralara yayılmasını seyretmek ve kekliklerin seke seke, pır pır ederek kaçışmasını izlemek beni çok mutlu eder...
Bazen ırmaklara takılır, akışta demetlenmiş büyük küçük kainat diyerek ben de hayatım gibi akar giderim.
İspir’de Çoruh, Yedisu’da Peri Suyu, Edremit’de Şamran, Köprüköy’de Aras, Bahçesaray’da Müküs beni peşinden sürükler...
Bir süredir Şırnak, Siirt, Batman, Bingöl, Van, Erzurum taraflarındayım.
Çobanların arasına karıştım...
Hep beraber bir yayladan diğerine göçüyoruz...
Göçtü kervan kaldık dağlar başında diyecek halimiz yok...
Zamanı gelince bu dünyadan biz de göçeriz...
Gele bir devr, bu Haluk’u yad eyleyeler,
Ahbap fırsatı sohbeti ganimet bilsin...
25 Temmuz 2019 –A.Haluk Dursun
Halûk Dursun'un eserleri :
· İstanbul'da Yaşama Sanatı (İstanbul, Ötüken Neşriyat, 1999 (1. baskı)- Timaş Yayınları, 2010, (10. baskı),
· Nil'den Tuna'ya Osmanlı Yazıları (İstanbul, Ötüken Neşriyat, 2000, (1. baskı)- Timaş Yayınları, 2009, (5. baskı),
· Tuna Güzellemesi (İstanbul, Kubbealtı Yayınevi, 2004, (1. baskı), 2007- (2. baskı),
- Osmanlı Coğrafyası'na Yolculuk (İstanbul, Timaş Yayınları, 2007, (1. baskı), 2007- (2. baskı),
· Boğaziçi'nde Kırk Yılım (İstanbul, Heyamola Yayınları, 2009, (1. baskı), 2010- (2. baskı),
· Ayasofya Müzesi Kültür Envanteri (İstanbul,Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2011
 -İstanbul: Şehir ve Kültür” (İstanbul, Profil Yayınları, 2011).
· İncir Çekirdeği: Hereke’den Çıktım Yola”, İL: TİMAŞ YAYINLARI
*Rifat GÜNDAY
Eğitimci, Araştırmacı ve Tarih Öğretmeni 

                                                                                    



8 Ağustos 2020 Cumartesi

BEYRUT


Tarihimiz ve Olaylar -9 : Cebel-i Lübnan’dan Beyrut’a

                                                                      Rifat GÜNDAY *
“Beyrut, dünyanın sevgilisi

Kim aldı yakut taşlı bileziklerini

Efsunlu mührünü kim haczetti

Kim kesti altın beliklerini” …. Nizar KABBANİ
Beyrut ‘un yer aldığı bugünkü LÜBNAN : Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferiyle Osmanlı İdaresine girdi(Ekim/1516) Önceleri Sayda Vilayetine bağlıyken sonraki düzenlemeler de TrablusŞam Vilayetine bağlandı.Orta Doğuda’ki Osmanlı Topraklarına ilk istila girişimi Nopolyan Bonapart döneminde Fransa yapmıştır..Kahire’yi ele geçiren Napolyon Sayda Limanına yönelerek Akka kalesine saldırdı , ancak bu saldırısı Cezar Ahmet Paşa tarafından püskürtüldü ve Napolyon ülkesine eli boş ancak dönebilmişti(1799). Osmanlı İdaresi 1845 Lübnan isyanlarında Avrupa Devletlerinin baskısıyla Cebel-i Lübnan’a kısmi özerklik vererek müstakil Sancak haline gelmiştir.(1864) Artık bundan sonra Lübnan’da İngiliz,Fransız ve Çarlık Rusya’sının etkileri görülecektir. 20 yüzyılda Osmanlı Ortadoğusunda Batı etkilerinin  en yoğun şekilde görüldüğü şehir olan Beyrut, aynı zamanda siyasî , dini ve ekonomik örgütlenmelerinin merkezi olmuş, Beyrut Limanı da Doğu Akdenizin en işlek limanı haline gelmiştir.Bir örnek vermek gerekirse de : Beyrut merkezli olmak üzere Bölgenin Ermeni Nüfusunun Protestanlarını ; Amerika ve İngiltere , Ortadokslarını ; Çarlık Rusya’sı , Katoliklerinin koruyuculuğunu da Fransa üstlenecekti.(Sonraları bu şablon Doğu Anadolu ve Kafkasya’da uygulanacaktır.) Her şeye rağmen Osmanlı bu bölgeden Hicaz demiryolu’nu geçirerek büyük bir yatırım yapmış ve Beyrut Tren istasyonunu yapmıştı. (1895) Ayrıca yine 2.Abdülhamit döneminde Osmanlı Devletinin ilk engelli okulu olan “Beyrut Körler Okulu” burada açılmıştı.(1892).Aslında Orta Doğu’ya esas stratejik hamle İngilizlerden geldi , bir şekilde Osmanlı zaaflarından yararlanarak Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın ‘da Osmanlıya isyanlarının da olumsuz etkileriyle önce Mısır’a bir tür özerklikle Osmanlıyla bağlarını zayıflatacaklar sonrada fiilen saldırarak el koyacaklardır.(1882) İngilizlerin daha önceden gözlerine kestirdikleri bir diğer ülke Kuveyt’ti.Kuveyt özerk yönetimi İngilizlerle gizli bir anlaşma yaparak İngiliz himayesine girmişti(1799). Böylelikle İngilizler Arap Yarımadasını doğudan ve Batıdan kuşatmaya başlayacaklardı.Sonraki hamle Güneyden Yemen üzerinden gelecek ancak bu sefer başarılı olamayacaklardı,Osmanlı Yemen İsyanını bastırmıştı)
Hicaz Demiryolunda Beyrut İstasyonu

Beyrut özelinde bu bölgenin Batı için önemi büyüktü ve bu sefer bölgeye eğitim yoluyla girerek ; Amerikan, Fransız ve İngiliz misyoner okullarını Zahle, Şam ve Halep’in yanında Beyrut’ta da Cizvit okulları ile Amerikan Protestan kolejleri açtılar (1831). Özellikle Beyrut’ta misyonerler tarafından açılan okullarda Arapça yerine Fransızca ve İngilizce eğitim yapılması, öğrencilerin dimağlarına Şarkı aşağılayıcı Batı fikirlerinin yerleşmesine ve bazılarının hıristiyan olmasına üstelik Osmanlı’ya karşı Arap milliyetçiliği fikirlerinin yerleşmesini sağladılar. Ancak Batının bu çabalarına karşın Bölgede açılan Askeri ve Mülkiye mektepleri sayesinde Türkçe bilen memur ve subaylarda Osmanlı hizmetine girerek hizmete devam ediyorlardı…
Beyrut Limanı Osmanlı Limanları içinde ;İzmir ve Selanik kadar önemliydi.İthalat ve İhracat kapısıydı.Nüfusu ise çok farklılık arz ediyordu :

                         1880 YILI BÖLGE ŞEHİRLERİNİN ERKEK NÜFUSU (18-50 YAŞ)

 

İSLAM

Rum-Ortodoks

Maruni

Rum-Katolik

Ermeni-Toplam

Musevi-Toplam

Süryani

Toplamı

BEYRUT  Sancağı

31.000

6.000

4.500

2.500

630

  3079

1591

TRABLUS   “

35.000

13.000

5.000

 

 

 

 

Akka            “

22.000

3.000

   700

 

 

 

 

Belka            “

53.000

1.000

 

 

 

 

 

Günümüzde ki Lübnan’da ise1932’den beri sayım yapılamadığından nüfus yapısında tahminler şöyledir
Halkın  %54'si Müslüman, %40.4'u Hristiyan, %5,6 i Dürzi olup 
Kökenleri de  %93 Arap %6 Ermeni %1 diğer topluluklardır.
Bu günkü Lübnan Anayasasına göre Cumhurbaşkanı Hristiyan , Başbakan Müslüman, olmak durumundadır.

1.Dünya savaşında , İngiliz ve Fransızlar yenilince yeniden Orta Doğu ‘ya yöneldiler.Yemen ‘i isyana kışkırtsalarda Yemen bu sefer İngilizlere kanmadı ve sonuna kadar Osmanlı’ya bağlı kaldı.Ancak Lübnan için için kaynatılırken Hicaz Eski Emiri Şerif Hüseyin Mekke’yi ele geçirdi(1916) ve İngiliz donanmasını bölgeye sokmayan müstahkem mevkili Akabe’ye saldırttılar ve ele geçirdiler.(1917). Böylelikle Yarımadadaki Türk birliklerinin bağlantıları koparılmak suretiyle : Hicaz Demiryolu hatlarının tahribi , Vur-Kaç ve Kuşatmalarla hırpaladılar.Bu arada Osmanlı idaresi Lübnan’daki özerk yönetime son verdi.Ancak Başarısız kanal harekatlarından sonra Taarruza geçen İngilizler Birüssebi(31 Ekim 1917) -3.Gazze (7 Kasım 1917) savaşlarını kazanarak Kudüs önlerine geldi. Neticede 9 Aralık 1917 günü Kudüs Mutasarrıfımız İzzet Bey, Belediye Başkanına bir teslim mektubu vererek şehirden ayrılmıştır(Yıldırım Orduları Grubu’nu yöneten Alman Mareşali Erich von Falkenhayn ‘ın talimatıyla) Bundan sonra Osmanlı Orduları Ürdün-Yafa hattını tutarken Batıdan Denizden ve güneyden İngiliz taarruzu olurken hattın doğusundan Şerif Hüseyin’in Çöl Kolordusu taarruz etti.(21 Eylül 1918). 4. ve 8.Ordularımız dağılırken ,sadece 7.Ordu imha olmaktan kurtularak bu günkü Suriye’de bulunan Afrin-Katma  hattında tutunmayı başarmıştı.

402 YIL SONRA OSMANLI  BEYRUT’TAN ÇEKİLİYOR….
Nablus savaşından sonra Beyrut’a ilk giren kuşkusuz Şerif Hüseyin’in Çöl Kolordusuydu.Böylece 402 yıllık Osmanlı İdaresi sona ermiş oldu. İngiliz ordusunun Anadolu’ya ilerlemesi üzerine İngiliz+Fransız ordusu 7/8 Ekim 1918 de Beyrut’u işgal etti.İşgalden hemen  önce  Mutasarrıfımız Mümtaz Bey  görevini yani Beyrut'u  ahaliden  Ömer'e bırakmıştı.Sonrasında kalan Osmanlı aileler de İstanbul yolunu tutmaya çalışıyor.Bu dönemi Falih Rıfkı Atay(Zeytindağı ) , Hüseyin Kazim Kadri Bey Hatıratında ve Riyad Sulh ‘dan hazin bir şekilde öğrenebiliyoruz.
20.YÜZYILDA BEYRUT 
20.Yüzyılda Lübnan 1943 yılına kadar Fransız Mandasında kaldı.1967 Arap-İsrail savaşından sonra ülkeye Filistinli göçmenler geldi.Bu durum ülkedeki Müslüman nüfusun artmasına neden olmuştur.1975 yılında Lübnan’da iç savaş başladı ve yıkıma uğradı.İç savaş yıllarında Suriye ordusu Lübnan’a girdi, 1978 ve 1982 yıllarında İsrail Lübnan’a girdi.Ancak Lübnan’da kaos hiçbir zaman bitmeyecektir.Lübnan’da iç savaşın temel güçleri İsrail, Suriye ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ‘dür. Sonradan Şii Milislerde bu denkleme dahil olacaklardır. Lübnan’ın karışık yapısındaki dış aktörlerin de destekleri şöyledir : Lübnan’da yaşayan Maruniler ve diğer Hristiyan gruplar, Batı ve İsrail ile iyi ilişkilerden yanayken,Müslümanlar kendi içlerinde ise mezhepsel duruşlar ve iç çatışmalar sergilediler.

Lübnan’ın bu karmaşık yapı seçim sistemine de yansımış durumdadır ve Buna göre cumhurbaşkanı ; Maruni Hristiyanlar arasından seçilirken, başbakan Sünni Müslümanlardan, meclis sözcüsü Şii Müslümanlardan, başbakan vekili ve meclis başkanı ise Rum Ortodokslardan seçiliyor. Meclisin 28 koltuğu Hristiyanlar ve Müslümanlar arasında eşit olarak dağılıyor. Cumhurbaşkanı meclise danışarak başbakanı atıyor.

Lübnan hem Arap Birliğine hem de Fransızca konuşan ülkeler birliğine de üyedir.

Beyrutlu Amin Maalouf'un Lübnan'ın ortaya çıkışını  : "... I. Dünya Savaş'ından sonra Osmanlı İmparatorluğu dağılmaya başladığı sırada, Maruni Kilisesi’nin liderleri kendi topraklarının Fransız mandası olması ve kendilerini evlerinde hissedebilecekleri yeni bir devletin sınırlarını Fransa’nın çizmesi için uğraşmışlardı. Bugünkü sınırları içindeki Lübnan böyle doğmuştu....” şeklinde özetlemesi aynı zamanda bu gün'kü tablonun sebebidir.

Son Yıllarda Lübnan’daki dikkat çeken olayları :

-1983 Beyrut –ABD elçiliğne saldırı

-1987 Başbakan Reşid Kerami’nin öldürülmesi

-2005 Başbakan Refik Harriri’nin öldürülmesi

-2006 İsrail’in 34 günlük Genel Saldırısı

-2007 Filistin Kampı Nahr El Bared’de Lübnan ordusunun saldırısı ve genel çatışma …. 
SONUÇ : 5 ağustos 2020 Tarihli Beyrut Limanı saldırısını : içeriden mi -dışarıdan mı ,askeri muhimmatın depolanması –havai fişekelerin bulunması yönünden elbette Stratejistler değerlendirecektir.Ancak Tarihsel olarak geçmişten günümüze baktığımızda mevcut yapıdan faydalanabilecekleri- konulardan Orta Doğu denklemine yeni bir parantez açılmış olduğunu anlamamız mümkündür.

Bunlar :
-Beyrut Limanının devre dışı bırakılması( Bu durumdan Hayfa Limanı yararlanacaktır)

- Lübnan’ın artık işlevini tamamladığı varsayılarak rolünün İsrail’e verilmesi yani Lübnan’ı devre dışı bırakarak Doğu Akdenizin tam kontrol altına alınmak istenmesini akla gelmektedir.
 
Şark’ın Paris’ini kuruyoruz diye çıkılan yolda ; Osmanlı Sonrası tam bir Yap-Boz ‘a dönen Lübnan Dost-Düşman belirsiz bir ortamda kendini Beyrut'ta yeni bir kan ve ateş deryasının içinde buldu.

*Rifat GÜNDAY
Eğitimci ,Araştırmacı ve Tarih Öğretmeni
Kaynaklar :
1-İlber Ortaylı ,19.y.y. sonunda Suriye ve Lübnan üzerinde bazı notlar
2-Ekrem Buğra Ekinci, Lübnan'ın esas Teşkilat Tarihçesi 
3-TDV-İslam ansiklopedisi
4-Amin Maalouf, Yaralı Kimlikler
5-Rifat Günday, http://rifatgunday.blogspot.com/2017/10/kudus.html
                          http://rifatgunday.blogspot.com/2018/02/idadi.html