23 Aralık 2023 Cumartesi

CUMHURİYETİMİZİN YÜZÜNCÜ YILI

CUMHURİYETİMİZİN 100.YILI 

*Rifat GÜNDAY

Türk Milleti, Balkan ve Trablusgarp savaşları (1911-13) , Birinci Dünya Savaşları (1914-1918) ardından Millî Mücadele ‘nin yeniden diriliş ve bağımsızlık savaşıyla(1919-1922) hatıralarda “10 yıllık savaş” olarak nitelendirilen varını- yoğunu ortaya dökerek yaşamıştır. İşgale uğrayan İstanbul’dan(13 Kasım 1918) hareket eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 9. Ordu Müfettişi olarak Samsun’a çıkarak(19 Mayıs 1919),Amasya Genelgesini yayınlayıp Erzurum ve Sivas Kongreleriyle Millî Mücadelenin ana hatlarını belirleyip TBMM’nin açılmasıyla da (23 Nisan 1920) vatan savunmasını başlatmıştır.Kazim Karabekir Paşa’nın Doğu Cephe harekatlarıyla Doğu vilayetlerimizin kurtarılması ,Başkomutan Gazi Paşa’nın komutanlığında Sakarya Muharebeleriyle Yunan saldırısının püskürtülmesi ve Güney doğu vilayetlerimizin Fransızlardan kurtarılmasının ardından Türk ordusu, Büyük Taarruzla İzmir’in kurtuluşunu sağlandıktan (9 Eylül 1922) sonra kuzeye doğru harekete geçirilen 5.Süvari Kolordumuz Çanakkale boğazına gelerek ; İngilizlerin “Tarafsız Bölge” diye iddia ettiği bölgeye girerek ilerlemeye başladı.Güney Marmara’da ise en son Erdek’in kurtuluşunu gerçekleştiren Kocaeli Grubu birliklerimiz Kuzeye yönelerek İzmit –İstanbul yönünde İngiliz birliklerinin kapsısına dayandı. Gazi Paşa bu hareketeyle İstanbul için muharebeye hazırız mesajı vermişti.İtilaf Devletlerinin isteği üzerine Mudanya Mütarekesi imzalandı(11 Ekim 1922).Buna göre Trakya boşaltılarak TBMM hükümetine teslim edild, Uzun müzakerelerden sonra Lozan Barış antlaşması imzalanarak (24 Temmuz 1923) ,İstanbul’un tahliyesi gerçekleşti.Son işgal kuvveti de 4 Ekim 1923 de Dolmabahçe önünden ayrıldı.Böylece İstanbul kara kısmı boşalınca hareket için hazır-kıta bekleyen 3 .Kolordumuz İstanbul’a trenle hareket ederek 6 Ekim 1923 günü İstanbul’a girdi.1453’den beri görülmemiş bir zulüm ,baskı ve felaket yaşayan İstanbul 4 yıl 10 Ay 23 günlük esaretten sonra Kurtuluşa kavuştu( 16 Ekim 1923). Binlerce yıllık Türk tarihinin birikimi ve çağdaş gelişmelerin sentezinin bir sonucu olarak Millî Mücadele’nin Meclis Başkanı ve Başkumandanı Gazi Mustafa Kemal, Osmanlı Devleti’nin hayatiyetini kaybettiğinin kanaatiyle Cumhuriyete karar verilmiştir.(29 Ekim 1923) Buna göre : Anayasa’nın bazı maddelerinin değiştirilmesi için Millet Meclisi’nin 29 Ekim 1923’te kabul ettiği kanunun İlk maddesi “Hâkimiyet, bilâ kayd ü şart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müsteniddir. Türkiye Devleti’nin şekl-i hükümeti, Cumhuriyettir” hükmüyle Cumhuriyete kavuştuk.

    Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda ; “Kara Saban Tarımı” ve “Hastalıklı bir hayvancılık” , Gayri Müslimlerin ve yabancıların elindeki ticaret ve bankerlik , 3-5 atölyede sınırlı insan gücüne dayalı –neredeyse motoru hiç olmayan – atölyeler yani Milli bir ekonomisi olmayan , Devlet işlerini yürütecek teknik kadrolardan yoksun , eğitimsiz ve 3 milyonu bulaşıcı hastalıklarla boğuşan 12 milyonluk bir ülkeyi “10 yılık savaşın” sonunda devralan/ kurulan Türkiye Cumhuriyetinin 2. Yüzyılına adım atarken 100 yıllık başarı öyküsünü, kurucunun hayallerini ve bu yüzyıla devrolanların durumunu idrak etmeliyiz.
Cumhuriyetimizin en temel birinci özelliği Bağımsızlık ve Özgürlük olmuştur.Cumhuriyetimizin bize getirdikleri : Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk Bağımsızlığımıza çok önem vererek Devletimizin Millî bir dış politika izlemesini sağlamıştır.
    Lozan’dan sonra , harplerde en çok sıkıntısını çektiğimiz araç –gereç , lojistik ihtiyaçları kendimizin üretebilmesi için üretiminin temeli olan ağır sanayii de -ki Karabük Demir-Çelik'le dünyada 8.liğe çıkmışız- ki bu konuyla Atatürk bizzat ilgilenmiş Fabrikanın Ereğliye kurulup buranın Avrupa örnekleri gibi bir sanayi havzası olmasını istemekle birlikte güvenlik nedeniyle Askeri yetkililer fabrikayı Karabük olarak tesbit etmiş,Fabrika sahasının 100 km kadar iç kısımlara çekilmesi yüzünden yapım ve üretimi 3-5 yıl gecikmiş hem de inşa maliyetlerini artırmıştır.
    İkinci hamlemizle Savunma sanayinin temeli atılmış , Kırıkkale çelik ve muhimmat fabrikalarının ardından 1927 de Kayseri Uçak fabrikamız kurulmuştur.Çünkü üretime sahip olunmadan Bağımsızlık korunamazdı.Millî Ekonomiye temel olacak üçüncü hamleniz ise köylü -çiftçinin asırlardır çektiği sıkıntıları -başta Aşar vergisi- olmak üzere giderilmiş tarımsal üretim teşvik edilerek ,kurulan dokuma ve şeker sanayi tesisleriyle , tabii ki “Yerli Malları “ haftalarıyla yerli üretim seferberliği başlatılarak kalkınma azmimiz heyecan kazanmıştır. Bazı fabrikalar ise tarım ürünlerimizin takası yapılmak suretiyle kurulabilmiştir.Sonra kendi ülkemizin demiryollarında ve denizlerinde kendimiz taşıma yapamıyorduk çünkü kabotaj gibi kapitülasyonlar engel olduğundan bu uluslar arası sorun da aşılarak “Demir Ağlar “ dönemi başlatıldı
    Cumhuriyet siyaseten de Medeni hukukla Devletin Vatandaşlık tanımıyla hukuki hakları belirlenmiştir. Atatürk’ün, ¨Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.¨ sözü Anayasamızdaki T.C Vatandaşlığının tanımı olarak yer almıştır.
    Toplumsal hamlemizin en önemlisi de Millî Eğitim oldu ,bu sayede okuma - yazma ve okullaşma “millet mektepleri” adıyla köylere kadar yaygınlaştı.Köyde doğan bir çocuğun devlet okullarında okuyarak başarıyla hayata atılması gerçekleşti.Eğitim konusunda diğer projeler öğretmen yetiştirme temelli “ köy enstitüleri “ ile kırsalda hem eğitim hem de kalkınmanın pratikte uygulaması oldu.Türkiye Cumhuriyetinin Eğitimdeki en büyük projelerinden ilki yukarıda açıklanan “Öğretmen okulları “ diğeri ise “Maarif Kolejleri” olmuştur.
    Böylece Millet bağımsızlığımızın top yekün anahtarı ",kendi kendine yeten bir Türkiye" yaratılmıştır.Ama diğer ülkelerden en önce seçme-seçilme haklarıyla kadınlarımız Cumhuriyetin modern yüzünü oluşturmuştur.

8 Kasım 1934-Ankara Sergievi 
Lozan'dan sonraki Kazanımlarımız
*Boğazlar : Lozan’da aleyhimize sonuçlanan “Boğazlar Sözleşmesi” Millî Bağımsızlığımıza engel teşkil ediyor , Cumhurbaşkanı Atatürk’de buna bir çare arıyordu.Neticede Türkiye’nin bu konudaki sürekli talepleri ve 2.Dünya savaşının işaretlerinin görülmesiyle yapılan Montrö Sözleşmesiyle (20 Temmuz 1936) Boğazlar tamamen Türkiye Cumhuriyetinin kontrolüne geçmiş oldu.
*Hatay : Lozan ve Öncesinde –İstiklal harbinin zorlu koşullarında- imzalanan Ankara Antlaşmaları ile Hatay vilayeti Millî sınırlar dışında kalmıştı.Atatürk’ün “Hatay benim meselem “ dediği için bizzat ilgilenmiş 1937 antlaşmaları ile Hatay’a bağımsızlık kazandırılmasının ardından Fransızların Suriye’den ayrılma hazırlıkları esnasında hasta yatağından kalkarak Adana’ya gitmiş (19-24 Mayıs 1938) yığınak yaptırdığı askeri birliklere resmi geçit yaptırarak kararlığını ifade etmiştir.Böylece Türk ordusu Hatay’a girdi.(5 Temmuz 1938) Sonra Türkiye’nin iartlarını kabul eden Fransa ile imzalan 23 Haziran 1939 antlaşmasıyla Hatay’ Türkiye’ye bırakılmış, aynı gün Hatay Meclisi Türkiye’ye ilhak kararı almıştır. 7 Temmuz 1939 tarihinde çıkarılan “Hatay Vilayeti Kurulmasına Dair Kanun” ile de merkezi Antakya olmak üzere Hatay vilayeti kurulmuştur.
* “On yıllık savaşta” çok zarar görmemizden dolayı 2.dünya savaşına (1939-1945) Çok temkinli yaklaştık , savunma tedbirleri aldık , yiyecek stoku yaptık sonuçta Türkiye bu yıkımı ,işgali görmedi.Bana göre 2.dünya savaşında bulunmamak Türkiye’nin geleceği açısından çok önemli bir başarı olmuştur.
* Kıbrıs : Osmanlı Kıbrıs’ı 1878 tarihli 50 yıl süreli kiralama antlaşmasıyla Birleşik Krallık'a bırakmasından sonra , İngiltere 1914’te adayı ilhak etmiş ,Lozanda Kiralama olayı onaylanmıştı. Kiralama olayının dolmasında ve ardından 2. Dünya savaşından sonra ada Rumlar Yunanistan’a bağlanma girişimleri karşısında Kıbrıs Türk cemaatinin liderliğini yapan Fazıl Küçük ve yardımcısı Rauf Denktaş Ankara ile Dışişleri Bakanı Zorlu ile sürekli görüştüler. Fatin Rüştü Zorlu’nun önerisi ve Genelkurmay’ın onayıyla Kıbrıs’ta Türk Mukavemet Teşkilatı kuruldu. Diğer yandan İngiltere ve Yunanistan ile yapılan görüşmelerin ardından 1959/1960 “Londra- Zürih Antlaşması” anlaşmaları ile Türkiye öteki iki ülkeyle beraber “Garantör Ülke” statüsü kazanıyor, Kıbrıs Türkleri federatif esasa göre yapılan anayasa ile Rumlarla eşit haklara sahip Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu.(16 Ağustos 1960) 1974 de ki darbeyle Rumlar Kıbrıs'ı ele geçirmeye kalktılar.Bu oldu-bittiye seyirci kalmayan 37.Türk Hükumeti (Başbakan:Bülent Ecevit Devlet Bakanı ve Başbakan ,Yardımcısı:Necmettin Erbakan,Milli Savunma Bakanı:Hasan Esat Işık,Dışişleri Bakanı:Turan Güneş...) Kararıyla Genelkurmay Başkanı Org.Semih Sancar 20 Temmuz 1974'de Kıbrıs çıkarmasını gerçekleştirdi.Kıbrıs Türkleri KKTC olarak 15 Kasım 1983’de bağımsızlığını ilan etmiştir.
2.Yüzyılda Türkiye Cumhuriyetine bakış
    Hatay gibi Kerkük Türkleri için aynı kazanım sağlanamamış benzer şekilde Suriye’de devam etmekte ve alanda sorunlar devam etmektedir.Ege de tanımsız adalar ilgili Yunan tarafının zorlayıcı tutumları henüz sona ermemiştir.Cumhuriyet dönemi boyunca Kara sınırlarımızın korunması hep sorun teşkil etmiştir.
    Ekonomik olarak ta Karabük veya Ereğli’de tam bir sanayi havzası kurulamadığı gibi Divriği’nde yapılması düşünülen Demir-Çelik tesisleri inşa edilememiştir.(Demir filizleri Divriğinden Karabük’e taşınıyordu , trenler dönüşte Zonguldak’tan Divriği’ne kömür getirerek taşıma maliyeti dengelenecek hem de sanayi doğuya kaydırılmış olacaktı)Çiftçiye toprak sağlayacak Toprak reformu yapılamamış ki bu yüzden de arazi toplulaştırılması yapılamamıştır.Tarım için gelecekte en büyük tehlike hibrit tohumlar , ziraî ilaçlar ve kentlerin genişleyerek tarım alanlarını yutması olacaktır.
    Cumhuriyetin 100. Yılının sonunda nüfusumuz 100 yılda yüzde 570 oranında artarak 85 milyona , 1923’te 577 milyon dolar olan milli gelir 2023’te 1 trilyon doları; 45 dolar olan kişi başına milli gelir ise bu yıl 12 bin doları aşmıştır
    20.yüzyılda ,Türkiye Cumhuriyeti tarihte Türk adını ilk defa taşıyan Göktürk Devletinin kuruluşundan 1371 yıl sonra Millî adına , yine tarihte kurulan ilk Türk devleti Hun devletinin kuruluşundan 2143 yıllık Türk Devlet geleneğinin tezahürü olan Türkiye Cumhuriyetiyle “Vatan ve Millet “ kavramları vücut bulmuş ama daha da önemlisi halkımız için “kimsesizlerin kimsesi” olmuştur."Türkiye Cumhuriyeti İlelebed payidâr kalacaktır." Nice Yüzyıllara Türkiye Cumhuriyeti.
Rifat Günday
Başöğretmen-Tarih(E)
KAYNAKLAR : 
1- Nutuk 1-2-3 Gazi Mustafa Kemal Atatürk 
2-Türkiye Cumhuriyeti Tarihi 1-2-3 ATAM Yayınları
3-Cumhuriyet Döneminde Sanayileşme Faaliyetleri(1923-1950) Prof.Dr. Mehmet EVSİLE 
4-Cumhuriyetimizin 50.Yılı İstatistikleri (Kamu Kuruluşları)
    Makale Linki : Yazının ilk yayını Çınaraltı Dergisinin 2023/20 sayısında yayınlanmıştır.
EK : Cumhuriyetin İlk Döneminde Kurulan Sanayi Kuruluşlarının Listesi.




12 Aralık 2023 Salı

HALİDE EDİP ADIVAR'IN ESKİŞEHİR GÜNLERİ

   Tarihimiz ve Olaylar -14 : Halide Edip  Adıvar'ın Eskişehir Günleri                          

*Rifat GÜNDAY       

  HALİDE EDİPADIVARIN HAYATINDAN …

HALİDE EDİB ADIVAR, 1882’de İstanbul’da doğdu. Babası Ceyb-i Hümayun kâtiplerinden Mehmet Edib Bey'dir. Annesi Bedrifam Hamm'ı küçük yaşta kaybeden Halide Edib,Üsküdar  Amerikan Kız Koleji'ni bitiren ilk Türk kızıdır

1908 de Kadın hakları yazarlığa başladı 31 Mart Ayaklanması sırasında Mısıra kaçmak zorunda kaldı. 1909’ dan sonra öğretmenlik,müfettişlik yaptı. Balkan Savaşı yıllarında hastanelerde çalıştı. 1919’da Sultanahmet Meydanı’nda, İzmir’in işgalini protesto mitinginde tarihî  konuşmasını yaptı. İstanbul’un İşgalinden(16 Mart 1920)  Anadolu’ya geçerek Kurtuluş Savaşı’na katılmaya karar verdi.

Halide hanım 18 Mart 1920 günü eşi Adnan Bey’le birlikte Anadolu macerasına başlıyordu .Sirkeci’den vapura binerek Boğaziçinde toplarını İstanbula çevirmiş itilaf zırhlılarının yanından geçerek Üsküdara çıktılar.Maceralı bir yolculuktan sonra yolun kalan kısmını trenle Osmaneli-Geyve-Bilecik ‘den Eskişehire ulaştılar.Bu arada  bir yılı aşkın süredir Eskişehir’de bulunan İngiliz alayı Batı Cephesi komutanı Ali Fuat Paşa’nın( Cebesoy) baskısıyla Eskişehir’den uzaklaştırılmışsa da   Ankara’ya doğru Yunan ilerleyişi başlamak üzereydi. Normalde Eskişehir’de trenler uzun süre dururken ,bu sefer 2 dakika içinde Ankara’ya hareket etti.          2 Nisan akşamı Ankara’ya ulaştılar.İstasyonda kalabalık bir grup tarafından karşılandılar ve kendi deyimiyle “Millî hareketin  Kâbesi” dediği Ankara istasyonunda halka bir konuşma da yapmıştır. 

Ankara’da bir çiftlik evine yerleşen Adıvar’lar bu arada Kurtuluş Savaşının gün be gün izlemeye takip etmeye hatta katkıda bulunmaya başlamıştılar.Bu arada Haziran-1920 den itibaren Yunan saldırıları doğuya doğru artmaya başlamış ; Marmara’da Bandırma İzmit , Batı Anadolu’da Uşak işgal edilmiş , Yunan orduları iki koldan Afyon ve Bursa istikametine ilerlemeye başlamışlardı.Bursa’nın(8 Temmuz 1920) işgaliyle  Bursa’da bulunan Halide Hanım’ın babası ve kız kardeşi yollara düşmüş göç kafilesi ile Eskişehir’de bir okula yerleştirilmiş ,durumu haber alınca da Eskişehire hareket etmişlerdi.Halide hanım ve eşi Dr.Adnan Bey Eskişehir’e gelerek onları Antalya ‘ya doğru yola çıkarmışlar ,böylece Halide Hanım Eskişehir’i yakından ilk defa görmüş oluyordu. O yıllarda  Eskişehir eski  ve yeni  adıyla iki kesimden oluşuyordu.Eski kesim tarihi  Odun pazarında , yenisi ise istasyon merkezli idi .Eskişehire demiryolu geldikten sonra(1892) hızla nüfusu artarak 60.000’den 150.000’i aşmıştı(1914 )   İstasyon çevresinde  yaşayan çoğunluğunu yabancılar ve Müslüman olmayan Osmanlı vatandaşlarının sayısı da 7.000’i aşmış  , kiliseleri(sayısı 3 ) okulların(6 okul ) bulunduğu oteller, küçük atölye ve imalathaneler  ,değirmenler ile Bağdat demiryolunun lojistik mekezinin (Sonradan Tülomsaş’a dönüşecek) yer aldığı yeni Eskişehir oluşmuştu.Türklerin yani eski bölgede  geleneksel küçük esnaflar ile yeni bölgeye doğru yayılan  10 cıvarı  okul bulunuyordu.Halide hanım bu ikinci Eskişehir ziyaretinden sonra Ankara’ya dönünce (Trenle 10 saat sürüyordu) bir sürprizle karşılaşmış ,Çifteler hara’sının(Çiftlikat-ı Hümayun) atlarının kendi çiftlik evine taşındığını görünce küçük bir eve taşınmak zorunda kalmıştı.Bütün bu hadiselerden artık düzenli ordu’nun kurulma zamanının geldiği yüksek sesle seslendirilmeye başlamıştı.Neticede TBMM kararıyla düzenli ordu kurulmuş ve Batı Cephesinin kuzey kanadına Miralay İsmet bey(Albay İnönü), Batı Cephesi Güney kanadına da Miralay Refet bey(Albay Bele) atanmışlardı.(9 Kasım 1920)Ancak Bu sefer de İngiliz destekli Yunanlılar ileri harekatlarını devam ettirerek 6-9 Ocak 1921 tarihlerinde İnönü mevzilerine taarruz ettiler.Taarruz püskürtüldü.Bu düzenli ordunun Batı cephesinde ilk zaferiydi.Ankara’da sonsuz bir sevinç yaşatmıştı.

Halide  hanım  gönüllü hastabakıcılarıyla(Ankara) 

Ankara’da  yeniden teşkilatlanmaya başlayan Hilal-ı  Ahmer Cemiyeti(Kızılay)  askerlere hediyeler vermek üzere Halide Edip’i cepheye gönderdi.Halide Edip arkadaşları ve bazı subaylarla trenle Eskişehire hareket etti.Eskişehire gelen Halide istasyon yakınında bulunan Madam Tadia Oteline yerleşti.(Subay arkadaşları ise karargaha yerleştirildi) ertesi gün arkadaşıyla birlikte Hilal-i Ahmer hastanesine gitti.Burada bahsedilen hastane  Odunpazarına yakın  şimdiki  2 Eylül caddesinde vilayet yakınında yer alan  ,Yurt Pasajının olduğu yerde kiliseden(Fransız Saint Augustin de I ’ Assomption rahiplerine aitti- ayrıca misyonerlik faaliyetleri için de sağlık hizmeti vermişlerdi)  hastaneye dönüştürülmüştü.Halide hanımın kaldığı Madam Tadia Oteli ise istasyona yakın  Çek asıllı Avusturya vatandaşı misafirperverliğiyle meşhur Tadia’nın  işlettiği Eskişehir’deki  iki otelden birisiydi. ( O yıllarda  trenler geceleyin sefer yapmaz yolcular geceyi bu otellerde geçirir ertesi gün yola devem ederlerdi)

Eskişehir eski istasyon binası ve istasyon caddesinde yer alan Madam Tadia oteli (1921)

Halide hanım  Hilal-ı  Ahmer hastanesinde doktorla programı hakkında konuştuktan sonra  önü ve arkası düğmeli  geniş etekli gri bir elbise giyerek , işe koyularak akşama kadar düzen-tertip üzerinde çalıştı. Akşam otele dönerken otelin mobilyaları üzerinde görüştü,ertesi gün yine Hilâl-ı Ahmer hastanesine giderek yaralılarla konuştu.Kendisi bu gördüklerini Türk ordusunun yeniden dirilişi olarak nitelemekte 6 ay öncesi duyduğu başı-bozuklukların artık geride kaldığını düşünüyordu.Öğle yemeğini artık Mirliva olan İsmet Paşa’nın karargahında(Batı Cephesi Karargahı) yeni.Karargâh (Karacaşehir köyünde)düzenine çabucak-memnuniyetle –göz attıktan sonra akşam yine otele döndü. Daha sonra Ankara’ya dönerek  Hilal-ı Ahmer  çalışmalarına katıldı.İstememesine rağmen Hilal-ı Ahmer reisliğine seçildi (10 Nisan 1921)ve Eskişehir Hilal-ı Ahmer hastanesine hastabakıcı olarak tayin olduğundan Mayıs(2021 )sonlarında tekrar Eskişehir’e geldi.2 Haziran günü istasyondan trenden hastabakıcı üniformasıyla inerek hastaneye yürüyerek  ulaştı ve  görevine başladı.Yeni saldırılara karşı çok sayıda hastabakıcıya ihtiyaç olacağından baş hemşire ile birlikte Eskişehir halkından gönüllü hastabakıcı toplamaya başladı.akşamları  Madam Tadia'nın odasında yatmadan kitap okur, şamdanı söndürmez, dinlenir bazen de yeni  romanını yazmaya çalışırdı(Ateşten Gömlek) sokaklarda ses şada yoktu. Haziranın dokuzuncu günü hastane tıklım- tıklım dolmuştu. Artık her odayı bir koğuş haline sokmak zorunda kalmışlardı. Yunanlılar 11 tümenle  büyük saldırıya başlamıştı.9 hazirana kadar sakin bir şekilde geçen hayatı birden sokakların artan askeri hareketliliğiyle heyecanlı  ve tedirgin edici bir hal alacaktı.Bu sefer öncekilere benzemeyen yoğunlukta her yerden göç kafileleri akmaya başlamıştı.

   Sevr’i  Ankara’ya kabul ettirmek için harekete geçen Yunan ordusu  yüz bini aşkın  ordusuyla ve  ağır  toplarıyla   saldırıyı başlamıştı.Türk ordusu da yeniden Fevzi Paşa(Çakmak) eliyle teşkilatlanarak İnönü mevzilerinin kuzeyinden bir yay gibi Afyon’a kadar  7  grup komutanlığıyla (Bir kaç tümenden oluşan Kolordu’dan daha küçük kuvvetler )batı cephesi savunma hattı oluşturulmuştu.Muharebelerin 13/14 Temmuz gecesinde 12.Grubun (Miralay Halit”Deli”) savunduğu Afyon’da “Kolonkaya ,Teperoğlan-Tavşan Tepe” hattına taarruz merkezi olarak başlattılar ve Miralay Halit kendinden 7 -8   kat daha büyük üstün Yunan Kuvvetlerine karşı mevzilerini   savundu , ancak  Yunan saldırılarının bu hatta  taarruzlarına  1,5 gün dayandıktan (vaktinde takviye kuvvetler  yetişemediğinden )sonra  Seyitgazi- Akin köyü hattına çekilmek zorunda kalmıştı.Yunan ordusu 15-16 Temmuz günü ise bu sefer 4.grubun bölgesi  Kütahya ‘da Yumrukçal-Nasulçal  tepelerine yine taarruz merkezi  olarak saldırdılar.Burayı savunan 4.Tümen komutanı  Yarbay Nazım karargâhıyla pusuya düşerek  yaralı olarak taşındığı Çöğürler Şht.Miralay Nazım istasyonunda şehit olur ve naaşı Eskişehir’e getirilir.Şehit Nazım Halide hanımın görevli olduğu hastanededir artık.

Halide hanımın  görev yaptığı  Hilal-Ahmer   hastanesi  ve Bu günkü rotası (Kroki)

“NAZIMA VEDASI”

Öğleden sonra, askerî  hastanenin doktoru  hastaları kaldırmakta olduklarını belirterek Nâzım'ı görüp -görmek istemediğini   söyleyerek ,  biraz sonra Ankara'ya götürecekler ve askerî törenle kaldıracaklar. Halide E.Adıvar  Eskişehir Hastanesinde geçen  Nazım’a vedasını  “Ateşten Gömlek “ romanında  şöyle anlatmaktadır: “..Şimdi, doktorun önümüzdeki camlı kapıya neden bu kadar hayretle baktığını ve niçin hastaneyi yoklamaya geldiğini sezdim. Ben onun daha önce içeriye girmesini söyledim. Ben kapıda bekleyecektim. Kapıyı itip, ayaklarının ucuna basa basa içeriye girdi. Minimini bir bölmede, üzerinde büyük bir bayrak örtülü olan Nâzım yatıyordu. .” “..Önce ellerine baktım. Herhangi çilli bir çocuk eli, uyuyan bir çocuk gibi göğsünün üstünde... Bu ellerin kurşunla oynamış olduğunu düşündüm. Elimi elinin üstüne koyarak, bir kardeşle veda eder gibi vedalaştım ve bayrağı üzerine çektim, sonra, yalnız kalmak ve hava almak istediğimden dışarı çıktım…”

             (Solda) Şht.Yb.Nazım   ve  TBMM Reisi  M.Kemal (Atatürk) ve Miralay Halit(Deli)

Kütahya güneyi muharebelerinde Türk Savunma hattının çökmesi üzerine Mustafa Kemal paşa 17 Temmuz sabahı Trenle Eskişehir’e geldi ve buradan cephe kumandanı İsmet Paşa’yla birlikte otomobil’le Karacaşehir köyünde(Osmanlı Devletinin ilan edildiği Karacahisar kalesinin aşağı kısmı)  bulunan Karargaha hareket etti.Halide Hanım anılarında bu karargahın  büyükçe bir bahçeye bakan odasında İsmet Paşayla yemek yediğini anlatır.Neticede Milli Mücadelenin devamı için ordumuzun doğuya çekilmesi gerekiyordu bunun içinde Kütahya’daki kuvvetlerimizin  geri çekilme yolunda  kuşatılmasını önlemek için Halit Bey grubunun ölümüne direnmesi gerekiyordu.

Halit Bey birlikleri Eskişehir doğusuna Seyitgazi Hattına çekildiler.Burada Akin köyü yakınlarındaki Kesenler deresi  mevkiinde yeniden mevzilenerek  tutunmaya çalışırken bir yandan da doğuya çekilen kuvvetlerimizi takip eden kuvvetli bir Yunan Kolunu(14.Piyade alayı ile Yunan süvari tugayını) emrindeki 8,11. ve 57.Tümen birlikleriyle Ilgaz Boğazı Muharebesinde  müthiş bir darbe vurarak epeyce hırpaladı. 19/20  Temmuz 1921

Halide hanım artık Eskişehir'den çekilmek komutunun   verildiğini öğrenmiştir

19 Temmuzda İnönü Mevzii Birlikleri Eskişehir’i kuzeyden savundu.Çekilme Kararına göre Eskişehir boşaltılacak ve takipçilerle arayı açarak Sakarya doğusuna çekilinecek, bu arada ordu yeniden tanzim edilerek yeniden muharebeye hazırlanılacaktı. Mustafa Kemal Paşa Seyitgazi'ye doğru ilerleyen ve tüm Batı Cephesi Kuvvetlerinin arkasını çevirmek isteyen düşmanın durdurulmasını 12'nci Grup Komutanı Albay Halit'ten istemiştir(emretmiştir.)

Alınan karar üzerine Eskişehir hükumet teşkilatı(Mutasarrıflık memurları)  da Mihalıççık’a taşınacaktı.Ancak bu durum orduda ve halkda Balkan bozgunu görüntüleri/durumları oluşturmuş , göç kafileleri Eskişehir’den ayrılmaya başlamışlardı.

  Halide hanım Madam Tadia'nın otelindeki odasına  gittiğinde karargâhtan bir haber geldi.Haber notunda  TBMM Reisi Mustafa Kemal (Atatürk) , Halide için harekete hazır bekleyen  trenin  vagonunda bir kompartıman ayırtmış olduğunu ve saat dokuz buçukta hareket edeceklerini yazıyordu. Bu arada oteldeyken şiddetli bir patlama ile bütün camlar kırılmaya başladı. Her yerden ateş ediliyor, sokaklarda ayak sesleri işitiliyordu. Sanki Yunan ordusu şehre  girmişti,. .Madam Tadia ise  binanın  arka taraflarına Yunan uçaklarının bomba attıklarını söyledi. Halide hanımın  en büyük kaygısı, istasyonda trene konmak üzere götürülen sedyelerin bir zarara uğrama ihtimaliyle birlikte birde götürülemeyecek kadar ağır olan yaralıların durumuydu. Ondan sonraki birkaç saat içinde havaya yansımış olan yenilmenin acısı son derecesini bulmuştu. Hava saldırısından yaralanan on iki kişiyi hastaneye  getirdiler.Halide’ye göre ;  Eskişehir’de her yer hastane olmuştu.Halide hemen  hastanesine gitti ,yaralıların  birkaçı çocuktu,acıdan bağırıyorlardı. Hastanede  trene konulacak olanların hepsini hazırladılar  kımıldamaları elde olmayanları(Çok ağır yaralı olanları)  bir Türk ve bir Musevî doktorun eline bırakıldı. Genç ve tecrubesiz  hastabakıcılar panik  halde hepsinin başı elleri arasında, kapılara dayanmışlar, ağlaşıp duruyorlardı. Halide hanımı taşıyan son trene İmalat-ı Harbiye’nin bütün makine ve ekipmanları  yüklenmiş ve tren hareket edince hatlar daha önceden yerleştirilmiş  tahrip kalıplarıyla imha edilmeye başlanmıştı.Bu arada Batı cephesi karargâhıda daha doğuya Ağapınar köyüne taşınmıştı.

Eskişehir halkının Ankara’ya trenle göç etmeleri 

20 Temmuz’da Seyitgazi’yi savunan kuvvetlerimizde burada tutunamayarak Derbent köyünde toplanmaya çalışılırken ,21 Temmuzda Kütahya ve İnönü’den   geri çekilen kuvvetlerimiz de Eskişehir’in kuzeyinde  olmak üzere  iki   hat halinde toplanmışken , Yunan ordusunun Türk ordusunun ikili hattına göre bir harekat tertip etmesinin  taarruz için elverişli olabileceğini değerlendiren Batı Cephesi Komutanlığı  bir anda  Yunanlılara karşı ani taarruz  başlattıysa da  (Muttalip ve Kanlıpınar muharebeleri) püskürtüldük.19 Temmuz ‘da Eskişehire girmiş olan  Yunan kuvvetleri ile  Seyitgazi istikametinden doğuya ilerleyen  Yunan kuvvetleri Kırkız dağında kuvvetli bir şekilde mevzilenerek  Türk ordusu kuşatılma tehlikesi yeniden kuşatılma tehlikesi belirmiş  -Geri çekiliş yolunun kesilmesi - 12.grup (Miralay Halit) son müdafaasını da Kırkız dağındaki Yunan kuvvetleriyle uzaktan  (Top atış menzilinin dışından) kontrollü geçiş  yaparak diğer kuvvetlerle birlikte. Mahmudiye- Çifteler hattına çekildiler.(23/24 Temmuz1921).


Böylece   13 temmuzda 12.Grubun savunduğu  Kolonkaya(Afyon) Yunan Saldırısıyla başlayan Afyon-Kütahya-Eskişehir Muharebeleri yine 12 Grubun son müdafaayı yaptığı yer olan Kırkız dağının doğusunda  23/24 Temmuz 1921’de son bulmuştur.Batı Cephesi Karargâhı da Ağapınar’dan –Kara Tokat’a (Türkmentokat) ve oradan da Sarıköy’e (Yunus Emre)taşınarak Sakarya boylarında yapılacak muharebelere karşı hazırlıklara başlandı.Ankara’ya ulaştıktan sonra Onbaşı rütbesini takarak  Sakarya muharebelerine  iştirak etmiştir.

Halide hanım Sakarya zaferinden(13 Eylül1921) sonra  muharebeyi kaybeden Yunan ordusunun geri çekilirken köylerde yaptığı mezalimi tesbit için  Tetkik-i Mezalim heyetinin başına getirilir.(Heyette yine kendisi gibi Romancı olan Yakup kadri Karaosmanoğlu ile Yusuf Akçura  ve bir binbaşı  yer almaktaydı)Heyet Haymana ovasını ,Polatlı ve Mihalıççık-Sivrihisar bölgesinin köylerini  tarayarak  fotoğraflayıp raporlarını hazırlamışlardır. Polatlı yakınlarındaki Üzümlü ve Çekirdeksiz köyleri en fazla vahşete uğrayan köylerdi. “Düşman çekilirken her şeyi öyle bir sistematik tarzda yok etmiş, öyle taş taş üstünde bırakmamıştı ki ilk bakışta buralarda bir zamanlar oturanlar var mıydı? diye insan şüpheye düşerdi diye..”  özetleyen Halide hanım bu görevini yaklaşık 4 ay sürdürmüş , bir seferinde Amerikan yardım kuruluşunda bulunan iki kadın misyoneri  (Miss Biling ve  Allen) birlikte Sivrihisar  Mülk , Oğlakçı , Hamamkarahisar , Günyüzü ,Gecek ,Koçaş ,Babadat  ve Demirci köylerine  götürerek   mezalimi birlikte fotoğraflamışlardır. Bu kapsamda Halide hanım Sivrihisar’ın  (7) köyünde tesbit yaparak raporlamıştır. Her iki çalışmadaki anlatımlar birbiriyle örtüşmektedir.

Tetkik-i Mezalim  Heyeti ; Halide Edip, Falih Rıfkı , Mehmet Asım Eskişehir-İzmit Yolunda(Ocak-1923)

26 Ağustos’la başlayan Büyük Taarruz’la neticelenen  9 Eylül 1922’de İzmir’in geri alınmasından sonra  yine Halide Edip başkanlığında, Yunan mezalimini  tetkik heyeti kurulmuştur. Bu heyette Halide Edip’in yanı sıra daha önce Sakarya’da birlikte çalıştığı Yakup Kadri Karaosmanoğlu  ,Falih Rıfkı Atay  ve Mehmet Asım  Us’ da  iştirak etmişlerdir.  Tetkik-i Mezalim Heyeti, İzmir’den başlayarak Menemen, Manisa, Salihli, Alaşehir, Kütahya, Eskişehir rotasıyla Bursa’ya kadar Yunanlıların 2 yıla yakın işgalde tuttuğu bölgeyi tarayarak 2. bir rapor hazırlamışlardır. Heyetin üzücü tesbitlerinden ;  “Yakılan evlerinin külleri arasında bulunan kadınlar,  çocuklar, diri diri yakılan insanlar…” mezalimin boyutunu  göstermektedir. Yukarıda açıklanan 4 yazarımız “İzmir’den Bursa’ya” adlı  ortak eserlerinde  gördüklerini, duyduklarını ve izlenimlerini  anlatmışlardır. (1922).Halide Edip Adıvar Milli Mücadelemizin aydınlık yüzü olmuş , bu vesileyle Cephe hattına yakın yerlerde görev almış ve Eskişehir’e 5-6 kez gelmiştir.

                                                                                             Rifat Günday 

                                                                                             Başöğretmen-Tarih(E)


KAYNAKLAR:

1-TÜRK İSTİKLAL HARBİ II. CİLT 4. KISIM  T.C. MSB-Genel Kurmay Başkanlığı

2-TÜRKÜN ATEŞLE İMTİHANI -Kurtuluş Savaşı Anıları- Halide Edip Adıvar

3-KÜTAHYA-ESKİŞEHİR Kurtuluş Savaşı’nın Unutulan Muharebeleri –Süleyman Duman



  Makale Yayın Linki :  https://www.kirmizilar.com/halide-edip-adivarin-eskisehir-gunleri/







 








21 Şubat 2023 Salı

Litvanya Türkleri


Gezi Yazısı-6 : Litvanya Türkleri
                                                                                    *Rifat GÜNDAY                            
        Letonya aktarmalı Litvanya’ya gitmek için havalanan THY uçağı tam kuzey yerine, hafifçe Ukrayna’nın batısına yönelip bir V çizerek (Rusya Ukrayna savaşının ateş hattından uzaklaşmak için) Liviv üstünden Baltık denizine yöneldi. Baltık denizine doğru alçalan uçağımızdan 11 sene önce gördüğüme benzer bir manzara ile karşılaştım. Akarsular, göller ve ormanla kaplı engebeli olmayan düz bir ova... Uçaktan inişe müteakip kısa bir Riga turundan sonra, ertesi gün Erasmus kapsamında TEAM projemiz için karayoluyla Litvanya’nın başkenti Vilnius’a hareket ettik.


Vilnus ‘u ikiye ayıran Neris nehri ve ev sahibi proje ortağı okulumuz
Vilnius, Litvanya’nın 3.başkanti. Bundan önce Trakai ve Kaunas şehirleri başkentlik yapmış. Litvanya halkı kendilerine Litvan diyor, dilleri de Litvanca. Vilnius’un ortasından Neris nehri akıyor. Nehrin yukarı kısmı eski şehir (Old City), aşağı kısmında ise yeni yapılar hızla yükseliyor.11 yıl öncesine göre oldukça kalkınmış, Rusça konuşanlar pek fazla görülmüyor ve en önemlisi tabelalardaki Kril yazıları ortadan kalkmış yerine Latin harfleri gelmiş. Bazı marketlerde Avro‘nun yanı sıra Rus Rublesi ile İngiliz Sterlini de geçiyor. Uzun süre SSCB egemenliğinde yaşayan ülke, 23 Ağustos 1989 tarihinde Baltıklarda Sovyetlere karşı başlatılan 600 km.lik “insan zinciri direnişi”nden sonra, 11 Mart 1990 tarihinde bağımsızlığını ilk ilan etmiştir. Litvanya’nın bağımsızlığını ilk tanıyan ülke de Türkiye Cumhuriyeti olmuştur. Bu arada hemen belirteyim ki " old city" de  dolaşırken hem elçiliğimizi hemde para müzesini görüyoruz.

Litvanya'nın en büyük nehri Neris Vilnius'u nerdeyse ikiye bölmüş  nehrin güneyi artık modern yapılarla gelişiyorken , güneyi ise "Eski şehir " oldukça korunmuş tarihi bir bölge halinde."Eski şehir" de Neris nehrinin kolu ve şehre adını veren  "Vilnia nehri"  de bu sefer tarihi bölgeyi kabaca doğu- batı   olarak ikiye ayırmış durumda.Vilnius geneli yeşillikler içinde güzel bir başkent görünümündedir.

                                   Vilnius-"Eski şehir" de şehre adını veren  Vilnia nehri ve şehrin kapısı
Başkent Vilnius’a geldiğimizin ertesi günü şehrin 30 km batısındaki Trakai şehrine gidiyoruz. Bu arada Erasmus projemiz TEAM’in temamız müzecilik üzerine olduğunu belirtelim. Trakai Kalesi ile şatosu(Büyük Dük Sarayı) Galves Gölü’nün üzerindeki küçük bir adada yer alıyor. Kale 14. yüzyılın sonu ile 15.yüzyılda inşa edilmiş. Ancak savaşlarda tahrip olduğundan Sovyetler zamanında yeniden inşa edilmiş iyi bir replika örneği. Trakai kalesinin içi aynı zamanda çeşitli müzelere de ev sahipliği yapmakta. Kale; Dük Şatosu, şapel, silahlar ve etnografik bölümlerden oluşuyor. Rehberimiz Vilnius eğitim departmanında görevli bir eğitimci. Gezimiz esnasında kalede Litvanya Türklerini anlatan bir bölümle karşılaşıyoruz. (Reyonun bir tarafı Kırım Türklerine, diğer tarafı ise Karay Türklerine ayrılmış)

Litvanya’ya Türk Göçleri
14.yüzyıl başında daha önceden Kırım’a yerleşmiş olan Karay Türkleri, burayı savunmak için (öncelikle Töton şövalyelerine karşı) Grandük Prens Vitold zamanında yerleştirilmiş.
 
 Galves Gölü ve Trakai Kalesi(Eski Başkant’te Dük Sarayı) ve 15.yüzyıl Litvanya Düklüğü haritası

Trakai Büyük Dük Şatosunda Litvanya Türklerine ait bölüm

Karay kafilelerinden oluşan Kıpçak Türkleri de buraya “Karailer/ Karaim” inançlı olarak yerleşmişler. Ancak zaman içinde burayı terk etmişler ve sayıları giderek azalmıştır. Mevcut bulunan Karay Türkleri, Türkçemizin Karay lehçesini çoktan unutmuş. Vilnius Eğitim görevlisinin ifadesiyle Trakai de 60 Karay yaşıyor, Litvanya’da toplam 300 aile kalabilmiş. Litvanya Karaylarından Kıpçak-Karay lehçesini sadece 30 yaşlı kişi konuşabiliyormuş. Karayların burada kasaba içinde Cami olarak (ancak İngilizce ifade edildi) fakat kendi dillerinde “Kenesa” ya da “Knessa” adını verdikleri ibadethaneleri tadilattaydı. Karaim müzesi de tadilattaydı. 11 yıl önceki Kenesayı ziyaretimden hatırladığım kadarıyla Ay Takvimi kullanıyorlar. Kıblesi vardı fakat Kudüs’e dönüktü. Abdest alıp namaz kılıyorlar ama kilise gibi sıra-masalarda namazlarını kılıyorlarmış.Minare yoktu, minber benzeri bir alan mevcuttu. Dua kitapları Karay lehçesiyle yazılmıştı. İbrani kökenli Rab yerine, Türkçe Tanrı (Tengri) kullanıyorlardı. Sonuçta Musevi olmadıklarını ifade etmişlerdi. Anlaşıldığı kadarıyla buraya gelirken Polonya’daki Musevilerden etkilenmişler ve buradaki Paganizm’den Hristiyanlığa geçiş dönemine tesadüf ettiklerinden Kenesa’ya sıra –masa aparatlarını eklemişler. Kırım Karaylarının kökeninin Hazar Türklerine dayandığı da söylenmektedir. Bu arada ünlü yazarımız Refik Halit Karay’ında bir Karay Türk’ü olduğunu hatırlatalım.

     Karaylarda  cami anlamında kullanılan “Kenesa” ve Karay Görevli (Trakai)
Kırım Tatar Türkleri, 14 ve 15.yy‘da Büyük Litvanya Dükalığı topraklarına prens Witold ve daha sonraları da Grandük Vytautas zamanında yerleşti. Yerleştikleri yerler arasında eski başkent Trakai’de bulunuyordu. (Ancak artık Trakai’de yaşamıyorlar.) Buraya yerleşen Kırım Tatarların askeri bir teşkilat içinde bulunarak (Tatar süvari alayları) Litvanya adına birçok savaşa da katıldıkları biliniyor. Litvanya tarihindeki geçiş dönemlerinden Karaylarda olduğu gibi Tatar Türkleri de etkilenmiştir. Özellikle 14.yy Paganlıktan Katolikliğe geçiş, sonraki dönemlerde Düklerinin eşlerinden dolayı Ortadoks mezhebine geçiş dönemleri Müslüman Kırım-Tatar Türkleri üzerinde bir baskı oluşturduğu gibi, esas baskı Sovyet döneminde görülmüş ve tamamen bir asimilasyona dönüşmüştür. Camiler kapatılmış, gençlerin yaşlılarla bağları koparılarak güya enternasyonallik adına Slav-Rus milliyetçiliği alabildiğine hâkim olmuş, direnenler öldürülmüş veya Sibirya’ya sürülmüş. Zaten 11 yıl önce geldiğimde bunu daha net görmüştüm; şöyle ki geleneksel ahşap evler boşaltılarak şehirlerde 40 metrekarelik kibrit kutusu görünümlü gri renkli apartmanlara tıkılan insanlar bütün geçmişini unutmaya zorlanacaktı.

Trakai’de Kırım Türklerine ait bölüm,sağdaki Litvanya’nın ilk ahşap camisi(16.y.y.ait bir mescit)

Baltıkları dolaşırken hem Riga’da hem de Vinius’ta Tatar sokağına rastladık. Yukarıda Trakai kalesinde düzenlenmiş Tatar köşesinde anlattığım şehirde artık Tatarlar yaşamıyormuş.
Vilnius'un 40 km batısında “40 Tatarlar köyünde” (Keturiasdesimt Totoriu) 100 civarında Tatar'ın yaşadığından ve küçük bir mescidin varlığından bahsettiler. Bu gün Litvanya Tatarlarının sayısı giderek azalarak 3.000’e düşmüş durumdadır. Genellikle Vilnius, Kaunas, Kozaklaru, Nemezis ve Kırk Tatar köyünde yaşıyorlarmış. Bizim ziyaret ettiğimiz Vilnius ve Trakai’de Cami yoktu. Yukarıda eski fotoğrafı görünen 40 Tatarlar köyünde, Kaunas ( ahşap olan bu cami iki kez yakılmış ve 2. dünya savaşında ibadete kapatılmış.1991’de tekrardan açılmış ve 2018 ‘de TİKA onarmış), Raiziai ve Nemezis’te Müslüman Tatarlar cami /mescitlerinde ibadetlerini sürdürüyor ancak ezan okunmuyor (iç ezan okunuyor) ve Vilnius’ta Cami açılmasına henüz hükümet izin vermemiş. Amerika’ya bu topraklardan göç eden Amerikalı olarak bildiğimiz aktör Charles Bronson’da bir Litvanya Tatarı’ymış. Ben daha önceki gelişimde Letonya’da çokça Azerbaycan Türk’üne rastlamıştım. Ancak Vilnius’ta tesadüfen taksi şoförünün Azerbaycan’dan göç ettiğini öğrendim. Dediğine göre Güney Azerbaycan’la Karabağ arasındaki bir köyden gelmişler. Daha da önemlisi Vilnius’ta 1000 kadar Azerbaycan Türk’ünün yaşadığını öğrenmem oldu.
 
                        




Tatar Sokağı ve Büyük bir park içindeki Kütüphane
 
Kaledeki Tatar köşesinde sergilenen el yazması Kuran-ı Kerim ‘den hareketle bir atölye çalışması için gittiğimiz Vilnius Ulusal Kütüphanesinde Tatar El Yazmalarını sordum. Varlığını kabul ettiler ancak katalogdan kodlarını bulmamızı istediler, o kadar zamanımız olmadığından maalesef inceleyemedik.


     Trakai’de Kırım Türklerine ait bölümde etnoğrafik giysi ve ,silah ve eyer

Litvanya’daki Türk İzlerinin Kökeni
14. yy. da ve Litvanya’nın Hristiyanlığa geçtiği dönemde Volga ve Deşt-i Kıpçak’tan getirilen Müslüman Türker’in (Tatarlar) yanında yine Kıpçak Türk Lehçesi konuşan Kırım Karaimleri de Litvanya savunmasını üstlenmişlerdi. Bu topluluklar kendi yapısal sistemlerini bir ölçüde korusalar da Sovyet asimilasyonu bu topluluğun yapısını en az 10 kat azaltmış. Buna rağmen Bölge dillerinde bir çok Türkçe kelimeye rastlamamız tesadüf değildi. Örnek; Kara(Savaş anlamında), İki (Gel al anlamında); Koru(ağaçlı yer) v.s. Baltıklarda rastladığımız bu Türkçe kökenli kelimeleri Muhtemelen Kıpçak boyları getirmiş. Kadim Türkçemizin Baltıklarda izine rastlamak…

                          Riga 'da "Savaş Müzesi". ve Vilnus'da Puckoru

Buradan bir kez daha anlaşılıyor ki buradaki iki Türk topluluğu geçmişte birbirlerine çok fazla katkı ve birliktelik sağlamamıştır. Sanıyorum bu kadar geniş coğrafyalara dağılmış Türk Toplulukları için sihirli kelime birliktelik olmalı.

*Rifat GÜNDAY, Eğitimci, Araştırmacı ve Tarih Öğretmeni.

Makale Yayın Linki :
https://www.kirmizilar.com/tr/index.php/guncel-yazilar3/7479-litvanya-turkleri