19 Aralık 2016 Pazartesi

Tarihimiz ve Olaylar -2 : İLK KURŞUN

İLK KURŞUN
İstiklal Savaşımızda, işgalcilere atılan “İlk Kurşun” anlamlıdır. Aslında her şeyin ilki önem taşır. Hele 30 Ekim 1918 den sonraki mütareke döneminde, halkın umutsuz olduğu bir zamanda, vatan ve millet aşkıyla atılan kurşun çok daha anlamlıdır.Tarihsel manada da her şeyin ilkleri, yeni bir dönemin, hareketin, oluşumların veya olayların başlangıcı anlamını taşımaktadır. Çünkü ilk darbeyi vuran, arkadakilere cesaret verir ve derhal kitlesel bir hareketin sebebi olur. Bir başka deyişle böyle dokunuşlar,  kaybedilmekte olan bir muharebeyi kazandırır, savunma ve taarruzları olumlu yönde etkilerler. Bu yüzden İstiklal savaşımızın “İlk Kurşun “ deyimleri hemen her bölgede kendine bir karşılık bulmaktadır. Peki her yerde “ilk kurşun “ olması mümkün olabilir mi ? Terimsel olarak doğru olmakla birlikte kavramsal (yer ve kronoloji ) yönden doğru olmayabilirler.

İstiklal Savaşımızdaki “İlk Kurşun”lar (Bireysel anlamda ) : Dörtyolda(Mehmet Çavuş), İzmir’de(Hasan Tahsin)  ve Kahramanmaraş’ta (Sütçü İmam) atılmıştır. “İlk Kurşun” savaşları (çoğul-cephesel anlamda) ise; Ödemiş (İlk Kurşun köyü), Ayvalık (İlk Kurşun tepesi) olarak bilinen yerlerde atılmıştır. Aslında bu tanımlamaların  hepsi doğrudur, fakat kronolojik ve yön olarak düzenlemesine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu durumu İstiklal Savaşımızın  evrelerin den yola çıkılarak düzenleyelim, açıklayalım.
MÜTAREKE DÖNEMİ
İstiklal Savaşımızın evreleri; 1) Mütareke evresi (30 Ekim 1918 - 19 Mayıs 1919) Bu evrede halk umutsuzca işgalleri izlemektedir. Ancak sınırlı ölçüde karşı koymalar ve direnişler vardır
2) Hazırlık evresi; (19 Mayıs 1919-23 Nisan 1920) En önemli husus bu evrede (Sivas Kongresi Kararlarıyla) batı cephesinin hayata geçirilmesidir.
3 )Mücadele dönemi (23 Nisan 1920 -11 Ekim 1922) Mücadele için Milli İrade oluşmuş ve onun tezahürü Milli Ordu düşmanla savaşmayı galibiyetle sonuçlandırmıştır.
Yukarıda açıklanmaya çalışılan “İlk Kurşun” olayları hep birinci evrede yani mütareke döneminde, silahların toplandığı, orduların lağvedildiği ve işgallerin uygulandığı dönemde olması hem o dönemi yaşayan halkımız hem de tarihimiz için önemlidir.
Genellikle İstiklal Savaşımızla ilgili yazılarda ilk kurşunun İzmir’de Yunanlılara Hasan Tahsin (asıl adı Osman Nevres) tarafından atıldığı söylenmektedir. Hasan Tahsin önemli bir kişidir ve kahramanca bir iş yaparak tarihe geçmiştir. Ancak Hasan Tahsin’in attığı  “ilk kurşun”  İstiklal Savaşımızın değil, Batı Cephesinin ilk kurşunudur (15 Mayıs 1919). Yani Tüm İstiklal Savaşını anlatan ” ilk kurşun”  değildir. Bunu anlatabilmek için tekrar mütareke döneminin başlangıcı olan 30 Ekim 1918 tarihine dönelim.
İtalyanlar, 6-7 Kasım 1918 tarihleri arasında Bodrum  Antalya, Konya, Marmaris, Fethiye ve Kuşadası'nı işgal ettiler. Fransızlar, 4-5 Kasım 1918 tarihleri arasında İskenderun, Hatay, Dörtyol, Payas, Mersin ve Adana istasyonlarını işgal ettiler. İngilizler, 9 Kasım 1918 de Musul’a ,sonraları  ise Maraş, Antep, Merzifon, Urfa, Afyon, Samsun, Çanakkale, Bilecik, Eskişehir, Kars ve Batum'a kuvvetlerini yerleştirmeye başlamıştır. Sonraları  İngilizler Urfa, Maraş, Antep'i  Fransızlara bırakmışlardır. (Bunun sebebi ,emperyalist paylaşım anlaşmalarıdır)
İtilaf Devletleri Türk Milletine gözdağı vermek için aslında “ölümü gösterir gibi” gösterişli ve çalımlı hareketler düzenlemişlerdi. Mesele Birleşik filo İstanbul ve İzmit çevresinde askeri teçhizat üreten tesisleri bombalamış, dev toplara sahip gösterişli denizaltıları halkın görebileceği Galata köprülerinin yanına demirlemiş, bazı vatanseverleri de tutuklamış,  bazılarını da kurşuna dizerek şehit etmişlerdir.
Galata Köprüsünde dev toplu İngiliz M-1  Denizaltısı
Güney Cephesinde Fransızların Güney Doğu Bölgesine yerleşmesiyle olaylar başlamıştır; Halkın önceleri sulh zannettiği mütarekeden nahoş olaylar çıkmıştır.
Ermeniler ise İngiliz ve Fransız teşvikiyle, Doğu Anadolu'da büyük bir Ermeni devleti kurmayı amaçlayarak ilk fırsatta istedikleri şehirleri işgal etmeye başlamışlardır. (Yaklaşık 1 yıl kadar sonra da Yunanlıların sahneye sürülmesiyle güya Yunanlılarla Ermeniler atlarını karşılıklı olarak Kızılırmak’ta sulamak için anlaşmaya varmışlardı ama daha ilk cephede-Doğu cephesinde Kazım Karabekir Paşa bu hayalin birinci tarafını silecektir). Ayrıca Fransızlarla da birlikte 8. Ordularında görev almak suretiyle bölgeye gelmişlerdi. (Fransız ordusunda Ermeni asıllı lejyon birlikleri kurulmuştu). Böylece güneyden kuzeye Rusya Ermenileriyle güya birleşecek büyük Ermenistan hayaline kapılmışlardı.(!)

İSTİKLAL SAVAŞIMIZIN HENÜZ GÜNEY CEPHESİ YOKTU
Güney cephesinde Fransızlar ve İngilizler nüfus taşıma işlerine de girmişlerdi. İngilizler Irak bölgesinden (İşgali altındaki şehirlerden) bazı etnik-azınlık toplulukları Bitlis-Siirt bölgesine, Fransızlar’da daha önce Osmanlı hükümetince Suriye ve Lübnan’a göç ettirilen Ermenileri başta Dörtyol olmak üzere yörenin diğer şehirlerine nakledip yerleştirdiler. Kısa sürede Dörtyol’a taşınan Ermeni nüfusu on beş bine ulaşmıştır. Bütün bunlara ilaveten Ermenilerin Fransızlar desteğinde, bölgeyi işgal edeceği söylentilerinin yayılması halkımızı tedirgin etmeye yetmişti. Gerçekten de Fransızlar İskenderun’a sürekli asker çıkararak Halep’e ve Adana’ya yollamaya başlamışlardı. 6 aralık ta Kilis işgal edildi. Pozantı işgalinden sonra 11 Aralık 1918’de, Dörtyol’u işgal ederken, bu işgalde dört yüz Ermeni’den oluşan bir Fransız taburu da yer alıyordu. Bu işgaller Mondros Ateşkes Antlaşması’na aykırıydı ama işgalciler sahip oldukları güçle pervasızca Anadolu’ya üşüşmüşlerdi.

Dörtyol’u işgal altına alan Fransız birlikleri (ki çoğunluğu Ermeni lejyonerlerinden oluşuyordu) Türkler’e ait on iki evi basarak eşya ve paralarını gasp etmiş, bir kadını boğazından yaralamış ve Osmanlı jandarmasını –anlaşma uyarınca- Dörtyol’dan sürmüşlerdi. Ermeni şiddet hareketlerinin daha önceleri Türkler arasında yol açtığı hoşnutsuzluk, Dörtyol, Adana ve havalisini işgal eden Fransızlar’ın, işgal esnasında birliklerinin içinde Ermeniler’e yer vermeleri ve bunların işgal ve istilalarında hakaret, gasp ve yaralama olaylarına girişmeleri, Türk ve Müslüman halkın, öncelikle Ermenilere ve dolaysıyla da esas muhatap Fransızlara da sert tepkiler hatta direnç göstermesine yol açmıştır.
İSTİKLAL SAVAŞIMIZIN İLK KURŞUNU
İşgalin Bölgede yayılmaya başladığı aralık ayının ortalarında, Fransızlar (aslında Ermeniler), Dörtyol’un Özerli Köyü’ne saldırdılar ve halka hakaret ettiler, bazı evleri yağmaladılar. Bu kötü tutum ve hakaretlerine tahammül edemeyerek karşı koyan Özerli Köyü İhtiyar Heyeti’nden Muhtar Şeyhmuszâde (Şeyh Musazâde) Mehmet Ağa ile üye Abdülkadir Ağazâde Yusuf Ağa’yı, elleri bağlı olarak, sevk ettikleri Fransız İşgal Komutanı’nın kapısı önünde, süngü ile şehit ettiler. Fransızların yine Türklere ait bazı malları da gasp edip zorla almaya kalkmaları üzerine, bu duruma daha fazla dayanamayan Mehmet Çavuş, saldırganlara müdahale ederek, kavgayla karışık darp ederek Karakese Köyüne kaçtı. Mehmet Çavuş mütarekeyle yeni terhis olmuştu ve asıl adı Koca Ömer Oğlu Mehmet Kara idi. Ermenilerin bu olayı Fransızlara bildirmesi üzerine, de takviye alan bir müfreze Fransız ve Ermenilerle birlikte Karakese Köyü´ne karşı taarruza geçti.













9 OCAK 1922 de Kurtulan Dörtyol'da  9 Ocak 1944 'de yapılan "İlk Kurşun Anıtı" ve Mehmet Çavuş
Karakese ve çevre köylerin halkı, Fransız ve Ermenilerin zulmüne uğramamak için, Dörtyol ve Özerli’ye giden yolları taşlardan öbekleyerek siperler hazırlayarak, kendilerini savunmayı kararlaştırırlar. Karakese köylüleri, Özerli köyünün durumuna düşmemek için hazırlıklı olarak Mehmet Çavuş’un etrafında toplanmışlar ve basit siperlerde mevzi almışlardı. Karşıdan Fransız müfrezesi görününce; İlk önce Mehmet Çavuş silahını doğrulttu, tetiğe dokundu ve ilk saldırganı devirdi. Artık ilk çatışma gerçekleşmiş, muharebeye giren bu ilk milislerimiz on –on beş kadar düşmanı vurarak öldürmüşlerdi.(19 Aralık 1918). İşte bu İstiklal savaşımızda düşmana karşı ilk mukavemeti yani ilk kurşunuydu. (Bkz. 29.01.1992 Tarihli ATASE belgesi ). İstiklal Savaşımızın bu “İlk Kurşunu”, mütarekeden 50 gün sonra, Hatay Dörtyol’un kahraman yiğidi Mehmet Çavuş (Kara) ve alelacele oluşturduğu küçük müfrezesi tarafından atılmıştır. Karakese köyünden, aniden böyle beklemedikleri bir mukavemet görüp şaşkına dönen Fransız müfrezesinin kalanları geri çekilerek, Dörtyol’daki karargahlarına geri dönmüşlerdi Bundan sonra teşkilatlanan Dörtyollular Kara Hasan adında Kuvayı Milliyecinin etrafında 400 civarında bir güçle çarpıştılar. İstiklal Savaşımızın başlamasıyla Gazi Mustafa Kemal Atatürk Başkanlığında toplanan Sivas Kongresi kararıyla Kuvayı Milliye Komutanlığına atanan Ali Fuat Paşa’ya bağlanıncaya kadar (25 Haziran 1920) bu durum böyle devam etmiştir. Türkiye’de, işgal güçlerine karşı, millî direnişi ilk başlatan da Dörtyol’daki teşkilât olmuştur.(Dörtyol ilçemiz düşman işgalinden 9 Ocak 1922'de kurtulmuştur.)
DİĞER “İLK KURŞUN”LAR:
1- İzmir’de İlk Kurşun
Yine o mütarekeye aykırı biçimde 15 Mayıs 1919 da, İngilizlerin istek ve desteğiyle Yunanlılar İzmir’i işgal ettiler. İşgalden bir gün önce Hukuk-u Beşer Gazetesinin Başyazarı Hasan Tahsin Belediye Başkanı Hacı Hasan Paşayla birlikte halkı savunmaya davet ederek: “Ey bedbaht Türk! Yunan hakimiyetini kabule taraftar mısın? Artık kendini göster. Tekmil kardeşlerin Maşatlık Meydanındadır. Oraya yüz binlerle toplan…” Yunan işgaline destek amacıyla zaten İzmir Limanına Yunan gemilerinin dışında İtilaf donanması da gelmişti.
15 Mayıs 1919-İzmir’de sabahleyin önce Yunan gemilerinden Patris ve Atronitos isimli gemiler Pasaport iskelesine yanaştı ve bir grup Yunan Efzon Alayı karaya çıktı. Aynı anlarda Temiastokles gemisi Yunan Piyade Alayı'nı Punta iskelesine çıkardı. Bunların hedefi Kadifekale'ydi. Binlerce Rum (Osmanlı Vatandaşı) ellerindeki Yunan bayrakları ve çiçekler ile Kordonboyu'nu kaplamışlar, bir yandan bando çalıyor, bir yanda yerli Rumlar tezahürat yapıyorlardı. İzmir Metropoliti Hristostomos karaya çıkan Yunan Birliklerini takdis ediyordu. Takdis edilen İlk Yunan taburu hükümet konağına yaklaşınca : Hasan Tahsin kendine göre vaziyet alarak kalabalığın önüne çıktı. Gazeteci Hasan Tahsin yanında getirdiği tabancasının çekerek, ilerlemekte olan Yunan Birliğine tabancasını doğrultarak ilk ateşi bayraktar efzon askerine açarak vurdu. Sonrada yanındakini vurdu. H.Tahsin tabancasındaki tüm mermilerini düşman askerlerine karşı ateşlemişti. Yunan Alayı tarafından açılan karşı ateş ve ardından süngüleme sonucunda, Kordonboyu'nda kalabalığın önünde henüz 31 yaşındaki Hasan Tahsin'i şehit ettiler. Hasan Tahsin'in işgalci Yunan askerlerine sıktığı ilk kurşun, Türk Kurtuluş mücadelesinde diğer yerlere de örnek teşkil etti. Aydın ve Balıkesir'de işgale karşı direniş baş gösterdi. Çerkez Ethem Yunan işgaline karşı efeleri toparladığı gün Demirci Mehmet Efe de ayağa kalkarak; "Bir genç düşmana ilk kurşunu sıkmış, bundan sonrası bize düşer!" diyerek Direnişi yürütmüşlerdir.(Batı cephesi kuruluncaya kadar)


Ancak Hasan Tahsin’in (asıl adı Osman Nevres 1888, Selanik - 15 Mayıs 1919, İzmir) attığı bu kurşun tarihsel öneme sahip olmakla birlikte, İstiklal savaşının değil , Batı cephesinin “ilk Kurşun’u” daha doğrusu Yunanlılara atılan “ilk kurşun” olarak tarihe geçmiştir. (Sivas Kongresi kararlarıyla Kuvayı Milliye Komutanlığına atanan Ali Fuat Paşa ‘ya bağlanıncaya kadar(25 Haziran 1920) Yunan’a karşı direniş efeler , milisler ve gönüllü kuvvetlerle yürütülmeye çalışılmıştır.
2- Kahramanmaraş’ta İlk Kurşun
Mütarekeden sonra Güney illerimize yönelik Fransız işgali genişleyerek Urfa, Maraş ve Antep’i de kapsamına almıştı. 30 Ekim 1919 Perşembe günü sabahı De-Fontzine komutasındaki 2000 dolayındaki Ermeni-Cezayirli ve Fransızlardan oluşan birlik, yakınlarda bulunan bir diğer Fransız alayı ile de birleşerek Maraş’ı işgal ettiler. Fransız birlikleri marşlar söyleyerek, nümayiş yaparak Amerikan Koleji'ne yerleştiler. Memleketin en acı günlerinde işgalcilerin içinde Yerli Ermenilerinde bulunması Maraşlıları çok üzmüştü. (Halkı sırtından hançerleyen bu Ermeniler için Maraşlılar Ellik Gavuru ifadesini kullanıyorlardı) Maraşlıların “Ellik Gavuru “ dediği yerli Ermeniler, şehre giriş ve karargahlarına yerleşme sırasında aşırı taşkınlık ve tahriklerde bulunarak "yaşasın Fransızlar, yaşasın Ermeniler, kahrolsun Türkler" diye nümayişler yaptılar.
31 Ekim 1919 cuma günü Maraş Çarşısında Uzunoluk hamamından çıkan 3 kadın ve bohçalarını taşıyan bir erkek çocuğu gören Fransız-Ermeni devriyesinden bir saldırgan asker ; "Burası artık Türk memleketi değildir. Fransız müstemlekesinde peçe ile gezilmez!" diyerek bağırıp kadınlara sataşarak peçelerini yırtarak açtı. Kadınların çığlığını duyan Çakmakçı Sait; "vay Gâvur oğulları! Dokunmayın bacılarıma!" diyerek Fransız -Ermeni Lejyonerlerinin üzerine yürüdü. Ancak silahsız olduğundan, üzerine açılan ateşe karşılık veremeden ağır yaralanmıştır. Bu sırada mütecaviz olayları gören “Sütçü İmam “ ( adı imam olup sütçülük yapıyordu), yanında taşıdığı silahını çekerek ateş açmış ve bir Fransız-Ermeni Lejyoner askerini öldürmüş, diğerini de yaralamıştır (ertesi gün ölecektir). Sütçü İmam Maraş’ı terk ederek ağabeyli köyüne kaçtı. Fransız-Ermenilerin saldırganlıklarını artırmaları üzerine yine bir başka imam olan Ulu Cami İmamı  Rıdvan Hoca'nın "Kalesinde bayrağı dalgalanmayan ülkede cuma namazı kılınmaz!" sözü, halkı Fransızlara karşı harekete geçirdi.7 Şubat 1973 tarihinde TBMM tarafından "Kahraman" unvanı verildi.Kahramanmaraş'ın Kurtuluş günü 12 Şubat'tır..
Kaleye saldıran Maraş halkı, içerideki Fransız askerlerini etkisiz hâle getirip yeniden Türk bayrağını dikti. Bunun üzerine Tarihteki meşhur Maraş Savunması başladı. Fransızlar 12 Şubat 1920 de Maraş’ı boşaltacaklardır.(Bu Şanlı direnişle Maraş İlimiz “ Kahraman” unvanı alacaktır.)

3-"Gazi" Şehrin İlk Kurşun'u : Antep Mondros'un ardından önce İngilizler tarafından (17 Aralık 1918), bundan sonra da Fransızlar tarafından (5 Kasım 1919) da işgal edilmiştir.Fransız ordusunda bulunan Ermenilerin taşkınlıklar yapması giderek Antep halkı tepki gösteriyordu.21 Ocak 1920 günü (2)Fransız Askerinin 10 Yaşındaki Mehmet Kamil'in annesini taciz etmeleri üzerine , genç yiğit taş atmış neticede süngülenerek şehit edilmişti."Şehit Kamil" olayı üzerine Antepdeki iş yerleri günlerce kapalı kaldı ve bölgede yoğun protesto ve tepkiler verildi. Antep savunmasını üstlenen "Şahin Bey" lakaplı Teğmen Mehmet Sait : ilk iş olarak Antep’teki Fransızlar, Kilis-Antep yolu ile ikmali sağlandığından Kilis-Antep yolunu Fransızlara kapattı.. Birçok silahlı yurtsever, Şahin Bey’in komutasnda Şahin Bey Kilis-Antep yolunu Fransızlara kapattı(Ocak 1921) Yaklaşık 200 kişilik fedaileriyle Tam donanımlı Fransız birliğini yok etti.(3 Şubat 1920).Bunu 18 Şubat'ta yine tam donanımlı bir Fransız birliğini yok etmesi izledi.Duruma öfkelenen Fransızlar Katma'daki üslerinden ; 8.000 Piyade ,400 araba,200 süvari,4 Tank , 1 Topçu Bataryası ,16 Ağır Makinalı büyük bir birliği yola çıkarmışlardı.İlk karşılaşma Kızılburun mevkiinde yapıldı ve Şahin Bey geri çekildi.(25 Mart 1920) Son çatışam Karayılan çetesinin de yardıma gelmesiyle Ulu Masera köprüsünde yaşandı.arkadaşlarını kaybeden Şahin Bey son kurşununu da düşmana attıkdan sonra şehid düştü.(28 Mart 1920).Şahin Beyin şehadetinden sonra da Antep'te savunma savaşları sürecek ve yaklaşık 10 ay süren ve 6 bin 317 vatan evladının şehit verildiği çatışmalar sürerken, yapılan bu fedakarlıklara karşılık TBMM, Antep'e 8 Şubat 1921'de "Gazi" unvanını verdi.GaziAntep'in kurtuluş günü 25 Aralık'tır.(Ankara Antlaşması)
4- URFA'nın İlk Kurşun'u : Urfa ' da önce İngilizler sonra da Fransızlar tarafından Ekim-1919'da işgal edildi.Fransızlar burada da Antep ve Maraş ta yaptıkları taşkınlıkları yapmaya ve ilave olarak Haçlıların kurmuş olduğu Urfa Kontluğunu diriltmeye yönelik işleri gündeme getirdiler.Urfa Kuvay-ı Milliye Komutanlığına tayin olan Jandarma Komutanı Yüzbaşı Ali Saip Bey(Ursavaş) 3 bin kişilik bir kuvvet meydana getirdi.Kuvay-ı Milliye Birliklerinin ; 9 Şubat , 28Şubat , 4 Mart ,10/11 Nisan çatışmalarında Fransızlara büyük darbeler vuruldu.En son şebeke boğazındaki muharebelerde Franszı ordusu Urfa'dan çekildi.11 Nisan Urfa'nı Kurtuluş Günüdür 12 Haziran 1984'te kabul edilen kanunla Urfa ilinin adının Şanlıurfa olarak değiştirildi.
5-Karadeniz'in İlk Kurşun'u 5.a) Teğmen Hamdi Bey'in mücadelesi : Mondros ateşkesine rağmen :Samsun bölgesinde Türklerin silahlandırıldığını iddia eden İngilizler 200 Kişilik bir askeri birliği Samsun'a ve 50 kişilik bir müfrezeyide Mezifon'a göndermişlerdi.Aslında asıl tehdit Kurtuluş Savaşı öncesi, çoğu Rum olmak üzere, elli kadar çete, Samsun sancağı içinde çetecilik yaparak Türk köylerini baskı altına almalarıydı.Hem asayişi bozan Rum Çetelerine , hem de samsunu bir nevi işgale gelen İngilizlere kızan 15.Tümen Makinalı tüfek takım komutanı Teğmen Hamdi Bey 17-18 Mart 1919 gecesi, Samsun’daki takımını alarak dağa çıkarak tepki göstermiştir.Sivrihisarlı Mülazım (Teğmen) Ahmet Hamdi(AKYER) birliğinin bütün erlerini, silah ve cephanesini yanına alarak Mahmur Dağı'na doğru Rum çetelerinin üzerine yürüdü. Bu durumdan kuşkulanan Rum Pontus çetelerinin liderleri İngilizlerden, büyük bir yaygara ile güvenliklerinin sağlanması için yardım istediler. 19 Mart günü Samsun açıklarında bekleyen bir İngiliz gemisinden şehre 100 asker daha çıkarıldı.Bu olay Kurtuluş savaşının Karadeniz Bölgesindeki ilk kıvılcımı ve ilk direnişi göstermesi bakımından çok önemli bir olaydır. Bu olaydan sonra İngilizler dikkatle izlemeye başlamışlardı.Bu olay Mustafa Kemal Paşa'nın 9.Ordu bölgesine müfettiş olarak gönderilmesine sebep olacaktır.
5.b)Topal Osman Ağa'nın Mücadelesi : Topal Osman Ağa Milis yarbayı rütbesiyle terhis olup , Giresun'a dönmüştür.Topal Osman, Giresun Belediye Başkanı Dizdarzâde Eşref Bey'in sağlık gerekçesiyle görevi iâde etmesi üzerine (Aslında Pontus'çuların baskısıyla) geceleyin Belediye'ye arkadaşlarıyla yerleşir ve kendini belediye başkanı ilan ederek Fransız destekli Pontus'çuların planının bozar.Pontus'çular Fransız gemilerinin desteğinde 8 Mayıs 1919 tarihinde Yunan Kızılhaç heyetini taşıyan bir Yunan gemisi Giresun´a gelir. Heyet 11 Mayıs 1919 tarihinde Taşkışla´ya beyaz renkli Yunan Kızılhaç Bayrağını asar, 5 Haziran 1919 Tarihinde ise Pontus bayrağını asarlar. 29 Mayısta Mustafa Kemal paşa ile görüşen Topal Osman Ağa artık hareketlerinde serbest olarakBu olaylar üzerine Osman Ağa , Harekete geçerek arkadaşları ile birlikte işgalcilerin bayraklarını indirip, yerlerine Türk bayrağını asarlar. 8 Mayıs 1919 tarihinde Yunan Kızılhaç heyetini taşıyan bir Yunan gemisi Giresun´a gelir. Heyet 11Mayıs 1919 tarihinde Taşkışla´ya beyaz renkli Yunan Kızılhaç Bayrağını asar, 5 Haziran 1919 Tarihinde ise Pontus bayrağını asarlar. Bu olaylar üzerine Osman Ağa , Harekete geçerek arkadaşları ile birlikte işgalcilerin bayraklarını indirip, yerlerine Türk bayrağını asarlar ve Suçluları cezalandırırlar..Önce Giresun Taburu'nu kurar ve Pontus'çu çetelerle mücadelesine başlar.
6- Ayvalık ‘ta İlk Kurşun Savaşı

İtilaf Devletleri, İzmir’in işgalinden sonra (15 Mayıs 1919) , 19 Mayıs 1919'da Yunan işgalinin hududunu İzmir  sancağı ve  Ayvalık kazası olarak genişlettiler. Yunan Hükümeti 21 Mayıs 1919'da Rum  göçmenleri İzmir  Sancağı ile Ayvalık  Kazasına yerleştirmeye başladı. Ayvalık işgali için 26 Mayıs  1919 günü saat bir sıralarında bir İngiliz  torpidosu Ayvalık  Limanı'na geldi. Bunu müteakip bir Yunan  torpidosu ile bir Yunan  nakliye gemisi Dalyan Boğazı  dışına, diğeri de Gömeç karşısına geldi. Ayvalık  sahillerinde karaya çıkarak Küçük köy, Altınova, Kozak, Gömeç ‘ele geçirmeyi hedefleyerek ilerleyen Yunan  kuvvetlerine Yarbay Ali(Çetinkaya) komutasındaki 500 mevcutlu 172. Alay birlikleri silahla karşı koydu. (İlk Kurşun tepesinde) Fakat 172. Alay birlikleri üstün Yunan  kuvvetleri karşısında tutunmayarak Kazak istikametine çekilmek zorunda kaldı. Edremit kaymakamlığından ayrılan Köprülülü Hamdi Bey’in komutasındaki millî kuvvetler de Yunan çatışmalarına katılmasıyla Ayvalık cephesinde ordu ile halkın işbirliğini oluşturdu. Ayvalık’ın işgalinden sonra bölgedeki millî kuvvetler yavaş yavaş toparlanmaya başladılar. Bu şekilde süren çatışmalar sonucunda maalesef ,22 Haziran 1919 da Ayvalık cephesi düşmüştür.
7- Ödemiş’te İlk Kurşun Savaşı
İzmir’in işgaliyle Yunan İşgali Ege’ye yayılmaya başlamıştı. Ödemiş’te kurulan Kuvayı Milliye Birliği, yedek subay üsteğmen Ali Orhan (İlkkurşun) Bey komutasında 30 Mayıs 1919’da 15 yedek subay ve 15 jandarma eri Ödemiş’in batısındaki Hacı İlyas Köyü tepelerine ilk gelerek düşmana karşı mevzi tuttular. Sonra Ödemiş’ten Kayıkçıoğlu Molla Hüseyin ile birlikte 60 kadar milis, Başçavuş Sezai ile Kayaköy’den direnişe gelenler ve ertesi günü Yüzbaşı Tahir Bey 50 gönüllü ile beraber gelerek Kuvayı Milliyecilere katıldı. Doktor Mustafa Bey de Hacı İlyas Köyü’nün doğusunda bir sahra hastanesi kurarak, cephe gerisindeki hizmeti sağlamıştı. Tire - Ödemiş arasındaki Zincirlikuyu’da, Tire’den gelebilecek Yunan saldırısına karşı, 100 Ödemişli milisle önlem alan yedek subay teğmen Ahmet Şükrü Bey komutasındaki direnişçiler de eklenince direnişçilerin toplam sayısı 250’yi geçmişti. Bu arada Öğretmen Şeref Bey, Ödemiş-Bayındır tren yolunu tahrip etmek için bomba kullanmış ama başarılı olamamıştı. Sabah saatlerinde Yunan Taburu’nun saldırısıyla başlayan çarpışmalar, geç saatlere kadar Yunan taburunun ağır silahlarla yoğun olarak saldırısı ile sürdü Ancak, Ödemişli direnişçiler asla bulundukları mevzileri terk etmediler. Asıl Savaş 1 Haziran 1919 Pazar günü sabah başladı. İlk kurşun Cephesi Komutanlık Karargâhı, Taşlıtepe’deydi. Taşlıtepe, yörenin en yüksek kısmıydı. Sağ taraftaki Kayaköy dağları ve Kayaköy gediği, Kayaköy Jandarma Komutanı Başçavuş Sezai Bey tarafından tutuluyordu. Bayındır yönünden Hacı İlyas sırtlarına doğru avcı kolu düzeninden gelmekte olan Yunan askerlerini karşısına Molla Hüseyin ve adamları dikilmiş, çıkan çatışma sonucunda Yunan askerleri planlandığı gibi Derebaşı çukuruna doğru sürülmüştü Ancak, düşman Kayaköy’e hâkim tepelere yönelerek Koşu Durağı ile Meşeliler Tepesi arasında tekrar saldırıya geçti. Savaş direnişçilerimizin tüfek ateşiyle başladı, düşman tüfek, hafif ve ağır makineli tüfeklerle karşılık veriyordu. Savaş, üstün Yunan saldırıları ile akşama kadar devam etti. Tam mermileri tükenmek üzereyken zayiat verilmeden Çolak Ahmet Efe’nin tuttuğu Kayaköy tepelerine doğru geri çekilmeye başladılar ve Böylece “İlk Kurşun “Müdafileri Kayaköy’e çekilerek imha olmaktan kurtulmuşlardı.
Ödemiş halkının Hacı İlyas Cephesi’nde ilk kurşun savaşını başlatması ve Kuvayı Milliye’nin ilk vuruşmasını burada yapmış olması tüm Ege havalisine örnek olmuştur.

(Hacı İlyas köyüne İlk kurşun Anıtı’nın dikilmesi için, 1924 yılında karar verildi. Türk Ocağı tarafından anıt, şimdiki adı Anıttepe olan yere dikilmiş ve 1925 yılında İzmir Valisi İhsan Paşa tarafından açılmıştır. Kitabesi şöyledir ;
“BÜYÜK BİR HATIRA, MUKADDES BİR DERS, ULVİ BİR İŞARET. YUNAN İSTİLASINA KARŞI TÜRK’ÜN KALBİNDE PARLAYAN GÜNEŞİN ATEŞİ İLK DEFA BURADA ÖDEMİŞLİ KAHRAMANLARIN TÜFEKLERİNDEN ÇIKTI, DÜŞMANIN BAĞRINI YAKTI- 1335 ÖDEMİŞ”)                                            
25 Haziran 1920’de Batı Cephesine bağlanan Bölge ancak Büyük Taarruzdan sonra işgalden kurtulacaktır.(9 Eylül 1922)
Anadolu’nun işgaline karşı ilk kurşun Hatay’ın Dörtyol ilçesinin Karakese köyünde, Fransız askerlerinin tacizlerine dayanamayan Mehmet Çavuş tarafından Fransızlara karşı atılmış ve İstiklal Savaşımızın ilk kurşunu olarak tarihe geçmiştir. İzmir’in işgalinde de Hasan Tahsin Yunan bayrağını taşıyan askeri vurmuştur. Ayvalık’ta da Ali Çetinkaya Ayvalığın bir sürelik işgal edilmesine izin vermemiştir. Ancak, Ödemiş’in Hacı İlyas köyü sırtlarında Yunan ordusuna karşı Ali Orhan (İlk kurşun) komutasında gönüllü köylü, efe ve birkaç yedek subaydan oluşan ilk kuvayi milliye grubunun başlattığı “ilk kurşun savaşı” Milli Mücadelenin ilk kitlesel direnişidir. Bu açıdan önemlidir. Bunun için Hacı İlyas köyünün adı “İlk Kurşun Köyü ” olarak değiştirilmiştir. Yukarıda açıklanmaya çalışılan “İlk Kurşun”lar İstiklal ateşinin yakılmasını, bağımsız ve hür yaşamak isteğimizi perçinlemiş, nihai zafere ulaşmamızı kolaylaştırmışlardır.
Rifat GÜNDAY
Eğitimci,Araştırmacı ve Tarih Öğretmeni
Kaynaklar :
1-Alim Öztürk (2007). "T.C İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük 1". MEB Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü.
2-Türk İstiklal Harbi , Genelkurmay Basımevi
3-İstiklal Harbi ,TTK Yayınları
4-İl Yıllıkları; Hatay ,K.Maraş , İzmir
-Ek-İlk Kurşun Belgesi
                                                        T.C.
                           GENELKURMAY BAŞKANLIĞI-ANKARA
ATASE: 3214-4-92 Arşiv 29 OCAK 1992
KONU: Kadir ASLAN 'ın dilekçesi

                                                HATAY VALİLİĞİNE

İLGİ : Hatay Valiliği'nin 18 ARALIK 1991 gün ve sayı: Ya.
İş : 16 (işl. 12) 2325 / 4407 sayılı yazısı

1.Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığına gönderilen ilgi yazıyla, İşgalci güçlere karşı ilk kurşun'un 19 Aralık 1918'de Dörtyol ilçesinde Mehmet Kara tarafından atıldığından bahisle, ilgi yazı ekindeki belgelerinde incelenerek konuya açıklık getirici bilgiler istenilmektedir.
2.Konuyla ilgili olarak, arşiv uzmanınca ATASE Başkanlığı arşivinde gerekli incelemeler yapılmış olup; inceleme neticesi hazırlanan uzman raporu ekte gönderilmiştir.
3.Uzman raporu ve konuyla ilgili Başkanlık yayınlarının tetkiki neticesinde, Birinci Dünya Savaşından sonra galip devletlerin yurdumuzda ilk işgal ettiği yerlerin İskenderun ve Dörtyol olduğu bu düşmana karşı ilk direniş hareketlerinin yine bu bölgede başladığı buna bağlı olarak da ilk silahlı direniş hareketinin de 19 Aralık 1918'de Dörtyol ilçesi Karakese köyünde gerçekleştirildiği tespit edilmiştir. Bilgilerinize arz ederim.
                                                                                  GENELKURMAY BAŞKANI NAMINA
                                                                                                        Erdoğan ÖZNAL
                                                                                                        Hv. Plt. Korgeneral
                                                                                                         As. T. ve Str. E. Bşk









1 Aralık 2016 Perşembe

Biyografi-1 : TARİHÇİLERİN KUTBU YADA ŞEYH’ÜL MÜVERRİHİN * : HALİL İNALCIK

TARİHÇİLERİN KUTBU YADA ŞEYH’ÜL MÜVERRİHİN * : HALİL İNALCIK
Yakın zamanda kaybettiğimiz Asırlık Çınar  Halil İnalcık (26 Mayıs 1916-İstanbul / 25 Temmuz 2016-Ankara) kendi anlatımına göre en verimli çağını 80 yaşından sonra yaşamıştır. Türk Tarihçiliğinde Osmanlı Tarihinin bir ekolu ve duayeni olan hoca aynı zamanda siyaset tarihçiliğini ve nedeniyet medeniyet tarihçiliğini de bizlere kazandırmıştır. İnalcık Hoca tarihçilik anlayışında; meslektaşlarından daha bir evrensel bakış geliştirmiş, siyasi tarihçiliğin Devletler için önemli olduğundan hareketle, ele alınan dönemde insanların geçmişte nasıl  yaşadığını, sosyal hayatını, ekonomisini, gündelik yaşantısını da gözler önüne sererek medeniyet ve kültür tarihçiliğinin gelişimine destek olmuştur. Halil İnalcık, Türk tarihçiliğini modern tarihçilik düzeyine çıkardığı, çalışmalarında  çeşitli milletlerin (özellikle Balkan Milletlerinin ; Bulgarlar,Arnavutlar .v.b) tarihi geçmişlerine katkıda bulunduğu için uluslararası alanda önemli bir tarihçi ve bilim adamı olarak kabul görmüştür.
                                           
TÜRK TARİHİNİN EN BÜYÜK DÜŞÜNCE USTASI:
İnalcık Hoca, Türk Tarihinin stratejik düşüncelere kaynak olabilmesi için tarihin öneminin, gençlere yani özellikle okullarımızda yeterince anlatılmadığından bahisle; tarih kitaplarının cazip olmadığını, ders kalıpları içinde tarihin ezberletilmeye çalışılmasının hoşa gitmediğini bu yüzden de çocukların düşünce geliştirebilecekleri bir sistem değişikliğine gidilmesini MEB Talim terbiye Kuruluna açıkladığını biliyoruz. Bu konudaki görüşlerini aşağıda belirtmiştir.
“Ben orada tematik bir tarih öğretimi olsun dedim. Mesela şehir temasını ele alalım. Şehir tarihte nasıl ortaya çıktı? İlk şehirler nasıldı? Anadolu’da şehir tipleri nasıldır? Böylece çocuklar, gençler tarihe ilgi duyabilirler. Tarihi sevebilirler. Aslında tarihin yorumlanması, tarih bilgisi belli sosyal gelişmelerin ve anlayışların etkisi altındadır. Her devirde tarih başka türlü yorumlanır.”
Büyük usta engin düşüncelerini geliştirirken Türk tarihinin  konularını nasıl irdelediğini yine açıklamalarından anlıyoruz;
“Tımar meselesi bütün 14. ve 15. asırda bir mesele olmuştur. Bir adam 30-40 sene savaşıyor. Tımarı büyüyor. 15 bin akçalık büyük bir tımar oluyor. Fakat öldüğü zaman devlet tarafından bu tımar parçalanır. Tabii babasının tımarını kaybeden insan için bu büyük bir kayıptır. Osman Gazi’ye atfedilen kanun, bundan sonra babasının tımarı aynen oğluna geçsin diyor. Tabii bu babasının tımarını kaybetmek istemeyenlerin muhitinden geliyor. Tarihçi bunu keşfedecek….” Görüldüğü gibi Tımar meselesinin klasik dönemden önce hangi merhalelerden geçtiğinin analizine ulaşmadan bir neticeye yani senteze varılamayacağını bizlere işaret ediyor.
İnalcık, Türk Tarihinden günümüze yol gösterecek düşünceler için, günümüz dünyasında Türkiye ekonomisini de, araştırmacı tarihçi ve bilim adamı özellikleriyle değerlendirebilmekte ve bundan stratejik düşünce üretebilmektedir. Bugünün  Türkiye’sinde en büyük meselenin ekonomi olduğunu işaret etmekte, bir istikrarsızlık havasıyla  ekonomiyi sarsmanın dış stratejinin işi olduğunu tespit edebilmektedir.” Allah korusun,  Ecevit zamanındaki gibi bir kriz gelirse işsizlik olacak, diğer ülkelerle ekonomik ilişkilerimiz kötüleşecek. Bakın, o krizde, Orta Asya’daki nüfuzumuz sıfıra indi. Demek istiyorum ki temel meselemiz ekonomiktir ve hükümet bunu iyi anlamış durumdadır. Mesela işsizliği ortadan kaldırmak için bu konut meselesi ortaya atılmıştır. Osmanlı’nın şanlı günlerinde değiliz. Fakat bugünkü durumumuz da sadece bugünle alakalı değildir. Güçlü Batı devletleri, aynen XIX. yüzyılda olduğu gibi azınlıkları tahrik etmekte, sahip çıkmakta, desteklemektedir. Balkanlarda Osmanlı Devleti'ni çözülmeye, dağılmaya götüren süreç bugün Türkiye'ye tatbik edilmeye çalışılmaktadır."

İnalcık Hoca; devletlerin istikbalinin ekonomiden geçtiğini işaret ederek,  kuvvetli ve büyük bir devlet olmanın yolunun da yüksek teknolojiye ulaşmayı gerektiğini bizlere göstererek ; “Bu da üniversitelere, eğitime yaptığımız yatırımla doğrudan alakalı. Maalesef üniversitelerimiz çok zayıf. Doğru dürüst kütüphaneleri yok. Kitap bile alamıyorlar. Amerika’yı Amerika yapan, kütüphaneleri ve üniversiteleridir. Devamlı olarak dışarıdan beyin çekiyorlar. Her büyük devlet diğer devletleri etkisi altına almaya çalışır.” İnalcık Ekonomik gücün dünyada nasıl etkili olduğunu ABD’nin stratejik hedeflerinin sürekli artmasının nedeni olarak açıklar. Ancak ABD bölgesel stratejilerinde Türkiye’yi yok sayamayacağını, misal olarak da Türkiye’nin, ABD’nin Irak /Suriye politikasına direnecek kadar güçlü olduğunu ve bundan sonra da Bölgedeki tarihi bağlarından dolayı direnmeye devam edeceğini öngörmüştür. İnalcık düşüncelerini tarihi olaylarla bağdaştırarak açıklama yöntemi kuşkusuz geleceğimize yön verecek Türk stratejistlerine rehber olacaktır.
                                                      


OSMANLI ÇALIŞMALARI
Osmanlı Çalışmalarını evrensel düzeyde yürüten İnalcık hoca; Osmanlıdan 90 sene sonra yani Osmanlı Medeniyetinin kaybolduğunun düşünüldüğü bir zamanda çok açıkça Osmanlı araştırmalarının gelişmesine katkı sağladı. Bu süreci pekiştiren İnalcık’ın eserleri artık birer kaynak halini almıştır. Hoca bu aşamaya gelebilmek için Türkiye’de ve yurt dışında Osmanlı belgelerine epey bir zaman ve emek harcayarak ulaşabilmiş ve belgeleri ustalıkla kullanmayı başarmıştır. Prof. Dr. Halil İnalcık Osmanlı tarihi hakkında tartışma yaratan ve bazı tarihi gerçekleri değiştiren araştırmalarını, Asırlık hayatını, bilgi birikimini, tarihe bakışını, Dünyanın en önemli tarihçisi olarak “BATILILARIN OSMANLI TARİHİNE BAKIŞINI KÖKDEN DEĞİŞTİRDİM” diyerek özetlemiştir.
İnalcık Osmanlı araştırmalarını; Osmanlı Devleti'ni sadece hanedanlık tarihi olarak değil aynı zamanda Osmanlı Devleti'nin toplumsal yapısını, Osmanlı kültür ve medeniyet tarihiyle ele aldığını anlatarak “şimdiye kadar, Osmanlı hakkındaki hüküm, batılı dostlarımızın görüşleri ile biliniyordu. Yaptığım çalışmalarla, uluslararası sahnede Osmanlı Devleti ile ilgili görüşleri temelinden değiştirdim. Şimdi Batılılar, Osmanlı’yı anlamak için beni okuyorlar”
İNALCIK HOCANIN TARİH METODOLOJİSİ
İnalcık Hoca, objektif tarihçiliğin, objektif tarih olamayacağını savunmuştur.” Olamazda! Çünkü tarihçi büyük ölçüde değerlendirmelerini kendi toplumuna göre yapmaktadır. İnalcık Hoca da  “Her dönemin yorumlaması başka türlü olur. Tarihçilik anlayışları; İktisadi, siyasi, kültürel doğrultulara göre değişir. 2. Dünya Harbi’nden beri tarih, sosyal tarih, iktisadi tarih, kültür tarihi önem kazanmıştır” der. Halil İnalcık’a göre tarihi araştırmalar yapılırken;  Bilimsel araştırmacılığa önem verilmelidir, tarihi gerçekler belgelere dayandırılarak, çarpıtmadan ve abartılara kaçmadan yani tarafsız olarak yazıya geçirilmelidir. Araştırma yapılacak dönemin diline (Örneğin Osmanlı  tarihi için Osmanlıcaya) ve bununla birlikte 5 yabancı dile hâkim olunmalıdır, geçmişte yayınlanan eserler incelenmelidir, Batı tarihçiliği yakından izlenmelidir. Gibi temel esasları açıklamıştır.
Ancak İnalcık hocanın yukarıda açıklanan temel esaslar, arşiv ve belgelerin yanı sıra yüzey araştırmalarına da çok önem vermiş yani alan araştırmalarına bizzat katılarak tarihi coğrafyasında, tarihi olayların yerini tespit etmekle aslında gerçeği de ortaya çıkarmıştır. ( Mesela bugün Anadolu da yeri tam olarak tespit edilemeyen yerler vardır : Sultan Höyüğü -1.Kılıçarslan’ın Otağının kurulduğu tepe-, Miryokefalon Vadisi, Sultan Çayırı -Fatihin öldüğü yer…)
İNALCIK HOCANIN ESKİŞEHİR ÇALIŞMALARI
Ünlü Tarihçi Prof. Dr. Halil İnalcık, Eskişehir'deki Osmanlı İmparatorluğu'na ait Karacahisar Kalesi'nde yüzey araştırmaları /alan incelemelerinde bulunmuştur. (1998)
O döneme kadar Karacahisar Kalesi'ne üniversitelerden ilgilenenin olmadığını ifade eden Prof. Dr. İnalcık, şöyle konuştu: ''Bu kalenin Osmanlı tarihi için önemini anlattım. 1999'da Anadolu Üniversitesi'nden Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ebru Parman tarafından kalede kazı çalışmaları başladı. Şu anda A.Ü. Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Erol Altınsapan kazılara devam ediyor. İlk önce tarihçi Ahmet Refik siyasi rakipleri tarafından Eskişehir'e sürgün geliyor. Kale hakkında ilk kez İkdam Gazetesi'nde bir makale yazıyor. Bazı yabancı seyyahlar da bu kalenin önemi belirtiyorlar. Osman Bey dönemiyle birlikte kalede bir şehir kuruldu. Burası sarp ve su yok. Fatih döneminde Fatih'in emriyle şehir ahalisi Karacaşehir köyüne nakledildi. Ondan sonra Karaca hisar’da nüfus kalmıyor. Kanuni döneminde Defterdar Hüsam Bey, kaleye ilgi duymuştur'' dedi.
Karacahisar’da bulunan kale ile ilgili arkeolojik kazıların başlamasında etkili olmuştur.(Osmanlının kuruluşunun 700. Yılı kutlamaları çerçevesinde) .Bu kazılarda kale içindeki  caminin ve diğer eserlerin ortaya çıkarılmasına katkı sağlamıştır.Prof. Dr. Halil İnalcık; “Osman Bey siyasi kariyerine Eskişehir’de başlamıştır. Eskişehir’deki Karacaşehir(Karacahisar) Osmanlı’nın ilk payitahtıdır. Uludere Köyü ’nün de tarihi rolü büyüktür. En eski kaynak olan Aşık Paşazade’deki verilerin tesbitinin yapılması gerekir” şeklinde değerlendirmiştir.
İnalcık yüzey araştırmaları sonucunda Karacaşehir köyünde bulunan camiin “Devletin ilan edilme  hutbesi okunan cami “ olarak işaretlenmesine katılmadığını belirterek ; kroniklerde bu camiin kalenin içinde olduğu çok açıkça anlaşılmaktadır.Açıklamalarıyla Kazılarda hutbe okunan camiinin de bu gün kale içinde  tespiti yapılmıştır.
İnalcık Hoca; 19.yüzyılda Odunpazarındaki  “ATLIHAN” ın metruk bir halden yeniden inşa yoluyla hayata geçirilmesine katkı sağlamıştır.( Odunpazarı Belediyesi tarafından Odunpazarı Evleri Yaşatma Projesi kapsamında 2006 yılında, orijinal mimarisi göz önünde bulundurularak 768 metrekarelik bir alanda Atlıhan adıyla yeniden inşa edilir ve günümüzde el sanatları çarşısı –Kafe’ler olarak turistik bir mekan olarak kullanılmaktadır)
Tarihçiliğe kazandırdığı ivme ile,Türk tarihçiliğine dünya ölçeğinde  bir yer edindiren İnalcık Hoca; 20.yüzyıl Türkçülüğünü esas almakla birlikte , toplumsal tarihçiliği , toplum hayatını ön plana çıkaran ve bunları yaparken de saha üzerinde çalışıp bilimsel süzgecinden geçirdikten sonra düşüncelerini kitap haline getirmiş ve bu kitaplar da dünya ölçeğinde kaynak kitaplar olmuştur. Osmanlı Medeniyetini de açıklarken tarihi coğrafyadaki kültürlerin karşılıklı etkileşimini açıklayabilmektedir.
                                                        
HALİL İNALCIK BİYOGRAFİSİ
9 Mayıs 1916 tarihinde İstanbul’da doğdu. İnalcık’ın soyadı, ileride bir tarihçi olacağını işaret edercesine tarihten alınmıştır. (Harzemşahlar’ın Maveraünnehir’deki valisinin ismidir) Ankara Gazi İlkokulunu bitirdikten sonra, Sivas Öğretmen okulundan nakil olduğu , Balıkesir Muallim Mektebi'ni bitirdi (1935) Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi Yeni Çağ Tarihi Bölümü’nde yükseköğrenimine başladı. 1942 yılında "Tanzimat ve Bulgar Meselesi" adlı doktora tezini verdi. Uzun yıllar aynı fakültede Osmanlı ve Avrupa tarihi üzerine dersler verdi. 1943’te Viyana’dan ‘Büyük Ricat’e Osmanlı İmparatorluğu ve Kırım Hanlığı başlıklı teziyle doçentliğe atandı . 1951'in yazında Bursa Şer'iyye Sicilleri üzerine çalışmaya başladı. Girişimleri sonucu Siciller , Topkapı Sarayı'ndaki atölyede ciltlenip temizlenerek tekrar Bursa’ya gönderildi. İnalcık, Haziran 1952'te Viyana Bozgun Yıllarında Osmanlı-Kırım Hanlığı İşbirliği teziyle profesörlük ünvanı aldı.
Sonra 1972 yılında Chicago Üniversitesi Tarih Bölümü'nde Osmanlı Tarihi Kürsüsünü kurdu ve "Osmanlı Tarihi Üniversite Profesörü" olarak ders verdi. 1973 yılında meşhur kitabı The Ottoman Empire The Classical Age 1300-1600 yayınlandı. Yurtiçi ve dışında çeşitli üniversitelerden fahri doktora payeleri aldı. 1993 yılında Bilkent Üniversitesi'ne davet edildi ve burada Tarih Bölümü’nü kurdu. “Center for Ottoman Studies” Bilkent Üniversitesi Osmanlı Tarihi Bölümü'nde yüksek lisans ve doktora öğrencilerine seminer dersleri verdi. 20. yüzyıl sona ererken Cambridge'de bulunan Uluslararası Biyoğrafi Merkezi  tarafından dünyada sosyal bilimler alanında sayılı 2000 bilim adamı arasında gösterilmiştir . Ardında 66 kitap ve 500'e yakın makalesiyle tarihçiliğinde en üst mertebeye ulaşmıştır.25 Temmuz 2016 tarihinde Ankara'da vefat etti. İstanbul'a Osmanlı İmparatorluğu döneminde protokol mezarlığı olan Fatih Camii  haziresine defnedilmiştir.

  
ESERLERİ (Bir bölümü) :
•The Ottoman Empire, The Classical Age, 1300-1600, London, 1973
•Studies in Ottoman social and economic history, London, 1985
•The Middle East and the Balkans under the Ottoman Empire, Bloomington, 1993
•Süleyman the second and his time, Istanbul, 1993
•An Economic and Social History of the Ottoman Empire (Donald Quataert ile birlikte), Cambridge, 1994
•From empire to republic: essays on Ottoman and Turkish social history, Istanbul, 1995
•Sources and studies on the Ottoman Black Sea, Cambridge, 1995
•History of Humanity (editor, Peter Burke ile birlikte), 1999
•Ottoman Civilization (Gunsel Renda ile birlikte), Ankara, 2003
•Essays in Ottoman History , Eren Yayıncılık
•Makaleler 1: Doğu Batı, Doğu Batı Yayınları, 2005
•Fatih devri üzerinde tetkikler ve vesikalar, Ankara, 1954
•Osmanlı'da Devlet, Hukuk, Adalet, Eren Yayıncılık, 2000
•Osmanlı İmparatorluğu'nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi Cilt 1/1300-1600, Eren Yayıncılık, Prof. Dr. Donald Quataert ile, 2001
•Osmanlı İmparatorluğu'nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi Cilt 2 / 1600-1914, Eren Yayıncılık, 2004
•Osmanlı İmparatorluğu - Toplum ve Ekonomi, Eren Yayıncılık
•Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), Yapı Kredi Yayınları, 2003
•Tanzimat ve Bulgar Meselesi, Eren Yayıncılık
•ABD Tarihi, Allan Nevins/ Henry Steele Commager (çeviri) Doğu Batı Yayınları, 2005
•Şair ve Patron, Doğu Batı Yayınları, 2003
•Balkanlar, (Prof. Dr. Erol Manisalı ile)
•Atatürk ve Demokratik Türkiye , Kırmızı Yayınınları ( 1.Baskı: Temmuz 2007 - 2.Baskı: Aralık 2007 )
•Devlet-i Aliyye (1.Baskı: 2009)
•Kuruluş - Osmanlı Tarihini Yeniden Yazmak
•OSMANLILAR, Fütühat ve Avrupa İle İlişkiler
Has-Bağçede 'Ayş u Tarab - Nedimler Şairler Mutripler, İş Bankası Kültür Yayınları (2016)
Kuruluş ve İmparatorluk Sürecinde Osmanlı
Osmanlılar (2016)
Kuruluş ve İmparatorluk Sürecinde Osmanlı (2016)
Rönesans Avrupası & Türkiye'nin Batı Medeniyetiyle Özdeşleşme Süreci, İş Bankası Kültür Yayınları (2016)
Osmanlı ve Modern Türkiye, Timaş Yayınları (2016)

Rifat GÜNDAY
Eğitimci,Araştırmacı ve Tarih Öğretmeni

*Tarihçilerin Şeyhi

KAYNAKLAR :
1- İlber Ortaylı
2- Tubitak Yayınları
3- İsenbike Togan
4- Emine Çaykara
5- Bekir Yusuf Açıkgöz

31 Ekim 2016 Pazartesi

Tarihimiz ve Kahramanlarımız -1 : BARBAROS-ZADE BÜYÜK HASAN PAŞA VE ŞARLKEN'E KARŞI KAZANDIĞI BÜYÜK ZAFER

BARBAROS-ZADE GAZİ HASAN(BÜYÜK HASAN) PAŞA VE ALMAN İMPARATORU  ŞARLKEN'E KARŞI KAZANDIĞI BÜYÜK ZAFER (GAZİ BÜYÜK-KARA HASAN REİS)
16.YÜZYIL  OSMANLI-ALMANYA SAVAŞLARI 
Osmanlı Devletinin 10.Padişahı ; I.Süleyman (KANUNİ) , 1520 yılında , Babası  I.Selim’in vefatı üzerine tahta geçmiş ve Büyük Dedesi Fatih Sultan Mehmet döneminde yarım kalan Batı seferlerine hızla başlamıştır. Belgrat( 1521) ,Rodos(1522) fetihleri  ve Mohaç zaferinin(1526) ardından Macaristan  fethedildi.Avrupa’da ise 1516 ‘da Alman ve Avusturya  İmparatoru olarak tahta çıkan 5.Karl yada Şarlken ; Papa’nın elinden  Kutsal-Roma Germen İmparatorluğu tacını giyerek(Achen-1520)  : İspanya ve sömürgeleri , Felemenk(Hollanda-Belçika) ülkelerinin de yönetimini üstlendi.Karada Osmanlı çok güçlü olduğundan,Şarlken ve kardeşi  Ferdinant(Avusturya İmparatoru ) meydan savaşlarından kaçınarak yerine denizlerde Osmanlıyla savaşmayı tercih etti. (Kanuni döneminde , Almanlar ve Avusturyalılar asla Osmanlılar’a karşı meydan savaşına çıkamadılar)
                                             Barbaros’un Huzura kabulü (Minyatür-1534)
                                                      Preveze zaferi(1538) tablosu
Bu durum  üzerine Kanuni Akdeniz’deki Osmanlı egemenliğini güçlendirmek üzere Uzun süredir İspanyollarla çarpışan ve Yavuz’un Mısır seferi sırasında yaptığı yardımlarla (Para ,Top ve diğer ateşli silahlar ile 2000 kadar da Yeniçeri emrine vermişti-1517)Cezayir hakimi  ve küçük birde donanması olan Barbaros’u İstanbul’a çağırdı. Barbaros Kaptan-ı Derya ‘lığa getirildi ve adı Hızır Hayrettin Paşa olarak kayıtlara geçti(Deniz Kuvvetleri Komutanı ve Denizcilik Bakanı-1534).Barbaros’un İstanbul’a gelmesiyle Cezayir doğrudan Osmanlı devletine katıldı.Kapudan Paşa  aynı yıl Tunus’u da fethetti ise de Şarlken geri aldı.Osmanlı ile Kutsal-Roma Germen savaşları Karada ve denizlerde sürerken ; Avrupa’nın birleşik  haçlı donanması (Fransa hariç) Preveze’de Andrea Doria komutasında, (Barbaros) Hızır  Hayreddin Paşa komutasındaki Osmanlı donanması karşısında büyük bir yenilgiye uğradı.(27.Eylül.1538) Bu yenilgiden sonra Akdeniz’de Osmanlı hâkimiyeti tam olarak sağlandı ,Osmanlı Seferleri’ de Batıya doğru  artarak devam etti.
16.Yüzyılda Osmanlı Devleti 
                                            Cezayir’de ,Hasbah’ta ”i Reis Sarayı”
ŞARKLEN’İN CEZAYİR BASKINI
Osmanlı Sultanı Kanuni Sultan Süleyman 1541’de Macaristan seferinde bulunuyorken, (Barbaros) Hızır  Hayrettin Paşa ‘da İstanbul’ a dönmüştü.Osmanlı için hele denizciler için sefer yılı tamamlanmak üzereydi.(Osmanlı orduları ve donanması  baharda sefer çıkar ,kış gelmeden de merkezlerine dönmüş olurlardı) .Preveze yenilgisi üzerinden 3 yıl geçmiş ve hala Şarlken yenilgiden ders almamış olacak ki yeni planlamalar yaptı.Daha önce Tunus’u alan Şarlken , Cezayir’ i de almak için tam bir  fırsat yakaladığı düşüncesindeydi.Mevsim itibariyle Osmanlı Donanmasının sefere çıkması uzak ihtimaldi.Üstelik Kaptan-ı Derya ve Cezayir Beylerbeyi Barbaros’da Cezayirden ayrılmış ,yerine evlatlığı Hasan Reis’i naip olarak bırakmıştı.Artık Macaristan ve Preveze’nin de rövanşını alabileceği düşüncesindeydi Şarlken.(!). Osmanlı’nın Cezayir’i savunacak kuvvetleri  üç binden bile azdı. Şarlken, Tunus’u almış (1534), Cezayir’i de alırsa  Akdeniz’de üstünlüğü kendi lehine çevirebilecekti. Cezayir’i Osmanlı devletinden ayırmak/almak  için hemen bir  baskın - sefer  hazırlıklarını başlattı. Nihai hedefi ;  Kuzey Afrika’dan Osmanlıları atarak  buraları Hristiyanlaştırmak’tı.  Şarlken , yine mağlup Amiral Andrea Doria kumandasında 70 Parça’sı  Kalyon olmak üzere  500 den fazla  gemiden müteşekkil büyük  bir donanma hazırlattı. Birleşik Haçlı armadasında  40.000’ i  denizci asker, 400’ ü  Malta şövalyesi olmak üzere 70.000’e yakın savaşçı toplandı.Birleşik Haçlı Armadasının  Komutanlığın da Andrea Doria’nın yanı sıra Aztek ve İnka Medeniyetinin yıkıcısı ,Güney Amerika istilacısı  Amiral Fernando Cortez de bulunuyordu. Kutsal Roma-Germen İmparatorunun bizzat katılacağı sefere en ünlü İspanyol, İtalyan ve Alman soyluları’ na ilaveten ilk defa yine Avrupa’nın  düşes, markiz ve kontesleri de zafer’ i(!) seyretmek için  katılmışlardı.Avrupa yüksek sosyetesinin en kibar hanımları ve genç kızları bu zafer(!) alayın da İmparatorun yanında bulunmaktan büyük bir gurur duyuyorlardı. Şarlken  Büyük Armadasıyla ve büyük bir festival havası içinde- tantanalı bir biçimde-  20 Ekim 1541’de   ansızın (Osmanlıların beklemediği bir zamanda) Cezayir’e (Cezayir Eyaletine)saldırdı ve başkenti ( Başkentin adı da Cezayir’dir)  müstahkem kaleyi kuşattı.Haçlı ordusu kuşatma için karaya 25.000 den fazla tepeden tırnağa zırhlı asker ile 200 civarında top çıkararak  kuşatmayı tamamladılar.(20 Ekim 1541)
Barbaros'un Cezayir'de olmaması İspanyolları sevindirirken, Cezayir halkını da üzüyordu. Gerçekten bu kadar büyük bir donanmayı karşılarında gören Cezayirliler şaşırmışlardı.Azıcık Leventleriyle Hasan reis Barbaros olmadan İspanyollara karşı koyabilecek  miydi? Yoksa Cezayir halkını yüzüstü bırakıp “yüzgeri” mi edeceklerdi. ?
                                                 Cezayir-1575(Braun Hogenberg)                                                      
 Reisler
Kaptan-ı Derya   Barbaros’un Cezayirde yerine bıraktığı Hasan Reis(Barbaros’un evlatlığı-Büyük Kara Hasan Ağa  olarak anılmaktadır) , Preveze Savaşında Barbaros’un yanında Merkez filo da çarpışmış ,Barbaros’un güvendiği “Kara” Lakaplı yaman bir reis’ti.Zaten Cezayir Beylerbeyliğine vekalet ederken de ; Sicilya’dan Cebelitarık boğazına kadar Doğu Akdeniz’i kontrol ediyor, İspanyolları baskı altında tutmaya çalışıyordu.Fakat şu anda Hasan Reis ‘in vaziyeti  çok kötüydü.Emrinde Profesyonel anlamda 1000 civarında Levendi ve 2.000’ e yakın da kara askeri  olmak üzere toplamda 2600 kişilik kuvveti vardı.Ancak Böyle durumlarda Cezayir halkından da bir miktar gönüllü alıyorlardı. Buna karşılık Haçlılarda her yönden büyük bir üstünlük vardı. Fakat Güz mevsiminden dolayı  Osmanlı donanmasının sefere çıkması/ yardıma gelmesi zamanı geçmişti.Mevsimin elverişsizliği  aynı zamanda   büyük haçlı  donanması  gemilerinin harp manevralarını güçleştirecek kadar olumsuz olmasından dolayı da aslında  her iki taraf için de bir nevi elverişsiz şartlar  oluşturmaktaydı                                                                  
Barbaros-zade  Gazi  (Büyük Kara) Hasan Reis , hemen askeri anlamda danışmak  için derhal harp divanını topladı.Divana ,Levendler , reislerin yanı sıra Cezayir ahalisinin ileri gelenleri ve tanınmış alimlerde çağrılmıştı.Ancak toplantıya katılanlar dahice  savunma fikirleri yerine daha çok korkunun hakim olduğu konuşmalar yaptılar.Konuşmaları dinleyen Hasan Reis :
- Ağalar, Karındaşlar (!) , karşımızdaki  düşmanlar kalamızı kuşattı. Düşmanın çokluğuna bakmayın ve  Korkmayın.Bize yakışan düşmana karşı canla-başla savaşmaktır. Gayret bizim zafer Allahındır.
Harp Divan’ının ,esasında Barbaros-zade Gazi Hasan reis’in bu kararı tabii ki geleceklerinden endişe eden ve yine İspanyolların insafına mı kalacağız diye düşünen Cezayirlileri sevindirmişti.Hatta Cezayirlilerden bir miktar gönüllü( 2-3 bin kadar)  daha surlara/kaleye  gelerek Gazi Hasan Reis’in kuvvetlerine katılmışlardı.
Kuşatma planını büyük bir heves ve kararlıkla uygulayan haçlı armadasında da Şarlken toplantı halindeydi.Toplantıda Avrupa’nın büyük amiralleri ve komutanlarıyla birlikte soylu asilzadeleri de bulunuyordu.Aslında Harp planını konuşacaklardı ama konuşmaya da gerek duymuyorlar , çünkü  başarılarından  artık çok emindiler .Sadece Türklerin  elçi gönderip anlaşmayla (Vire) Cezayiri  teslim etmelerini bekliyorlardı.Fakat bekledikleri Türk elçisi bir türlü gelmiyordu.Haçlı komutanlar kendi aralarında :Biz kaleye bayrağımızı dikmeden , Türkler akıllı iseler gelir af dilerler ve Cezayir karşılığında belki canlarını bağışlarız, filan diyorlardı ama kuşatma faaliyetleri  devam ederken iyice kıyıya yanaşmak zorunda kalan   yardımcı gemilerden (10) kadarını Gazi Hasan Reis batırmıştı bile… (İspanyol gemileri süratle  atış menzili dışına çıkmak zorunda kaldılar )
Şarlken elçi kabul etmeyi ,elçi göndermeye tercih ediyordu. Fakat beklediği Osmanlı elçisi bir türlü gelmediği için  komutanlarının önerisiyle ve çağın savaş adetlerine göre  Türklere  isteksiz bir halde elçi gönderdi.Cezayir’ e Taarruz /Hücum  başlatan  Şarlken'in elçisi, Gazi Hasan Reis'in huzuruna çok havalı bir şekilde çıktı. Kibir ve çalımla , küçümseyici  tavırlarla huzurdakilere göz attıktan sonra  Hasan Reis'e yaklaştı ve Şarlken'in mektubunu uzattı.. Gazi Hasan Reis yine Harp  divanı’nı  topladı. Divan huzurunda Şarlken'in isteklerini okuttu:"..Mektubum  sana ulaştığında derhal Cezayir kalesinin anahtarlarını getir. Belki bu suretle suçunu bağışlarım. Duydum ki, ‘Cezayir’de esir çok, bana esir lâzım değil.’ diye Hiristiyan esirlerin başlarını vururmuşsun. Cezayir’i zorla alırsam, elimden kurtulamazsın..."  diyordu. Şarlken'in ne istediği/arzusu  anlaşılmış ,savaşmadan ve derhal  kalenin/Eyaletin  teslim  edilmesini  bekliyordu. Kalede bulunan  bu adı sanı duyulmamış bir denizcinin(Gazi Hasan Reis’in), koskoca İspanya kralının  muazzam donanmasına  karşı koyacak değildi ya!Üstelik  Şarlken sadece İspanya kralı değil, birleşik Avrupa devletlerinin de imparatoruydu(Kutsal Roma-Germen İmparatoru)
Gazi Hasan Reis  daha önce komutanlarıyla konuşmuştu; ama istişare  için tekrar görüşlerine başvurdu;
-Ağalar, Şarlken'in sözlerini işittiniz. Ne dersiniz?
-Gazi babamız, ne dememizi beklersin?!.. Biz bu canı bu günler için saklarız. Siz nasıl cevap verileceğini iyi bilirsiniz.
Beklediği ve umduğu görüşlerin teyidini alan   Gazi Hasan Reis, Şarlken'e aynı elçiyle cevabi mektubunu gönderdi:
" Mektubun bize ulaştı Ey mel’un ve hınzır Şarlken… Kuru lâf ile ben sana  Cezayir’i vermem ve senden de korkum yoktur. ..Mağrurun hasmı Allah'tır..." 
Elçi Şarlken’e cevabı ulaştırdığında ; Şarlken öfkeden çılgına döndü ve kuşatmayı şiddetlendirdi. Karaya yeni toplar ve askerler çıkartıldı. Denizdeki  gemilerden  ve kıyıya çıkarılan toplarl  Surları hep birden   dövmeye başladı. Cezayir deki Türkler  bunalmaya başladı,  erzak ve su da  azalmaya başlamıştı zaten.Çok bunalan Gazi Hasan Reis İstanbul’dan “ Barbaros geliyor” haberini  yaydırsa da bu taktikten Şarlken hiç etkilenmemiş ,üstelik de sürekli Cezayir’ı sıkıştırmaya devam ettiriyordu.
Kuşatma devam ederken İspanyolların festival gününe denk gelen gecede kuşatma yapan  herkes şarap alarak eğlenmişler  ve sarhoş olmuşlardı.Durumu değerlendiren Gazi Hasan Reis gece yarısında aniden kaleden huruç (çıkış/saldırı) yaptı.Hasan Reis festival  gecesi  -yani 23 Ekim’i 24 Ekim 1541 ‘e bağlayan gecede -düşman ordugahına yaptığı ani baskında sarhoş haçlıları perişan etti.Gazi Hasan  Reis Levendlerden, muhafızlardan ve Cezayirli gönüllülerinden oluşan küçük ordusuyla ,İspanyol siperlerine dalmış , önce ateşli silahlarını boşaltmışlar ardından kılıç ve kamalarla sarhoşları haklamışlardı.  Anlatılanlara bakılırsa 10 000 den fazla İspanyol Osmanlılar tarafından kılıçtan geçirilmiş 500 kadarı da esir edilmişti.Ertesi sabah olanları öğrenen Şarlken büyük bir umutsuzluğa kapıldı.Oysa Osmanlıları en zayıf anlarında yakalamakla ne kadar övünerek baskın yapmıştı.
Öfkeden deliye dönen Şarlken tekrar ordusunu/donamasını toplayarak saldırı ve hücumlarını yeniden başlattı.
Haçlı Taaruzlarının  Cezayir müdafilerini iyice bunalttığı  Ekim’in sonlarında donanma Cezayir önlerinde demirli iken şiddetli yağmur gemilerdeki barutu kullanılamaz hale getirdi ve kuvvetli rüzgârın etkisiyle gemiler birer- birer kıyıya vurmaya başladı.Kaleyi kuşatan İspanyolların siperlerini de sular basmış,Kendilerini savunmaktan aciz hale gelmişlerdi. Yağmurda şiddetini artırmış fırtınaya dönmüş her yerde sular azgın bir nehir olmuş  akıyordu.Artık İspanyollar can havliyle sağa sola özellikle de kıyıya doğru kaçışırken , önlerini bu sefer de taşmış bulunan HARRAS (=Harraş)nehri kesti.İkinci bir fırsat yakaladığını anlayan Gazi Hasan Reis kaleden çıkarak hücuma geçti.İspanyolların Barut ve tüfekleri ıslanmış, silahları ateş almıyordu. Zırhlı İspanyol askerleri yağmurdan bataklık haline gelmiş arazide yürüyemiyor, çamurlara gömülüp boğuluyorlardı.Düşman ağırlıklarını da zaten siperlerinde bırakmış bulunuyorlardı. Nehri geçemeyen İspanyollar “Mayna Sinyör” diyerek aman dileyip Türklere teslim oluyorlardı.Karada  ,Kale kuşatma alanında bunlar olurken denizde de muazzam armada ya ulaşmaya çalışan Avrupa’nın en seçkin Haçlı birlikleri birbirlerine karışmış ve panik halinde  gemilerine  koşarak , birbirlerini adeta ezerek gemilerine çıkarken , armadanın  yarısı  karaya oturmuş (130 tanesi Türklerin eline geçecekti) 100 den fazla gemi de batmıştı. Sonuçta 20.000 Haçlı askeri fırtınadan boğulmuş veya Osmanlı kılıçları altında can vermiş, bir kısmı da esir alınmıştı.(31 Ekim 1541) Şarlken 1 Kasımda çekilme emri vermiş ve modifa burnunda kalanları toplamaya çalıştılar.İmparator Şarlken, Malta şövalyelerinin kahramanlığı –hayatlarını feda etmeleri-sayesinde canını zor kurtarmış., Toparlanan donanma 5 Kasım'da Cezayirden tamamen ayrılmıştır.Kalan birkaç gemisiyle Cezayir’den ayrılıp denize açılmayı başarmıştı.

 Bu olaydan sonra Şarlken bir daha deniz seferine çıkmadı.Şarlken rakibi Kanuniye özenerek donanmasının başında sefere çıkıp acı bir mağlubityeti tatmasına  neden olan Cezayir baskını kararına bin pişman olmuştu.Hayatında ,böyle  felaket bir mağlubiyetin  bu kadarını görmeyen Şarlken ağlamış ve üzüntüsünden  başındaki altın tacı (Papa’nın taktığı ) fırlatıp denize attıktan sonra:” Git zavallı çocuk ! Belki benden daha layık bir Kral bulursun ” Şarlken kendi canını zor kurtarıp İspanya’ya ancak  Aralık başlarında dönebilmişti. Sefer sonunda binlerce asker (30.000 ‘ den fazlası) ,yüzlerce gemi ve savaş ağırlıklarının yanı sıra 300 civarında İspanyol aristokrat kaybedilmişti.armadanın komutanı ; Andrea Doria ,Preveze de(1538) olduğu gibi bir Kaptan Paşa’ya değil ,sıradan bir reis’e mağlup edilmenin  acısını-ezikliğini  taşıyordu. bu olaydan sonra İmparatorluğu kardeşi Ferdinant’a ( Osmanlı Divanı-ı Hümayuna göre Avusturya Kralı “Fernandoş Kral”)bırakarak bir inzivaya çekilecektir.
                                                         5.ŞARL (ŞARLKEN)
Tarihin kaydettiği en büyük müdafaa  zaferlerinden biri olan Cezayir  zaferinin(1541)  müjdesi olarak ; Deli Mehmed Reis kumandasındaki 30 gemi(Çoğunluğu İspanyollardan ele geçirilen gemilerden oluşuyordu)’lik bir filo    21 gün sonra İstanbul`a gönderildi.Cezayirdeki Zafer müjdesini  alan (Barbaros) Hızır Hayreddin Paşa büyük bir mutlulukla  sevinç gözyaşları döktü. Cezayir zaferi Haberini  ,Barbaros heyetle birlikte  Kanuni Sultan Süleyman ‘a  ulaştırdı. Cezayir zaferi haberini alan Padişah Kanuni   ise huzurunda okunan “Zafername”  ile duyduğu ferahlıktan gözleri yaşarıp "Berhudâr ol mücahid Lalam! Hakikaten methettiğinden fazla imiş. Cezayir`de yerini boş komamışsın." diyerek , memnuniyetini Kaptan Paşa Barbaros’a belirtmiş, Vekaleten Cezayir’i yöneten Hasan Reis’i  Cezayir Beylerleyliği`ne asaleten atadığını belirten Hatt-ı Hümâyûn`u  da bizzat elleriyle yazmıştı.Bu tarihten sonra Gazi hasan reis artık “Paşa” rütbesini-  ki hakkıyla almış ve ömrünün sonuna kadar da denizcilikle uğraşmıştır.
Açıklamalar :
1-Barbaros-zade Hasan Paşalar iki ayrı kişi olmakla birlikte  birbirine karıştırılır.Bunlardan Büyük Hasan Barbaros’un evlatlığı olup Aynı zamanda Kara Hasan olarak da anıldığından Barbaros un manevi oğlu ve Cezayir beylerbeyliğininde halefi, İmp. Charles-Quint e karşı Cezayir galibi(31 Ekim 1941)…Preveze Deniz Savaşında (28 Eylül 1538) merkez filosunda görev yaptı.   1541 yılında Cezayir Beylerbeyliğine tayin olduktan sonraki adı : Barbaros-zade Büyük Kara Hasan Paşa olarak kayda geçmiştir.(Yazımıza konu olan Gazi hasan reis/Paşa) Kânûnî Sultan Süleymân, Hasan Paşayı vekâleten baktığı Cezâyir Beylerbeyliğine asâleten tâyin etmişti. Büyük Hasan Paşa, bundan sonra Akdeniz’de İspanya’yı daha sıkı bir şekilde baskı altına aldı. Cezâyir’de bayındırlık işlerine önem verdi ve pekçok hayır eseri vücûda getirdi. Sağlığının bozulması sebebiyle, 1544’te görevinden ayrılan Hasan Paşa, 1549’da Cezâyir’de vefât etti. Bâbü’l-vâd’deki türbesine defnedildi. İspanyol târihçi Hedo, Hasan Paşa için; “Hiç bir paşa, Cezâyir’de onun kadar adâlet ve hakkâniyet göstermemiştir.” 
2-Barbaros-zade Küçük Hasan paşa: Barbaros un tek oğlu olup ,evlatlık Büyük  Hasan Paşa’dan yaşça küçük olduğundan Küçük Hasan Paşa olarak anılmaktadır.Küçük Hasan Paşa,  Turgut paşa nın damadıdır. 3 defa Cezayir Beylerbeyliğine tayin olmuş , 1558 de, İspanyol ve Faslılara karşı Mostaganem savaşı galibidir.İstanbul’da vefat etti(1570).Beşiktaş’ta bulunan Barbaros türbesinde Babası’nın yanına defnedilmiştir.
 3-Şarlken’in Gazi Hasan Reis’e  gönderdiği Mektup :” Ey Reisi sen Barbaros'un bir hizmetkarısın, ben ise İspanya'ya ve en az onun kadar geniş İmparatorluğa hükmetmekteyim. Hangi yüzle bana kafa tutmak cüretini gösterebiliyorsun? Bilmiyor musun ki senin eski koruyucunu kovduktan sonra Tunus'u ele geçirdim. Tunus senin Cezayir şehrinden çok daha iyi tahkim edilmiştir, gene de kılıç elde oraya girip Barbaros'un askerlerini kovmam sadece bir kaç günümü aldı. Cezayir, hiç kuşku yok, gücüm karşısında çok daha kolay yenik düşecektir. Ama gene de şehir bana karşı direnebilecek olsa bile, kışın geri kalanını onu kuşatma altında tutarak geçiririm. Gelirken yanımda bir yıl yetecek kadar hazine ve kumanya getirdim. Yardıma gereksinme duysam bile ülkelerim uzakta değil. Ne var ki insanlık duygularım beni sana aman vermeye ve olumlu bir sözleşme vaadinde bulunmaya yöneltmektedir. Düşünüp taşınarak en uygun yolu seçmekte sana düşüyor. Eğer gururun ve kendini beğenmişliğin sana benim önermekte olduğum iyilikleri geri çevirtirse genel bir saldırı emri vereceğim ve zafer kazanan birliklerim, şehre girerek tüm halkı, benim haklı öcümü almak için kurban edecekler; uyarılmadım deme. Günah deme, günah benden gitmiş olacaktır. Namem sana ulaştığında derhal Cezayir kalesinin anahtarlarını getir. Belki bu suretle suçunu bağışlarım. Duydum ki "Cezayir de esir çok, bana esir lazım değil " diye Hristiyan esirlerin başlarını vurmuşsun. Cezayir'i zorla alırsam elimden kurtulamazsın…"
4-Şarlken in akibeti : Hayallerinin başarısızlığını ve artık kendine iyice ağır gelen imparatorluk yükünü çekemeyen şarlken, ispanya tahtını oğlu Felipe'ye, kutsal roma germen tahtını ise kardeşi Ferdinand'a bırakarak tahttan feragat etti. italya'nın denetimini güvence altına alıp, amerika kıtasındaki ispanyol sömürgeciliğine hız kazandırsa da ne Fransa'nın artan gücünü kırmak ne türk yayılmasını durdurmak ne de Almanya'nın iç sorunlarını çözmek başarısını gösterebilmişti. ispanya'da inzivaya çekilen ve bir manastıra yerleşen imparator 21 eylül 1558'de de orada öldü,
5- Huruç : Kaleler kuşatılırken(İhata) , Kalenin ana kapısından değil de ,kuşatanların beklemediği (genellikle gizli) küçük bir kapıdan ; kuşatılanların aniden kuşatanları yararak çıkma  hareketine verilen bir isim ve kavramdır.
6- Vire : Kaleyi kuşatanların kaledekilerle anlaşmalarına denir.Kuşatılanlar savaşmadan Kaleyi teslim ederlerse canlarının  bağışlanacağı anlamına gelen bir kavramdır.
Rifat GÜNDAY

Eğitimci,Araştırmacı ve Tarih Öğretmeni
Kaynaklar :
1-Barbaros Hayreddin  Paşa-Ebubekir Subaşı
2- Osmanlı Tarihinden İlginç Hikaye ve Anekdotlar-Avni Arslan-Ziya Demirel
3- Barbaros Kardeşler-Fırtınanın Oğulları-Jean,Louis Belachemi-Çev.Nihat önol