29 Aralık 2017 Cuma

AKINCILAR

Tarihimiz ve Medeniyetimiz -1: AKINCILAR  ; OSMANLI' NIN KARTAL KANATLI EFSANE SÜVARİLERİ  (Rumeli Eyalet Askerlerinin "Serhat Kulu " sınıfına dahildi)
                                                                                                                   Rifat GÜNDAY*
AKINCILAR
“Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik;
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!
Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: İlerle!
Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kaafilelerle…” (Soyu akıncılara ulaşan şairimiz : Y. K. Beyatlı)
Akıcılar ; Varna Savaşında (1444)
Akıncı Silahları ve Teşkilatı
Akıncılar Rumeli topraklarında sınıra yakın serhat bölgesi içinde bulunan düzenli ve displinli bir ordu teşkilâtıdır.
Akıncıların silahları pala, mızrak, kılıç, kalkan ve atların eyerine takılan başı topuzlu bozdoğan'dır. Bazıları hafif zırh giyer, başlarına da -Orta Asya geleneğinde  olduğu gibi  - kızıl börk takarlardı.(Bazıları kurt başı giyerdi) Subaylar ise genellikle kurt veya leopar postu giyerlerdi.Bazı akıncılar Kartal kanadı da takarlardı. Teçhizat olarak hafif süvari sınıfında idiler.Bu yüzden Akıncılar meydan savaşı yapamazlardı .(ordunun diğer  sınıflarıyla birlikte meydan savaşına girebilirlerdi) Akın sırasında bir ata binerler ve yedeklerinde bir -kaç  at daha bulundururlardı.
Akıncılar, sefer zamanlarında onarlı teşkilat halinde bulunurlardı. On kişiye “Onbaşı”, yüz kişiye (Toyçe veya Bölük )Yüzbaşı ve bin kişiye “Binbaşı” kumanda ederdi. Toyçe'ler (Bölükler) Binbaşı komutasında  birleşerek Akıncı beyine(Rütbeleri Sancak Beyine denk idi)  bağlanırdı.(Genellikle 10.000 kişiden oluşurdu) Her akıncı beyi bir ocağı teşkil ederdi.Ocakların yani beylerin başkumandanı ise Bosna Beylerbeyi idi.Akıncılar , düşman topraklarında belirli stratejik noktalara geldiklerinde küçük birliklere bölünerek yollarına devam ederlerdi.(Gerektiğinde toplanmak üzere)
Büyük seferlerde ise orduya artçılık ve öncülük yaparlar, birlikte muharebeye girer, kale kuşatmalarında aktif olarak yer alırlardı.
Akıncıların  kuruluşu Osmanlı Devletinin ilk yıllarına uzanan , Rumeli Eyalet askerlerinin “Serhat Kulu” sınıfından olup   Komutanlık  Merkezi Bosna'da(Önceleri Sancak , Sonradan Eyalet) bulunuyordu.(Serhat Kulu’nun diğer sınıfları Deliler ,Gönüllü’ler ve Beşliler’di) Akıncılar ,  Müslüman Türklerden oluşan ve babadan oğula geçen irsi bir askeri yapıdır.Selçuklular döneminde de “Uç Beyliklerinde” “Alp” olarak görünmüşler, esasında birden bire ortaya çıkmayıp Orta-Asya’dan itibaren dünyayı çınlatan nal seslerinin uzantısı hatta Mete Han’ın ilk askeri teşkilatının devamıdır diyebiliriz.(Mete Hanın onluk örgütlenme sistemini uyguluyorlardı) Akıncılar Türk Gaza geleneğinin öncüleridir. Serhad denilen hudud boylarında bulunan akıncılar, çok disiplinli bir teşkilâta sahiptiler,bir kaç dil bilir ve , düşmandan elde edilen esirlerden öğrendikleri bilgileri değerlendirerek istihbari bilgileri Ordu’ya/ Dersaadet’e ulaştırırlardı. Öncü kuvvetler oldukları için, ordunun silahlı -keşif hizmetlerini yürütüyorlardı. Bundan başka akıncılar sefer sırasında , düşman topraklarindaki araziyi tarayarak orduya yol –güzergah tayin ederlerdi.Akıncıların teşkilât ve Kurumsal yapıları akıncı kanunnamesiyle belirlenmişti. Merkezi ordu birliklerine mensup değillerdi, belli bir maaş ve kışlaları yoktu, vergiden muaftılar, ancak bazılarının tımarları vardı.”
Akıncı Kanunnamesi’nde, akıncılığın irsî olduğu ve şehit olan, savaşamayacak duruma düşen akıncının yerine oğlunun geçeceği, oğlu yoksa aile yakınlarından erkeklerin alınabileceği, bu da yoksa imam, köy kethüdası veya dürüst birini kefil göstermek koşuluyla aile dışından birinin akıncılığa girebileceği belirtilir. Ayrıca akıncı birlikleri, mensubu oldukları akıncı ailesinin(Ocak) adıyla anılırlardı.
Her akıncı ocağının “piri “soyu Osman Gazi’nin silah arkadaşlarına dayanıyordu.Akıncılar ; İlk Akıncı beyi olmasından dolayı Gazi Evrenos Beyi “pir “ olarak kabul ediyorlardı.
Mihaloğulları(Osman Gazinin silah arkadaşı Harmankaya Tekfuru Gazi Mihal) , Evrenosoğulları (Orhan Bey zamanında Karesi Beyliğinden hizmete alındı , Rumeli fethine katıldı)), Malkoçoğulları, Turahanoğulları (Turhanoğulları), ve Gümlüoğulları’dır.Akıncı ocakları sefer/akın dışında kendilerine verilen yerlerde : Silistre bölgesinde Malkoçoğulları, Sırbistan ve Bosna ( Semendre dahil) bölgesinde Mihaloğulları , Arnavutluk bölgesinde(Dalmaçya dahil) Evrenosoğulları Üsküp Bölgesinde Gümlüoğulları ve Mora bölgesinde Turahanoğulları bulunurdu.
Akınlar, katılan akıncı sayısına göre isimlendirilirdi. Akına katılan akıncı sayısı yüzden az ise “çete”, yüzden fazla ise “haramilik”, akıncı beyinin komutası altında yapılıyorsa “akın” adı verilirdi.
Akıncılar idari olarak sancak beyleri dolaysıyla Beylerbeyine bağlı olmakla birlikte doğrudan Sultan’dan da emir alır , istihbarat verebilirlerdi.Bir örnek vermek gerekirse Akıncılar Macaristan fethine kadar Tuna nehrini en az 300 den fazla geçerek Avrupa’ya akınlarda bulunmuşlardır. Özetle Akıncı, öncüdür.
gönüllüdür, fedaidir,
dalkılıç ve kelle koltukta sefere çıkan her biri birer serdengeçtiydiler.

14, 15 ve 16. Yüzyıllarda Rumeli’nin fethi ve Rumeli'nde yeni bir Türk anayurdu oluşmasında ,Fetret döneminde Rumeli’nin savunulmasında Akıncıların rolü büyüktür.
 Malkoçoğlu Bali Bey ile Semendre Sancak Beyi Hüsrev Beyler
 Mohaç Muharebesinde(1526)
MEŞHUR AKINCI SAVAŞLARI : Akıncıların (Malkoçoğulları ve Mihailoğulları) Tarihteki önemli mücadelelerinden biri  de Eflak voyvodası Vlad Çepeş(Kazıklı voyvoda) takibidir.Fatih döneminde Avrupalıların da desteklediği bu azılı gaddar Türk Düşmanı  3.Vlad ,Bükreş yakınlarında Akıncılar tarafından öldürüldü.
Malkoçoğullarının  Lehistan (Polonya) akınları çok meşhurdur.Silistre Sancak Beyi Malkoçoğlu Bali bey 30.000 akıncı ile Podolya’ya girdi(1497)  ,Leh Kralı akınları durduramadığı gibi Varşova’ya kadar  1000 km bir menzile ulaşarak vurdu.Bu yüzden Bali bey’e “Varşova Fatihi “  denmiştir. Çaldıran Seferinde (1514) ise akıncılar bir Trajediyle karşılaşmış , Malkoçoğlu  Bali Bey’in  iki oğlu da Ali Bey ve Tur Ali Beyler  savaşta şehit düştüler.
Birinci Viyana Kuşatması’ndan(1529) sonra  Kanuni orduyu Budin’e geri çekerken , ordunun korunması için de Malkoçoğlu Kasım Bey’e Almanya içlerine akın yapma emri vermiş.; Malkoçoğlu  Kasım akıncılarıyla Almanya’yı kasıp kavurduktan sonra, dönüşte Viyana önlerinde tuzağa düşürülmüş 12,000 akıncısıyla birlikte şehit olmuşlardır.
AKINCI OCAĞININ SÖNMESİ
1593-1606 Osmanlı –Avusturya Savaşlarında ,Eflak Voyvodası Mihal  isyan etmşti .sefer çıkan Sinan paşa savaşmadan orduyu geri çekmiş , Tuna’yı geçmekte olan Sadraz am Sinan paşa’nın artçıları olan Akıncılara  Voyvoda Mihal ani baskın yaparak  köprüyü  tahrip ederek orduyu ikiye ayırmış , maalesef   köprünün Avrupa kıyısında kalan Akıncıları imha etmişti.(1595)

1595  tarihinde meydana gelen “ Köprü “(Yergöğü köprüsü) olayından  sonra, akıncıları ve onların atlarını yetiştirecek ustalar da yok olduklarından, akıncı ocağı bir daha toparlanamadı. Akıncı mevcudu 17.Yüzyıl başında  2000–3000 ‘e kadar düşmüştür. Akıncıların bu  “köprü olayından “  sonra adlarını tekrar duyurdukları olaylar : Haçova zaferinin kazanılmasında (1596)  Kanije Savunmasında  (1601)  İkinci Viyana Kuşatması sırasında(1683)  Almanya içlerine yaptıkları akınlarla  söz ettirdiler.  17’nci yüzyıldan itibaren Akıncıların  görevi Kırım Tatarlarına verilmiştir.1829 'da yapılan Askeri düzenlemelerle öteki askeri sınıflarla birlikte Akıncı adı resmen de ortadan kaldırılmıştır.Yukarıda ki "Akıcı " şiirinin Şairi Yahya Kemal Beyatlı'nın soyu Akıncı ailesine dayandığı gibi ,Medine Müdfaasınının kahramanı Fahreddin Paşa 'nın soyu da (Anne Tarafından)Akıncı ailesi Malkoçoğlu Bali Bey'e dayanmaktadır.
Rumeli'de Türk Ordu Teşkilatı
AKINCILIĞIN DİRİLİŞİ
Akıncılığın ortadan  kalkmasından uzun bir aman sonra  ,özellikle balkan yenilgisinden sonra ihtiyaç ortaya hasıl olmuştu.Kuşçubaşı Eşref Bey topladığı gönüllülerle Batı Trakya ve Doğu Rumeliye akınlarda bulunarak Batı Trakya Cumhuriyetini kurmuştu.(1913). Yine Kuşçubaşı Eşref  Bey  1.dünya harbinde oluşturduğu akıncı müfrezesiyle Şerif Hüseyin ‘in Hicazzdaki çemberini yararak Yemen deki Kuvvetlerimize yardım göndermişti.(1918)Mondros’la birlikte  Anadolu işgal başlayınca yerli akıncı çeteleri ilk mücadeleyi başlatacaktı.Bu manada İbrahim Ethem’in Demirci akıncıları  başta olmak üzere  Batı cephesindeki tüm Kuvayı Milliye birliklerinin akıncı teşkilâtlanmasıyla faaliyet gösterdikleri anlaşılır Hatta her bir Efe’nin emir komutası altındaki Kuvayı Milliye birliği “çete” olarak sınıflandırılması  bu, akıncı teşkilâtının  “Toyçe”lerine denk idi. 17’nci Kolordu Komutan Vekili Albay Bekir Sami ile 57’nci Tumen Komutanı Albay Sefik (Aker) bu konuda çalışma yaparak akıncı süvari birlikleri oluşturmuşlardı.Süvariler, Fahrettin (Altay)komutasında  yaptıkları akınlarla (Mızraklı süvarilar)Sakarya Zaferinde rol oynamışlar , Büyük Taaruz’da da Yunan ordusunun birleşmesini engelleyerek 30 Ağustao’ta kesin zaferin elde edilmesinde önemli bir rol almışlardı.
Askeri açıdan “Akıncı “ kavramı , 450 yıl sonra Batı dünyasında "komando" adıyla olarak ortaya çıkacaktır.Bizde de 1927 yılında bir Dağ komando teşkilatı denenmiş olsa da , standart komando taburlarımız 1965 yılında Eğridir’de kurulmuştur.Bu gün ABD deki Komando Tümenleri geçmişinde Kızılderililerle savaşan Ranger’lere atfen “Ranger Komandoları “ olarak adlandırılmış olması , bizim her türü mevcut olan Komando birliklerimizde (Jandarma,Hava ;Deniz , Kara) “Akıncı” adına yer verilmemiş olması ise  tarihçilerimiz  tarafından geçmişimizle olan bağlarımızı kopardığını düşünmekteyiz.
*Rifat GÜNDAY
Eğitimci,Araştırmacı ve Tarih Öğretmeni
Kaynaklar :
1- Yılmaz Öztuna , Osmanlı'nınAtlı Komandoları : Akıncılar Tarih ve Medeniyet Dergisi,22 s.
2- Türk  Ansiklopedisi , MEB yayınları
3-Bahattin Ögel , Türk Kültür Tarihine Giriş
4-İ.Hakkı Uzun Çarşılı ,Kuruluşundan 15. Asra kadar Osmanlı Teşkilatı
Akıncıların katıldıkları Büyük Muharebeler
1364 Sırpsındığı  savaşına Evrenosoğlu Hacı İlbey komutasında 10 Bin akıncı zaferi sağladı.
1389 Birinci Kosova Savaşına Gazi Evrenos Bey komutasında 20 Bin akıncı ,
1444 Varna Savaşına  Karaca Paşa ve Turahan Bey komutasında 10 Bin akıncı
1448 İkinci Kosova Savaşına  Gazi Mihaloğlu Hızır Bey komutasında 10 Bin akıncı,
Sırbistan seferi 1459   Sancakbeyi Gazi Mihaloğlu Ali Bey
1497 Varşova Seferi Malkoçoğlu Bali Bey 40.000 akıncı
1473 Otlukbeli Savaşına  Gazi Mihaloğlu Ali ve İskender Beyler ile Turahanoğlu Ömer Bey komutasında 50 Bin akıncı,
1514 Çaldıran Savaşına  Gazi Mihaloğlu Mehmed Bey ve Bali Bey  komutasında 40 Bin akıncı
1526 Mohaç  Savaşına Malkoçoğlu  Bali ve Hüsrev Beyler komutasında 10 Bin akıncı
Birinci Viyana Kuşatması 1529  Malkoçoğlu Kasım Bey, Bali Bey ve Sultanzâde Mehmed Bey….

30 Ekim 2017 Pazartesi

KUDÜS

Tarihimiz ve Olaylar-6 : KUDÜS                                                        Rifat GÜNDAY*

KUDÜS , Peygamberler şehri ,ilk kıblegahımız ,Arş-ı ala nın kapısıydı .Bilinen tarihine rağmen gizemlerle dolu bir geçmiş, öyle geliyor ki geleceği de yeni gizemlere açık ,stratejik  ,efsanevi şehir.Bilinen bir çok peygamber buradan geçmiş ve kabirleri de burada olmasından dolayı üç ilahi din için tasavvur edilemez bir kutsallıkta. Yahudiler için tanrının dünyayı yaratmaya başladığı yer, Hıristiyanlar için mahşerdeki dirilişin mekânı, Müslümanlar için ise ilk kıblegah ve mirac.Bu gizemli tarihte bir şekilde putperestler de yer almışlar.Kudüs tarihine bakmadan yani nasıl bu güne geldiğini anlamadan üç ilahi din için neden vazgeçilmez derecede önemli olduğunu anlayamayız.

Kuruluşu M.Ö.6000 yıllarına kadar giden ; Küdus(eski Kudüs , Doğu Kudüs ) ; Filistin’in ortasında , Lut gölünün bulunduğu deniz seviyesinin altındaki(-380 mt.) çukur alanın batısında , ve bu alandan yer yer fay kırıklarıyla ayrılan dalgalı bir platonun , Moriya dağı(seçilmiş dağ-770 mt.rakımlı)yüzeyinde bilinen kayıtlarına göre Kenaniler ‘in kolu olan Yebasiler tarafından kurulmuştur .Küdus ; Lut gölüne 24 km , Akdeniz’e 52 km mesafededir.Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs sahra bu Moriya dağında inşa edilmiştir. Güneyde Akar Dağı ve Kıyamet Kilisesi bulunmaktadır. Batıda ise Sihyon Dağı (Hz.Davud Dağı) vardır. Kudüs’un 34 kuleli ve 7 kapılı surlarını Osmanlı Sultanı Kanuni Sultan Süleyman inşa ettirmiştir.(1542) Küdüs Şehri bölgenin en stratejik ve en elverişli bir konumundadır.Bu yüzden Uzun yıllar Avrupa’da 3 kıtanın merkezi olarak tanımlanmış hatta haritalarda arz’ın merkezi olarak da gösterilmiştir.
PEYGAMBERLER TARİHİNDE KUDÜS
Kudüs’ü üç ilahi din için de kabul edilen Hz. İbrahim (a.s.) ziyaret etmiştir( M. Ö. 1900 yılına doğru). İsrail oğulları olarak bilinen yahudiler de Hz. İbrahim (a.s.)'ın oğlu İshak (a.s.)'dan olan torunu Yakub (a.s.)'ın soyundan gelmektedirler. Bu soydan gelen Hz Davut(a.s), Kudüs'ü ele geçirdi (M. Ö. 11. Yüzyıl) ve Muzaffer bir asker olarak şehre girdi , burayı krallığının başkenti yaptı.Davut(a.s) tan sonra şehre oğlu Süleyman (a.s.) hükmetti. Onun döneminde Mescid-i Aksa inşa edildi. Kudüs’e Tarihinde en büyük saldırıyı ise Babil Kralı Nabukadnezar yapmış Kudüs’ü yerle bir ederek Yahudileri de buradan sürmüştür.( M. Ö. 586).Kudüs ,Sonra Perslerin eline geçti(M:Ö 538) ve Yahudiler ‘in dönüşüne izin verdiler. M. Ö. 332 yılında şehri Makedonya kralı İskender ele geçirdi. sonradan da Roma hakimiyetine geçti.( M. Ö. 64) Kudüs’te yaşamış Zekeriyya (a.s.)'ın(Oğlu da Peygamber Hz.Yahya) baldızının kızı olan Hz. Meryem'in oğlu Hz. İsa (a.s.) da M. Ö. 4 yılında Kudüs yakınındaki Beytüllahim'de bir mucize olarak babasız dünyaya geldi. Hz.İsa 33 yaşına gelince de tıpkı -Resûlü Ekrem'in(S.A.V) mîrâcı gibi -O'da bu kutsal şehirden semâlar ötesine, Rabbinin katına yükseldi.(Hristyanlıkta Çarmıha gerilme olayı olarak anlatılır)
Kudüs tarihinde Yahudilerin sürgün olayı kadar ayaklanmaları da mevcuttur.Ayaklanmaların ilki ; M. Ö. 138'de başlayan Roma komutanı Hadrian tarafından bastırıldı ve şehir ikinci bir yıkıma/kıyıma uğratıldı. İkinci Yahudi ayaklanması M. Ö. 66 yılında Roma imparatoru Titus'a karşı gerçekleştirildi Titus, şehirden Yahudileri kovdu. Bizans imparatoru Konstantin ise, Kudüs’u Hıristiyanlaştırdı ..M. S. 614'te Kudüs, Persler (İranlılar) tarafından tekrar ele geçirildiysede 627 yılında Bizanslılar şehri Perslerden tekrar geri aldılar.
MİRAÇ ve   KUDÜS'ün FETHİ 
Peygamber Efendimiz (S.A.V) namaz kılarken Mescid-i Aksâ'yı kıble edindi, Yani mübarek yüzünü Kudüs’e döndü.(Ancak Resululah(S.A.V) Kabe’ye sırtını dönmemeye özen göstermiştir) Mescid_i Aksa nın kıblegahı hicretin 2.yılına kadar sürdü.(Hicretten sonra 17.aya kadar) Peygamber Efendimiz Hz.Muhammed(S.A.V) Miraç yolculuğunda Burak'a binip Mekke'den Kudüs'e, Kudüs'ten arş-ı âlâya yolculuk yaptı. Kendisini sırtına alıp arş-alaya götüren “Burak”ı Mescid-i Aksa'nın bir duvarına bağlamıştı. (Yüce Rabbin makâmına yükseliş şehri Kudüs ; İslam Tarihçilerinin deyimiyle arş-ı ala ile Kudüs arasında çok ince bir zar vardı)
Kudüsün son kez Bizansın eline geçişinin üzerinden 9 yıl , Peygamber efendimizin vefatının üzerinden 4 yıl sonra İslam ordularınca Suriye ,Mısır ve Filistin’in Fethiyle Kudüs yolu açılmıştı,Kudüs’ü Halife Hz Ömer'in tâyin ettiği İslam orduları başkumandanı Ebû Ubeyde b. Cerrah fethetti .(Miladi 636, Hicri 14) Patrik Sophronios şehrin anahtarlarını, Ebû Ubeyde'nin dâvetiyle Medine'den Kudüs'e gelen Hz Ömer'e teslîm etti.(Bir Deveyi kölesiyle dönüşümlü binerek Kudüs’e gelmeleri hayretle karşılanmıştı)
Mescid-i Aksa 

Emevi halifesi Abdülmekil b. Mervan, Peygamberimizin Mîrâca çıkarken bastığı kaya (sahra) üzerine, Kubbetüs-sahra'yı inşâ ettirdi.Oğlu Velid b. Abdülmelik ise Mescid-i Aksâ'yı yeniden inşâ eden halife oldu. Abbasiler döneminde halifelik zayıflayınca ; Selçuklular Abbasilere dolaysıyla halifeliğe destek olarak ve ayrıca da Selçukluların Kudüs'e hâkim oldukları 25 yıldan sonra(1070-1098) Fatimi devri başladı(1098).
Bu dönemde Avrupalılar Kudüs’e Papalıkça (Papa 2.Urban teşvikiyle )haçlı seferleri başlattı. Anaduluyu da tarumar ederek(Sultan Kılıç Arslan ve Danişment Gazi’nin gayretlerine rağmen bu orduyu durduramamışlardı) Kudüse gelen Godefri De Buyyon komutasındaki 1.haçlı orduları(1095-1099) Barbarca şehre üşüşerek , Fâtımîlerin hâkimiyetindeki Kudüs'ü işgâl ettiler. Kanlı bir kılıçlamadan dolayı Sokaklar et yığını hâline geldi. Haçlılar, tüm Müslüman ve Yahudileri katletmişlerdi. Korkunç derecede ki kan kokusu, günlerce Kudüs’ten çıkmadı.. Musul Atabeyi Nûreddin Mahmud Zengi, Kudüs'ü esâretten kurtarmadan uyumayı kendisine haram etti. Mescid-i Aksâ için bir minber dahi hazırlattı.-Kurtuluş hediyesi olarak kutlu mâbede takdim etmek üzere.-Bu amaçla Urfa ,Halep ve Şam’ı Haçlılardan geri almış Kudüs’e yürümeyi planlarken 2.Haçlı seferide Kudüste son bulmuştu. şte bu Nurettin Zenginin yanında yetişen Selahaddin Eyyubi'nin1186'da Kudüs’ü yeniden İslam hakimiyetine kazandırdı. (Kudüs 1099 yılında Haçlıların ilk işgâlinden îtîbâren 145 yıl sonra tekrar Türklerin eline geçti.) Selahaddin ,Miraç gecesi Kudüs’e girdi ve Nurettin Zengi’nin yaptırdığı minber’i Mescid_i Aksa’ya getirtip eliyle yerleştirdi.
Kudüs'te Kaybolan Selçuklu Kitabesi 
3.haçlı seferi (1189-1192) “Aslan yürekli” Richard (İngiliz) ve Philip August’un (Fransız) tertiplediği düzenli orduları Kudüs’e ulaşmış ancak mağlup olarak ülkelerine denebileceklerdi. 6. haçlı seferi(1228-1229)Kudüs anlaşmayla Haçlılara geçtiyse de Eyyübilerce mağlup edilince Kudüs’ü Teslim ederek geri döndüler.7.ve 8 seferleri de başarıya ulaşamamıştı.Haçlı Seferleri 1095 ve 1272 yılları arasında Kudüs bahane edilerek Müslümanların elindeki kutsal topraklar üzerinde askeri ve siyasi kontrol kurmak için yapılan bu seferler sonucunda bölgede epey hristyan –Latin kontluklar kuruldu.Bunların son kalıntıları Memluk Sultanı Baybars ; Hayfa, Yafa, Antakya Trablusşam ve Akkâ’daki bütün kale ve şehirleri ele geçirerek Buralardaki son Haçlı kalıntıları da temizledi (1291)Kudüs, 1291'de Memlükler'in hakimiyetine geçti ve bu hakimiyet 1517'de Filistin toprakları Osmanlı devletinin eline geçinceye kadar devam etti.
Napolyon, Gazze, Remle ve Safed'i işgâl ederek Kudüs’ü ilerlemiş ancak Cezzar Ahmed Paşa (3.selim döneminde kurulan Nizam-ı Cedit ordusu) tarafından yenilgiye uğratılınca (1799) bölgeden kaçmak zorunda kalmıştı.1853’de Ruslar Kudüs’te Ortadoksların etkisini artırmak için”Kutsal Yerler Meselesi” ni çıkartmış neticede Kırım Savaşına neden olmuştu.
KUDÜS’E VEDA
1870 lerden sonraki Filistine Yahudi göçleri gizli-kapaklı başlamıştı..Gerçi Sultan 2.Abdülhamit teodorHerzt’in teklifini reddetse de sonuçta Osmanlı hakimiyeti 1917'e kadar ancak sürebildi. Kudüs’teki Osmanlı Hakimiyetini sona erdiren olaylar ; 1.dünya savaşının genel gidişatının sonucunda bu nokta ya gelindiğini hatırlayalım : Bir kısım tarihçiler Birinci Dünya Savaşına paylaşım savaşı da derler. Belki de bu söyleyiş savaşın amacına daha uygun düşebilir. “Hasta adam “olarak adlandırılan Osmanlının topraklarının paylaşımı amaçlanmıştır. Çünkü Bu savaştaki hedeflerini “3 B” olarak tanımlamışlardı.”3 B” yani ; Bağdat , Bakü ve Batum üçü de Petrol kaynağı idi ve emperyalizmin dünya hakimiyeti için önemliydi.
1915’de Çanakkale’de doğrudan Osmanlının kalbini ele geçirmeye çalışan İngilizler ummadıkları bir yenilgi alırlar. Ancak Güney cephemizde savaşı daha geniş bir alana yayarak , gayrinizam-ı harplerle Şerif Hüseyin’in de desteğiyle ; Cidde ,Mekke ve Taif’i ele geçirip Medine’yi kuşatmaları(1916).Kızıldenizin son bağlantı ve üsleri Vech’ in düşmesi Akabe’nin ele geçirilmesi(1917) Osmanlı’nın kanal harekatlarındaki(1.kanal 2/3 Şubat 1914 , 2.kanal 27 Temmuz 1916) başarısızlık ve kayıplar durumu zorlaştırmıştı. KUDÜS'ÜN TESLİMİ: 1917 Yılına gelindiğinde : 11 Mart 1917'de İngiliz ordusu Bağdat'a girmişti.Ancak En Güneyde Yemen'de kolordumuz hala bulunuyor, Medine savunmasıda sürdürülüyordu. Gazze muharebeleriyle Türk ordusu (7.Ordu) Gazze-Birüssebi hattını İngilizlere karşı Filistin’e girişleri için tutulmaya çalışsa da 3.Gazze ve ardından El-Mugar savaşında(13 Kasım 1917) 7.Ordumuzu(Kres von Kressenstein komutasındaki) mağlup eden İngiliz Kuvvetleri(E.Allenby komutasında) savunma hattımızı kırarak Kudüs yönüne ilerledi. Yirmi beş bin şehit vermiş birliklerimiz Kudüs etrafındaki tepelerde savaşmış özellikle Zeytindağındaki tümenimiz çok çetin muharebeler yapmasına rağmen İngilizler henüz Kudüs'e girememişlerdi.Fakat Ordudaki Alman subaylar Kudüs'ün teslimini kendilerince gerekli görüyorlardı.(Daha öncesinde Alman subayların harekat planlarını red eden Mustafa Kemal Paşa ile Cemal Paşalar bölgeden bu yüzden ayrılmışlardı) Neticede 9 Aralık 1917 günü Kudüs Mutasarrıfımız İzzet Bey, Belediye Başkan Vekili Hüseyin Bey'e bir teslim mektubu vererek şehirden ayrılmıştır(Osmanlı’nın Yıldırım Orduları Grubu’nu yöneten Alman Mareşali Erich von Falkenhayn ‘ın talimatıyla) 9 Aralık 1917 'de Belediye Başkanı Hüseyin Bey , Mutasarrıf İzzet Beyin mektubunu beyaz bayrak açarak İngiliz Birliğine teslim etmiştir..
Haçlı seferleri sonunda gerçekleştirilen işgalden sonra ikinci büyük işgal 1917'de İngilizler tarafından Filistin topraklarına girerek gerçekleştirdiler.
Kudüs’e giren  İngiliz İşgal Orduları Komutanı Edmund Allenby (11 Aralık 1917) Bize göre Hz. İbrahim kapısından ,Batılılara göre Yafa kapısından yaya olarak mersimle girmiş ve sıkıyönetim ilan etmiştir. (E.Allenby yaklaşık bir yıl sonra Şam'a girerek Emevi camiindeki Kudüs'ün tarihi şahsiyeti Selahaddin Eyyubi’nin mezarını tekmeleyerek ‘kalk Selahaddin biz yine geldik!’ diye bağırır.) Türklerin Filistin’den ayrılışı hiç dinmeyecek savaşların kan, gözyaşı ve kargaşa ve kaos’un da başlangıcı olacaktır.. Filistin, İngiliz işgali öncesinde; 400 yılı Osmanlı hâkimiyetinde olmak üzere, 1100 yılı aşkın bir süre Türk idaresinde kalmıştır.
MANDA YÖNETİMİNDEN İSRAİL’E
Filistin topraklarının işgaliyle Yahudilerin buralara yerleştirilerek bir Yahudi devletinin kurulmasının amaçlandığı 1916 tarihli Sykes - Picot Anlaşması'da (İngiltere, Fransa ve Rusya arasında imzalanan gizli antlaşma) .Bu konu ayrıca Balfour deklarasyonunda yer almasına rağmen (İngiliz Dişişleri Bakanı ,Lord) Şerif Hüseyin-İngiliz ittifakını etkilememiş,Neticede Paris Antlaşmasıyla ( 1919) imzalanan Faysal-Weizmann Antlaşması, Ortadoğu’da kurulacak bağımsız bir Arap krallığı içerisinde sınırları belirlenen Filistin bölgesinde bir “Yahudi yurdu” oluşturulmasını kabul ediyordu. Bu bir İngiliz idaresinde özel bir bölge(Manda yönetimi) olacaktı. Şerif Hüseyin’in alternatifi olacak Faysal ayrıca krallığının bağımsızlığına destek koşuluyla Balfour Deklarasyonu’nu tanıdığını ve Filistin’e Yahudi göçünü kabul ettiği yönünde de söz vermişti.1921’de Filistin mandası sınırları içinde yer ayrılarak oluşturulmuştur. İngiliz manda idaresi ve beraberinde devam eden Yahudi göçleriyle Arapların ve Filistinlilerin mülksüzleştirilip zulme uğraması, bölgedeki Arap-Yahudi çatışmasını gittikçe büyüterek şiddetlendirdi ve başta 1929 Ağlama Duvarı Olayları ile 1936-1939 Büyük Arap İsyanı gibi kanlı çatışmalara sebep oldu.
ABD’nin 2. Dünya Savaşı’ndan, dünyanın iki süper gücünden biri olarak çıkmasıyla Yahudilerin yeni Batılı emperyal hâmisi İngilizler değil Amerikalılar olacaktı. Neticede İngiltere 1947’nin Şubat ayında, New York’taki Birleşmiş Milletler’e (BM) başvurusuyla , Kudüs uluslararası statüde iki devletli formül kararıyla sonuçlandı (Kasım 1947, 181 sayılı karar).

Arap-İsrail Savaşları : İngilizler BM’deki oylamayı beklemeden Eylül 1947’de, 15 Mayıs 1948’de Filistin manda idaresinin sona ereceğini ilân etti. Bu karar büyük ve kanlı bir Arap-İsrail iç savaşına (1947-48) ve 1948 Arap-İsrail Savaşı’na sebep oldu. Tüm bu kanlı dönemin sonunda İsrail Devleti’nin kuruluşu gerçekleşmiştir (1948).David Ben-Gurion İsrail Devleti’nin kuruluşunu ilan etti (14 Mayıs 1948). Böylece Ortadoğu'yu kan gölüne çevirecek Filistin-İsrail mücâdeleleri başlamış oldu
Kurulan yeni devlet, ABD tarafından o günün gecesinde fiilî anlamda tanındı (hukukî tanıma arkadan gelecekti). Rusya, 17 Mayıs 1948’de doğrudan hukukî olarak İsrail’i tanıdığını ilân etti. Türkiye ise Mart 1949’da fiilî, bir yıl sonra da hukukî olarak İsrail’i tanıyan devletler arasına girdi.İsrail devletinin kuruluşun ilân edilmesinin hemen ertesi günü (15 Mayıs 1948) Mısır, Suriye, Lübnan ve Irak’tan oluşan komşu Arap devletleri İsrail’e karşı saldırıya geçtiler. 11 Haziran’daki BM Ateşkesi’ne kadar, Kudüs dışında tüm Arap saldırıları Ben Gurion komutasındaki İsrail ordusu tarafından püskürtüldü. Arap cephesinde büyük bir yenilgi yaşandı. 1948-49 yıllarındaki askerî operasyonlar, katliamlar ve zulüm nedeniyle göçe zorlanan Filistinliler oldu.
1967 Haziran (Altı Gün)Savaşı :
1967 baharında Suriye devletine SSCB tarafından verilen yanlış bir istihbarat ; Filistin Arapları için çok daha yıkıcı bir felakete neden oldu. ; İsrail ile Mısır arasında tampon oluşturan Sina Yarımadası’ndaki BM bölgesini ve arkasından Akabe Körfezi’ndeki limanı Eliat’ı İsrail işgal etti.,Mısır'dan Gazze ve Sina Yarımadası'nı, Suriye'den de Golan Tepeleri'ni aldı. Savaşın sonucunda 500 bin Filistinli daha göç etti. 1964 de FKÖ kuruldu.1969 da Mescid-i aksa saldırısından sonra İslam Ülkeleri, İslam İşbirliği teşkilatını kurdu
Bundan sonraki süreçler hep Müslümanların aleyhine gelişecekti.1979 - İsrail ve Mısır barışının yani Camp David’in üzerinden çok geçmeden İsrail, 1980’de Knesset’te kabul edilen Kudüs Yasası ile Kudüs’ü doğusuyla, batısıyla birleşik olarak İsrail'in başkenti ilan etti. 1982 – İsrail’in Lübnan'ı işgal i,1. İntifada 1987-93,FKÖ ‘ye alternatif olarak HAMAS kuruldu.(1987) 1994 - Filistin Yönetimi'nin kurulması,2000 - İkinci intifada,2002 - Batı Şeria ‘nı İsrail tarafından yeniden işgali.
İsrail yönetimi 2003'ten itibaren Yahudi yerleşimcileri, polis korumasında Mescid-i Aksa'nın avlusuna almaya ve zaman zaman Müslümanların girişlerine yaş sınırlaması getirmeye başladı. Birçok radikal Yahudi örgüt ve siyasetçi, üzerinde daha önce iki kez yıkılan bir Yahudi tapınağının bulunduğuna inandıkları Harem-i Şerif'in kendileri için de ibadete açılması çağrısında bulunuyorlardı.Ancak BM Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO), 18 Ekim 2016’da aldığı kararla Kudüs’teki Mescid-i Aksa’nın Yahudilikle bir bağının olmadığını ilan etti.
İsrail ordusunun, İsrail’in Gazze Şeridi’ne 3 yıldır uyguladığı ambargoyu delip insani yardım ulaştırmayı hedefleyen 6 gemilik “Özgürlük Filosu”nun en büyük gemisi “Mavi Marmara”ya "uluslararası sularda" bulunmalarına karşın İsrail askerleri saldırarak 10 sivil insanımızı öldürdüler.(31 Mayıs 2010).Geçtiğimiz yıllarda İsrail Tarihinde ilk defa “Mavi Marmara saldırısından “ ötürü özür dilemekle(2013) birlikte bu yara Müslümanların kalbinde hiç bir zaman kapanmayacaktı.İsrail kurulduğundan beri sürekli topraklarını genişleterek –üstelik- hristyan dünyanın desteğiyle yeni dünya düzeninin yani ,yeni kaosların , göçlerin kan ve gözyaşının işaret fişeği gibi artan bir hızla yükselmeye devam mı edecek ? 
1.Dünya savaşının hedefi “3 B(Bakü-Bağdat-Batum)” yeni dünya düzeninin hedefi de “3 K(Kudüs-Kıbrıs-Kerkük) “ olacak.Eğer bu “3K “hedefi bozulamazsa artık Türk dünyasının bir geleceği olmayacak , tabii ki İslam Dünyasının da.Yani Kudüs,Kıbrıs ve Kerkük Doğu Akdeniz’in kilidi ,Asya’nın kapısı.Bu kapı kırılırsa; Orta kuşaktaki İslam devletleri karpuz gibi dilimlenerek yok edilecek.En iyisi bu kapıları kırdıtmamak yoksa bir daha yapılır mı ? bilemem. Sonuçta Kudüs 100 yıldır işgaldedir ve kurtarmak mümkün olamadı. Bütün bu stratejiler zor bir sınav’a zorluyor ama yılmadan mücadele etmek gerekiyor.
EK AÇIKLAMA-1 : : 6 ARALIK 2017 : ABD Başkanı Trumph Doğu KUdüs'ü İSRAİL 'in başkenti olarak tanıdıklarını ilan etmiştir.
EK AÇIKLAMA -2 : 7 EKİM 2023   Gazee olayıyla güncelleme yapıldı.
EVANGELİST PROTESTAN İLE YAHUDİ İHTİLAFINDAN   ÇIKAN İTTİFAK
Önceden beri varolan Musevi- hristyan teolojik ihtilafının siyonistlerce notralize edilerek kudüs için Musevi +Protestan ittifakının gerçekleştiğini düşünüyorum.Çünkü Hristyanlar  Hz.İsa’nın Romalılara ihbar edilerek Çarmıha gerilmesinden Yahudileri sorumlu tutarken artık bu sorunu gidermiş gözüküyorlar.islam dünyası tarafından Mekke ve Medine’den sonra 3. kutsal şehir sayılan Kudüs ve buradaki İslam mukaddesatı fanatik Yahudiler ile evangelist Protestanların  saldırılarına maruz kaldı.21 Ağustos 1969’da Meccid-i aksa’yı Denis Ruhan adlı evangelist kundakladı.Bunu “Tanrıyı kiyamete zorlamak için “ yaptığını açıkladı.Hz.İsa’dan beri ihtilaflı oldukları konulardan biride kiyamette Hz.İsa’nın Dünyayı yöneteceği Yada Hz.Davut’un yeniden kral olacağı ihtilafını da çözmüş olmaları Müslümanların aleyhine bir sonuç doğuracağı muhakkaktır.

Rifat GÜNDAY*
Eğitimci,Araştırmacı ve Tarih Öğretmeni

Kaynaklar :
1-İslam Ansiklopesi, TDV Yayınları
2-Kudüs'ü İngilizlere neden terkettik, Murat Bardakçı
3-Arzın Kapısı Kudüs , Talha Uğurluel
4-Kalbim Kudüs'te Kaldı , Ahmet Turgut

Ek-1 Açıklama : Kudüs’te Kabirleri bulunan Peygamberler ve büyükler
Hz. Musa (as) Kudüs yakınında vefat etmiş ve kabri oradadır.
Hz. Dâvud (as) Kudüs’te defnedilmiştir. Davud Peygamber türbesi. (Davud Peygamber kapısının 150 m. güneyindedir.) (M. 1523)
Hz. Süleyman (as) Kudüs’te defnedilmiştir
Hz. Elyâse (as) Kudüs çevresindedir.
Hz. Zekeriye (as) Kudüs’te defnedilmiştir.
Hz .İbrahim (AS) Kudüs El Kasabasında defnedilmiştir.(Bir diğer yer Urfa ‘da rivayetler arasındadır)
Hz. Yahya (as) Kudüs’te defnedilmişti
Hz. İsa (as) semavata alınmıştır
Hz. Yusuf (as) Mısır’da vefat etmiş, Hz. Musa (as) onu Kudüs yakınındaki Halilu’r-Rahman kasabasına getirdiği rivayet edilmektedir.
Hz İshak Kudüs’te doğdu ve 160 yaşında Kudüs yakınlarında vefât etti. (Babası Hz İbrahim'in el-Halil kasabasındaki mezarının yanına defnedildi).
İshak, Yakup, peygamberlerin ve Sârâ Annemizin kabirleri de buradadır.
. İncil’de İsa’nın havarileriyle sık sık inzivaya (Kidron vadisinde; Zeytin Dağı ile haremi şerif arasında bulunan) çekildiği yer olarak bilinen vadide Rivayete göre Hz. Meryem’in, Aziz Yusuf’un, Hanne’nin ve İmran’ın mezarları buradadır. Kidron vadisindeki Meryem Ana türbesi ise Hz. Meryem’in vefatından sonra bir süre gömülü kaldığı sonrasında ruhunun göğe yükseldiği söylenilen yerdir.(Batılılar Efes Meryem ana evini “Şark Meselesi” kapsamında 18.yüzyılda icat etmişlerdir.)
Selman-ı Farisi kabri (Hendek Savaşında ,savunma için hendek öneren sahabe)
Ubâde bin Sâmit (Hz.Ömer zamanında Kudüs kadısı)
RABİA HATUN (Rabiat’ül Adeviyye -Basralı ilk Kadın Evliya)
Artuk bey(Artuklu Beyliği'nin kurucusu olan Türk komutandır. Anadolu’nun ,Suriye ve Filistin fethinde bulundu)

Ek-2 Kudüs Tarihi Kronolojisi
Ek-3 Türk Himayesinde Kudüs Kronolojisi



 


25 Ağustos 2017 Cuma

CEZAYİRLİ GAZİ HASAN PAŞA



Biyoğrafi-2 : CEZAYİRLİ GAZİ HASAN PAŞA
                         (1714/Midilli – 1790/Şumnu)

Cezayirli Gazi Hasan Paşa , 18.Yüzyılın ortalarından itibaren döneme damgasını vurmuş , Deniz Mareşali,Devlet adamı ve Sadrazamıdır.Önceleri Heybetli görünümünden dolayı “Palabıyık “ lakabı verilmişken sonradan lakabı “ Cezayirli” olmuş.Cesareti ve kazandığı zaferlerden dolayı da “Gazi” ünvanı almıştır.Ancak kişisel olarak asıl ününü arslan’ından almıştır.Bu nedenle “Arslanlı Paşa “ da denilmiştir.
HAYATININ İLK YILLARI
Hasan Reis 1720’de Gelibolu’da, bir başka kaynakta Azerbaycan’da doğduğu ve Tekirdağ’da büyüyerek askere yazıldığı rivayet edilse de, en çok kabul göreni Midilli adasında doğduğudur. (Bu durumun Barbaros kardeşlerin geleneğinin devamı için de uygun olduğu düşünülebilir.)  Ancak Hasan Reis nerede doğarsa doğsun delikanlı yaştayken yolu İstanbul’a düşmüş ve o zaman denizcilerin harman olduğu (Garp Ocaklarının) bulunduğu Cezayir’e gitmek için İstanbul’dan gemiyle yola çıkmıştır (1740). İşte bu bindiği gemi onun hayatını değiştirecektir. Hasan’ın bindiği gemi yabancı bir gemiye rampa edince (harbetmek amacıyla) Hasan, çok genç olmasına rağmen düşman gemisine sıçrayıp büyük bir gayretle cenge katılmıştı. Rüzgârın yön değiştirmesiyle gemiler birbirinden ayrılınca, Hasan Paşa düşman gemisinde tek başına kaldığını fark etmişti. Çaresiz durumdaki Hasan büyük bir cesaret ve azimle gemide aslanlar gibi savaşarak, geminin mürettebâtından on beş kadarını yalnız başına öldürdükten sonra, diğerlerini geminin ambar ve kamarasına kapatmak suretiyle gemiyi ele geçirmişti. Ancak bu seferde yalnız başına gemiyi hareket ettiremediğinden deniz ortasında yatağanıyla yapayalnız kaldığından, Cezayirliler tarafından kurtarılarak Cezayir’e götürülmüştür. Hasan’ın  bu cesareti o zamanki Cezayir Dayısı (1671 Yılından itibaren atanan Cezayir Beylerine Osmanlı Devletince verilen unvan) tarafından çok  takdir edilerek, ele geçirdiği gemi kendisine bırakılmış, üstüne  bir de kahvehane verilerek “Dayı”lar arasına terfi ettirilmiştir. Hasan, tek başına bir gemiyi ele geçirmesinin getirmiş olduğu bu şöhretiyle Dayılıktan Paşalığa terfi ederek, Cezayir batısında, Fas sınırında stratejik değeri bulunan Tlemsen Sancak beyi (Bahriye Sancak Bey’i- Vali/Tuğamiral) oldu. Ancak bu ani yükseliş  Hasan Paşa’nın  Cezayir’deki diğer “Dayı”ların kıskançlığının ve saldırılarının hedefi haline gelmesine neden olacaktır. Hasan paşa’nın  hayati tehlikeye düştüğünden İspanya’ya geçmiş, İspanya Kralı IV.Karlos’tan da iltifat görmüştür.Ancak , Oradan Napoli’ye, oradan da  tekrar İstanbul’a gelmiştir. İstanbul’a gelince Cezayir Beylerbeyi tarafından Dersaadet’e şikayet edildiğinden tutuklandı.Yapılan mahkemede suçsuzluğu anlaşılınca serbest bırakıldı. İstanbul’da Osmanlı Donanmasında kendisine görev verildi ve bundan sonra Cezayir’den geldiğinden –Cezayirli olmamasına rağmen- Cezayirli Hasan Paşa olarak hitap edilmeye başlandı.
CEZAYİRLİ HASAN PAŞA ÇEŞME SAVAŞINDA(1768-1774)
Cezayirli Hasan Paşa‘nın meşhur denizciliğinden dolayı kendisine bir gemi verilerek donanmayı hümayun’da kaptanlık vazifesine getirilmiş, daha sonra da kapudan-ı hümayun (Oramiral) rütbesine getirilmiştir (1767)
Bu sırada Sultan 3.Mustafa (1757-1774) döneminde hazırlıksız girilen 1768-1774 Osmanlı- Rus Savaşında çok yararlıklar göstermiştir. Rusların Baltık Donanması ve İngilizlerin de yardımı ile Cebelitarık’tan Akdeniz’e gelmiş ve Mora’ya yanaşarak Rumları ayaklandırmıştı. Osmanlı Devleti Mora isyanını bastırınca Rus -Osmanlı Donanmaları Akdeniz’de muharebe yapmışlardı. Her iki donanmanında yaptığı bu ilk çarpışmada kesin bir netice alınamamış, Çeşme kıyılarına yakın Koyun Adaları civarında yapılan ikinci bir savaşta asıl muharebe Hasan Paşanın Burc-ı Zafer kalyonu ile Rus amirali Spiridov’un Yevstafiy kalyonu arasında cereyan etmişti. (5 Temmuz 1770)Önce karşılıklı Topçu atışlarıyla başlayan çatışma Rus gemisinin kendi kalyonuna yanaştığı bir sırada Hasan Paşa, “Rampa” emri verdi. Atılan kancalı her ipe birkaç Türk Levendi yapışıp, Hasan Paşa ile birlikte otuz kadar serdengeçti Rus gemisine atladı.
Burc-ı Zafer kalyonumuzla Yevstafiy Kalyonunun muharebesi
Düşman gemisinde yapılan kahramanca çarpışma esnasında Hasan Paşa bir kurşun yarası aldıysa da, bir müddet daha cenk ettikten sonra, leventleriyle beraber kendi gemisine dönmeyi başardı. Bu beklenmeyen baskın ile Ruslar telâşa kapılarak kendi cephaneliklerini ateşlemişlerdi, ateş Türk gemisine de sıçrayınca, her iki gemi de yanmaya başlamıştı. Gemide kalmanın imkânsız hâle gelmesi üzerine Hasan Paşa yatağanını ağzına alarak (Dişleriyle sıkarak) leventleriyle birlikte denize atladı. Bir tahta parçasına tutunarak kıyıya doğru giderlerken kıyıdan gönderilen bir kayıkla kurtarıldı. Tarihe “Toprakadası Muharebesi” olarak kayıtlı bu muharebeden sonra İngiliz Amirali Elpinstone Türk gemilerine başlattığı saldırıyı durdurarak geri çekilmiştir. Hasan Paşaya, gösterdiği bu kahramanlık sebebiyle beylerbeyliği verildi. (Vezirlikle birlikte Kapudan-ı Derya –büyük amiral ve deniz kuvvetleri komutanı bir diğer adı da mîr-i mîrânlık makamı) ayrıca «Gazi» unvanı ve altın çelenkle taltif edilmiştir. Cezayirli Gazi Hasan Paşa 15 yıl kadar Kapudan-ı Derya görevinde bulunmuştur. Bu anlamda Sultan 1.Abdülhamit (1774-1789)‘in üzerinde fikirleri ve tavsiyeleriyle etkili olmuştur. Bu uzun süren görevinde; içinde büyük hizmetlerde bulunmuş, Cezayirli Gazi Hasan Paşa, Suriye ve Irak’ta çıkan Tâhir Ömer isyanını bastırmış; Mora Yarımadasındaki Arnavut isyanını da bastırarak huzur ve sükûnu sağlamıştır. Cezayirli Gazi Hasan Paşa ‘ya Mora vilâyeti de ilâve olarak verildi.(1780)
CEZAYİRLİ GAZİ HASAN PAŞA’NIN ABD’Yİ VERGİLENDİRMESİ
Abd, 1783’te denizlerde tek başına bayrak gezdirmeye başlamıştı.  25 Temmuz 1785'te, bu yeni bayrağı taşıyan ilk gemi, (Boston Limanı'na bağlı Kaptan Isaak Stevens'ın idaresindeki Maria)  Cezayir açıklarında Osmanlı gemileri tarafından ele geçirildi. Arkasından, Philadelphia Limanı'na bağlı Kaptan O'Brien'ın Dauphin'i de ele geçirilir. 1793 Ekim ve Kasım aylarında 11 ABD gemisi daha Osmanlıların eline geçer... 5 Eylül 1795'te ABD bu tehdide karşı bir anlaşma yapmayı kabul eder. Anlaşma Kongre tarafından 1796'nın 7 Mart'ında onaylamış ve Amerika Birleşik Devletleri, Osmanlı İmparatorluğu'nun resmen vergi mükellefi olmuştu. Anlaşmaya göre ABD, Cezayir'deki esirlerin iadesi ve gerek Atlantik'te, gerekse Akdeniz'de ABD sancağı taşıyan hiçbir tekneye dokunulmaması karşılığında, 642 bin altın ve yılda 12 bin Osmanlı altını (216 bin dolar) ödemeyi kabul eder. Dili Türkçe olan ve 22 maddeden oluşan anlaşmaya, Başkan George Washington ve Cezayir Beylerbeyi Gazi Hasan Paşa imza koyar. Böylece ABD yıllık vergiye bağlanmış olur. Bu, ABD'nin iki asrı aşkın tarihinde, yabancı bir dille imzalanan birkaç anlaşmadan biri olduğu gibi; yabancı bir devlete vergi ödemeyi kabul eden tek Amerikan belgesidir.
Cezayirli Gazi Hasan Paşa 1786’da sadaret kaymakamı görevi verildi(İlaveten) Ancak iki sene sonra kaptan-ı deryalıktan azledilerek kendisine Özi Kalesi seraskerliği (başkomutanlık) vazifesi verildi.
1787-1792 Osmanlı-Rus Savaşında CEZAYİRLİ GAZİ HASAN PAŞA
1787’de Türkiye, Rusya ve Avusturya ile yeniden savaşa girdi. (Bu sefer İngilizler Rusları desteklemediler) Cezayirli Gazi Hasan Paşa da donanmayı hazırlayarak Kırım’ın batısında bulunan Özi kalesini desteklemek için Dinyester nehrinin ağzına getirdi.1788’de Yılan Adası Deniz Savaşı’nda öncü Rus donanmasını bozguna uğrattıysa da (17 Haziran 1788) Thedonisi adası civarında yapılan savaşı kaybettik. Hem Avusturya hem de Ruslarla çarpışan Ordularımız kara savaşlarında da başarı sağlayamadılar. Ruslar ilerleyerek 6 Aralık 1788 de Özi’ye girdiler ve kalede bulunan 20000 kişiye kılıçtan geçirdiler. 1789’da I. Abdülhamit, Özü Kalesi’nin Rusların eline geçmesinin raporunu okurken üzüntüsünden vefat etti. Yerine tahta çıkan Sultan III. Selim (1789-1808) Cezayirli Gazi Hasan Paşa’yı kaptân-ı deryâlıktan azledip Anadolu Beylerbeyi görevine tayin etti
Ruslar Öziden sonra Besarabya ve Tuna üzerine ilerlediler. Sonradan, Hasan Paşa, Besarabya’da İsmail Meydan Savaşında Ruslar’ı bozguna uğrattığı için, III. Selim 1789’da kendisini tekrar sadarete getirdi. Hasan Paşa’nın ilk hareketi, Dinyester ağzındaki Akkerman Kalesi’nin Ruslar’ın eline düşmesine sebep olan Tayfur Paşayı idam ettirmek oldu. Fakat kış olduğundan başka bir faaliyette bulunamadı. Kıyafet değiştirip ordu içinde dolaşırken üşüttüğünden, 30 Mart 1790’da Şumnu yakınlarında öldü. Şumnu’da yaptırmış olduğu Bektaşi tekkesine gömüldü.
Cezayirli Gazi Hasan Paşa’nın Hizmetleri kaptan-ı deryalığa atanınca ilk iş olarak gemi inşa faaliyetlerini artırarak, Çeşme’de kaybedilen Osmanlı Donanmasının yerine kısa sürede 90 parçalık donanmayı yeniden oluşturmuştur. Kalyoncu mürettebata çok önem vermiş ve iyi yetişmelerini sağlayıp, tersanede yaptırdığı kışlada ikamet ettirmiştir. Çeşme yenilgisinin ardından, 1776’da Kasımpaşa'daki tersanede Mühendishane-i Bahri-i Hümayun adıyla açılan ve Deniz Harp Okulunun kuruluş yılı bu tarih olarak kabul edilen bu okulların açılmasında önemli rol oynamıştır.
Cezayirli Gazi Hasan Paşa hakkında , I. Abdülhamid dönemi bilim adamlarından Çâkerî-i Yemenî, Cezayirli Gazi Hasan Paşa’nın savaşları ve bazı isyanlara karşı yürüttüğü harekatlarla ilgili olarak Gazavât-ı Gazi Hasan Paşa adıyla bir eser meydana getirmiştir.
Rifat Günday
Eğitimci , Araştırmacı ve Tarih Öğretmeni
Kaynaklar :
1- 30 Büyük Deniz Savaşı - G.Atmaca - D.Tanrıverdi
2- Osmanlı Tarihi - İ.Hakkı Uzunçarşılı
3- Osmanlı Denizciliği - İ.Bostan
4- Bilim ve Ütopya dergisi Aralık 2015

30 Haziran 2017 Cuma

MOSKOVA'DA MÜZECİLİK VE TÜRK ESERLERİ


Gezi Yazısı -2 : MOSKOVA’DA MÜZECİLİK VE TÜRK ESERLERİ

Kuruluşu 900 yılı bulan Moskova dört kez rejim değişikliğine tanık olmuş, ancak her rejim değişiminde tarihi eserleri biriktirmeye verdiği önemden hiç vazgeçmemiştir.  Dolayısıyla müzelerin yoğun olduğu bir başkenttir. Şehirde tespitlerime göre ellisi büyük olmak üzere yaklaşık iki yüz elli adet müze bulunmaktadır
Moskova ‘da müzelerin belli başlıları, genel olarak  devletin  azametini göstermeye çalışan savaş ve tarih müzeleri; Moskova Şehir müzesi ,  Kültür ve sanat ağırlıklı Güzel Sanatlar Müzesi ve ünlü edebiyatçılara atfen yapılan yazar-şair evleri, Modern Sanatlar Müzesi,  Mimarlık müzeleri, Tretyakov Müzesi, Kremlin Müzeleri ve Teknoloji ve Sanayi ağırlıklı olan Uzay ve Politeknik müzesidir.
Ben özellikle Rus müzelerindeki Türk medeniyet eserlerini ve Türk dünyasını anlatan eserleri incelemek istedim. Bu amaçla en yakınımdaki müzeden yani Puşkin Güzel Sanatlar müzesinden işe başladım.
1-PUŞKİN GÜZEL SANATLAR MÜZESİ: Güzel sanatlar eğitimi için yapılan bina müze olarak da kullanılmaya son derece müsait Rustik bir mimariye sahipti. Özellikle ikinci tavandan camlı ve dikey olarak aydınlatması görülmeye değerdir. Avrupa’nın en büyük sanat koleksiyonlarından birine sahip olan müzenin giriş katında Dünya Medeniyetlerinin genel tanıtımı ve nadide örneklerinin –ya aslı  ya da birebir çok özenle hazırlanmış replikaları- sergilenmektedir. Sergilemede; Yunan, Roma, Ortaçağ ve Rönesans Avrupası, Pers, Mısır, Mezopotamya, Hint, Çin ve Anadolu Medeniyetleri tanıtılmaya çalışılmıştır. Çok dikkatli incelediğimde Türk Medeniyeti ile doğrudan ilişkisi olan herhangi bir esere rastlayamadım.Özellikle Pers, Mısır, Hitit kabartmaları ve heykellerinin replikaları görülmeye değer

Anadolu Medeniyetleri bölümünde Boğazköy kabartmaları (giriş katta) ve Truva  hazineleri (Sanat eserleri katı) bölümlerini çok dikkatli inceledim. Truva hazineleri önce Almanlar tarafından Türkiye’den kaçırılmış daha sonra ikinci dünya savaşında Almanların eline geçmiştir. Altın saç ve diğer ziynet eşyaları bu bölümdeydi. (Truva hazinelerinin sikkeleri ise Kremlin saraylarındaki “Devlet Silahhanesinin Hazine – mücevherhane bölümünde bulunmaktadır.)
2-DEVLET TARİH MÜZESİ :
Moskova’nın merkezinde Kızıl Meydan’da yer alan Devlet Tarih Müzesi aslında bir grup müzeler topluluğunun  da yönetim merkezidir. 1894 yılından itibaren oluşturulmaya başlanmıştır ve canlı bir tarih öğreticisi konumundadır. Giriş katından itibaren salonların kronolojik bir sıra takip eder. Yaklaşık  60 salonda jeolojik dönemlerden itibaren, arkeolojik ,antropolojik, etnoğrafik koleksiyonlar biraya toplanmıştır. Bir başka deyişle müze Rusya topraklarındaki Paleolitik devirden  itibaren başlayarak (günümüzden  itibaren 2 milyon yıl önce başlar, on bin yıl önce sona erer) sanatsal ve tarihsel bir biçimde 1903 yılına kadar elde edilen hazineleri halkın beğenisine sunmaktadır. Devrim Müzesinde 1903-1990 yıllarını , Modern Tarih Müzesinde de 1990’dan günümüze kadar gelen sürecin ürünleri sergilenmektedir.

Devlet Tarih Müzesinde 11.yüzyıldan itibaren bölümler birer asırlık olarak anlatılmaktadır. Özellikle 18.yüzyıldan itibaren daha detaylı ve geniş bir koleksiyon mevcuttur. 3.Katın küçük bir bölümü  fuaye/güncel sergi  alanı olarak kullanılmaktadır. Asırların anlatıldığı salonlarda anlatılan yüzyıla ait giysiler, yazılı eserler, planlar, tablolar, silahlar ve anlaşma metinleri, savaşlar yani siyasi ve kültürel tarih gözler önüne serilmektedir. Yalnız Rusça dışında çok sınırlı bir İngilizce kullanılıyor olması anlaşılmayı zorlaştırmaktadır. Özellikle her yüzyılda Moskova çizim/tablolarından yaklaşık dokuz yüz yıllık Moskova’nın tarihsel gelişimini de bir çırpıda öğreniyor olmamız çok etkileyicidir. Ruslar için önemli olan 13. asırdaki  Moğollarla savaşları, Fransızlarla 1812 yılında yaptıkları Boradina  savaşları ve İkinci Dünya Savaşı’na ayrı bir yer verilmiştir. Giriş bölümünde  “Mamut” ve diğer paleolitik devir fosilleriyle başlanmış, tarihten önceki Yontma-Cilalı –Maden devirlerine ait eserler eve Türk Tarihiyle alakalı bir çok eser de burada sergilenmektedir. İskitler(Saka Türkleri) dönemine ait altın figürler, Altaylarda kazılarda bulunmuş tören maskeleri son derece etkileyicidir. Ben sadece 11.yüzyıla ait Türkiye’den gitmiş Selçuklu miğferinin bulunduğu sergiyi görüntüleyebildim. Bu sergiden anladığım 17.Yüzyıla kadar Rusların gerçek anlamda bir medeniyetinin olmayışı, ihtiyaçlarını komşu ülkelerden temin etmeleriydi. (Örnek ; 11.Yüzyılda bir Rus Komutan‘ın donatımlarının sergilendiği bölümde; At koşumları (Üzengi v.s), Miğfer Türkiye’den, kalkan; İran’dan gelmiş gözüküyordu.)
3- KREMLİN SARAYLARI (MÜZELERİ);
Moskova nehrinin kıyısında hafif bir yükseltide, doğu duvarı  Kızıl Meydan’a bakan önceden kale olarak inşa edilmiş sonraları Çar’ların yönettiği saraylar haline gelmiş üç saray, kuleler ve dört kilise bulunmaktadır. Ben öncelikle  “Devlet Silahhanesi” ne yönelerek –önceden randevu alınarak ve bir buçuk saat ile sınırlı-  gezime başladım. Burada Çar ailesine çeşitli ülkelerden gönderilen hediyeler, Çarlık Hazinesi ve çarların kişisel eşyaları sergileniyordu. Buradan bizim için alınacak en önemli ders; iki hanedan değişimi, üç kez rejim değişikliği, pek çok isyan ve ihtilal görmüş bir devletin liderlerinin bir iğnesinin bile kaybolmamış, muhafaza edilmiş olmasıdır. Devlet Silahhanesi üç bölümden oluşmaktadır. Kremlin sarayının sol tarafında bulunan sarı renkli bina eski silahhanedir ve burada gerçek silahlar sergilenmektedir. (Bu binanın karşısında Başkanlık ve Senato binaları olduğundan ve ziyarete açık olmadığından sadece dış alandaki topları görebildim.) Binanın alt katında Devlet Mücevherhanesi, mutfak araçları ve fabarge yumartaları gezilebiliyor. Üst katı ise yine devlet silahhanesi olarak adlandırılmaktadır. Mücevherhaneyi gezmeye maalesef zamanım yetmedi. (Bu arada Kremlin için 2 günümü ayırdığımı belirteyim). Burada Truva hazinelerinin sikkeleri, Osmanlı Sarayından gönderilen porselen ve cam eşyalar bulunuyordu. İkinci kez sıraya girerek Devlet silahhanesine ulaştım. Çarlara ait kızaklar, faytonlar, elbiseler, kişisel silahları ve yazışma örnekleri, kıyafetler sergileniyordu.
Müzenin en göz alıcı bölümü -zırhlı camekanlar içinde-  atlar bir tür teknikle dondurularak koşumları ve süvarisi ile beraber teşhir edilmektedir. Sol tarafta; “at“ üstünde  “Russian Commender” o döneme ait at koşumları ve süvarinin silahlarıyla sergilenmiştir. Yanında ise yine at üstünde; “ Turkish Commender” bulunmaktadır.  Osmanlı Dönemine ait olduğu anlaşılan "Türk Komutanı " donanımı şöyleydi; Eyer, üzengi, yular, eyer örtüsü  gümüşten imal edilmişti. Özellikle gümüş telden örgülü bir biçimde duran yular çok ihtişamlıydı.Sonraki reyonda yine Osmanlı’ya ait silah takımı vardı. Alt tarafında  bulunan  : “1590 SİLAHTAR AĞA” yazısından, o dönemdeki Osmanlı Protokolüne göre Rus Çar’ına  denk sayılan Silahtar Ağa’nın hediye ettiğini anlıyoruz. Bu bölümdeki silahlar iki bölümdeydi. Reyonun solunda merasim silahları -ateşli ve klasik- gümüş ve değerli taşlarla süslenmişti.sağ taraftakiler ise muharebede kullanılan hem ateşli, hem de klasik silahlardı.
"1590  Silahtar Ağa " Osmanlı Silah koleksiyonu
Merasim bölümünde sergilenen tüfek ile klasik silahlar özellikle de balta ve murassa kılıç’tan gözlerimi alamadım. Tüfek kundağı gümüşten olup  işlemelerle süslenmişti. Kundak kısmı yanılmıyorsam sekizgen şeklinde olup, kapağının içinde bakım malzemeleri bulunuyormuş. Balta’nın sap kısmı değerli taşlarla süslenmiş, ağız kısmının (camdan yapıldığını düşünmüştüm) Necef taşından yapılmış olduğunu bin bir zorlukla görevlilerden öğreniyoruz). Tabi ki klasik silahlardan; Murassa Kılıç, hançer, kın, miğfer, sadak, kalkan ve gürz çeşitleri de benzer şekilde değerli taşlardan kakmalı olarak yapılmıştı. Burada gördüğüm at koşumlarını  ve silahları ilk defa görüyordum. Maalesef Bizim milli sarayımız  Topkapı’daki tüfekler 17.yüzyıldan başlıyor. Bu şu anlama geliyor ki bizler, Medeniyetimizin eserlerini muhafaza edememişiz.
4-TRETYAKOV GALERİSİ : Burası Çarlık döneminde P. Tretyakov isimli  Rus tüccar  tarafından1856 yılında  kendi servetleriyle Rusya dışından satın aldığı  dünyanın seçkin koleksiyonları -daha çok tabloların- toplandığı bir yerdi.Türkiye’yi ilgilendiren tablolar 19.yüzyıla ait ,2 İstanbul resmi (Dönemin Rus elçisi yaptırmış), Şıpka savaşı tablosu (Plevne Savaşının bir cephesi)  ve  TİMUR  türbesinin resimleriydi.Rusya'daki diğer Türk eserleri henüz sergilenmeye başlamamıştı.
                                Şıpka Savaşı  ve Emir Timur Türbesinin tabloları                       
Bunlardan sonra ;Nazım 'ın Kabri  ,Zafer Parkı ve Savaş Müzesi ,VdnKa Pavyonu ,Kuskova Sarayı(Müzesi), Uzay Müzesi ,Bolshoy Müzesi ,Politeknik müzeleri ile ,Turganyev , Tolstoy ve Puşkin evleri'ne gidebildim.

SONUÇ :  Moskova’ da Müzeler Devletin en güçlü yanlarını ortaya koymak için işlevsel bir düzen ve tasnife sahiptir.Bütün bunlara  rağmen Rus süvarilerinin donatımında Türkiye’den ithal edilen teçhizatın (Koşum-Zırh ve silahlar-17.Yüzyıla kadar-) kullanılmış olduğunu tesbit edebilmiş olduk.
Rifat Günday

Eğitimci , Araştırmacı ve Tarih Öğretmeni

25 Mayıs 2017 Perşembe

ATTİLA VE PAPA



         “EĞER SINIRLARINIZDA SORUN VARSA , SINIRLARINIZI GENİŞLETİN “

           (PAPA’YI ATININ ÖNÜNDE DİZ ÇÖKTÜREN ;AVRUPA HUN İMPARATORU ATTİLA)
 RİFAT GÜNDAY *

 Tarihimiz ve Olaylar-5 : ATTİLA VE PAPA
Avrupa (= Avrasya veya Batı) Hun İmparatorluğu, Büyük Hun Devletinin yıkılmasından sonra kurulan Kuzey Hunlarının da dağılmasından sonra ,Batı’ya göç ederek (Hazar Denizi’nin kuzeyinden ) Avrupa'da kurulan Türk imparatorluğudur. Hunlar : Asya kökenli Türk boylarından oluşan topluluklarla 3. ve 4. Yüzyıllarda Batıya hareket etmişler ve 352 yılında Kama Tarkan tarafından Avrupa Hun Devleti olarak tarih sahnesinde yerini almışlardır.Hunlar , dönemlerine göre çok gelişmiş silah ve donanımları, yüksek hızları ve üstün savaş taktikleriyle önlerine çıkan kavimleri sürerek ya da egemenlik altına alarak Avrupa'nın büyük bir bölümünü istila etmişlerdir.

Hunların , Türk ve Dünya Tarihi bakımından en büyük hükümdarı Attila’dır.Attila önce ağabeyi Bleda ile birlikte Devleti idare etmiş(434-445) anlaşmazlıkları sonucunda da ağabeyi Bleda’yı öldürerek tek başına devletini yönetmiştir (445-453).Hunların başkenti Ettelburg yada Etzelburg olarak da telaffuz edilen Bu günkü Macaristan ‘da olduğu kanaatini taşıdığımız ve ahşaptan yapılmış kale ve sarayın bulunduğu şehirdi. (Başkent konusunda Segedin veya Sycmbria olabileceği de söylenmektedir)Hunlar Volga Nehri'nin doğusundan ,bugünkü Fransa'yı(Galya) ülkesine(Hollanda da dahil) kadar Güneyde Tuna nehrinden Baltık ülkelerine (Fin ülkesi ve Estonya dahil olmak üzere) kadar olan bölgeye hâkim olmuşlar, .4 milyon km²'lik bir coğrafya’ya hükmetmişlerdir. İdareleri altında çeşitli Türk boyları da dâhil olmak üzere tam kırk beş kavim yaşıyordu ki, bunların çoğu şimdiki Avrupa milletlerinin dedeleriydi.Hunların yaşayışları Bizans Seyyahı ve elçisi Priskos'a Göre “ Avrupa Hunları’nın Herhangi bir barınma yerleri yoktu. Kullandıkları yerlerden de her gün kullanılan mezar gibi kaçınırlardı(Toprağın içinde yaşadıklarını anlatmaktadır). Geniş dağlık ve ormanlık alanların ortasında amansız şartlara alışmak için soğuğa, açlığa, susuzluğa dayanmayı beşikten itibaren öğrenirler. Onların ülkesinde hiç kimse topraklarını sapanla sürmez. Hiçbirinin belli bir evi, aile ocağı, oturmuş bir hayat stili yoktur. Bir yerden bir yere gezerken Dört tekerlekli yük arabalarında hayatlarını devam ettirirler” anlatmaktadır

ATTİLA’nın seferleri :
Attila ve ağabeyi Bleda birlikte ; İskitya ve 1. ve 2. Balkan seferlerine çıkmıştır.
-İskitya (435) seferi ile Volga boylarından Hazar ’a kadar bölgede hakimiyet tesis edilmiştir.
-1.Balkan (441) seferiyle : Doğu Roma ‘ya doğru Tuna nehrini geçip , Kostalak şehrini tahrip etmişlerdir.Bizans Margos antlaşmasını yapmak zorunda kalmıştı..Bu anlaşmada Priskos da bulunuyordu.(Tarihçilerin anlatımıyla : Görüşmenin at sırtında yapılmasını isteyen Attila ve Bleda'ya karşı Roma elçileri de altta kalmamak için bu teklifi kabul etmiştir. Priskos'un yazdıklarına göre; Tuna ve Morava nehirlerinin birleştiği Margos denilen yerde ; at sırtında uzun süre oturmamış ve hiç müzakere yapmamış olan D.Roma(Bizans) elçilerinin zor halleri, Attila ve Bleda için eğlence ve alay konusu olmuştu)
-2.Balkan (443) seferinde ağır silahlarla (Mancınıklar ve yürüyen kuleler) donatılmış orduyla yine Doğu Roma yönünde hareket eden Atilla ve Bleda ; Niş , Sofya,Filibe ve Lüleburgaz şehirlerini tahrip etmişler, ancak Bleda’yla anlaşmazlığından geri döner.(Atilla ,Bledayı öldürdükten sonra )
Hunların Kağanı Attila süratle yarım kalan işlerine tekrar yönelir :
1- Attila’nın D.Roma Seferi.(446) : Attila yeniden D. Roma seferine çıkar.(446) Tarihlerin yazdığına göre 200.000 aşan ordusuyla Balkanlara giren Attila ; Plevne’de Arnegisclus komutasındaki Bizans ordularını imha etmiştir.Yunanistanı’ da vurduktan sonra bu günkü İstanbul-Küçük Çekmece önlerine gelen Atilla Bizans’ ın yalvarıp yakarmasıyla çok ağır koşulları taşıyan “Anotolyos Antlaşmasıyla ağır vergiye bağlamıştır.(447)
2- Attila’nın Batı Roma (Galya) seferi (451) :
Attila Batı Roma İmparatoru'nun kızıyla evlendiğinden , çeyiz olarak Roma topraklarının yarısını istemiş , ancak bunu kabul etmeyen Batı Roma'nın üzerine yürüdü. Katalon Ovası 'nda (bugünkü Fransa’nın kuzeyinde Champagne civarında)Attila, çoğunluğu Türk topluluklarından ,kalanı Avrupalı kavimlerden oluşan 200 bin kişilik bir ordu ile , Roma ordusu da aynı bölgeye,Müttefikleri Gotların ve diğer Hun düşmanı kavimlerin de da yer aldığı 200 bin kişilik ,General Flavius Aetius komutasındaki ordusu ile gelmişti. 20 HAZİRAN 451 günü Cihan’ın iki gücü çarpıştılar.Katalon veya Galya savaşı yaklaşık 24 saat sürdü ve iki taraf da çok büyük kayıplar verdi. Roma'yı destekleyen Batı Got ordusu da krallarının savaşta ölmesiyle çekildi, Savaşın ikinci akşamı dağılan Roma ordusu oldu. Attila da durumu (Savaş meydanı sis ve duman altında kalmıştı)anlamak için önce ordusunu geri çekmiş sonra da Roma'nın asker deposu sayılan Galya'yı işgal etmiştir.Atilla’nın da ordusunu savaş meydanından çekmiş olması (Taktiksel anlamdaydı ve dinlendirmek istemiş , Aetius’u n ordusuda ezildiğinden takip etmemişti) ,Aetius’un biz de yenilmedik propagandasına neden olsa da , aslında herkes Attila’nın büyük bir zafer kazandığını kabul etmekteydi.
3- Attila’nın İtalya Seferi (452) 
450 yılında başlayan GALYA seferi Katalon savaşıyla kapanmıştır. Konstantinapolis 'de tutsak olan 3.Valentinus 'un kızkardeşi HONORİA , Attila 'ya bir mektup bir yüzük yollayarak , kendisini kurtarması ve kendisiyle evlenmesini istediğinden , Attila, da Ravenna'ya bir elçi göndererek Honoria'nın serbest bırakılması talebiyle tehdit etmiştir. İmparator ise Attila’nın talebinin aksine ; Honario ‘yu Roma’ya getirterek bir Vali’siyle evlendirerek karşılık verir.HUN Türklerinin başbuğu Attila bu durum karşısında aniden Ordu’sunu toplayarak 451 yılında İtalya-Roma istilasına başlar.Attila, devrin en güçlü devleti olan ROMA İmparatorluğunun kuzey sınırlarını oluşturan ve başkent Roma’nın doğal kalesi olarak adlandırılan Alp Dağlarını aşarak Roma yolundaki son kale Akvila ( Aquilia)'nın surları önüne otağını kurar.Kaleleri çok sağlam olan Akvila ( Aquilia) ancak 3 aylık bir kuşatmayla ele geçirilir ve yakılır.
Sonra Attila ordusuyla ;Altinum ,Padova,Vicenza,Verona,Brixia ve Bergamo şehirlerini de tahrip ederek Roma ‘ya ilerlemiştir. (Pavia ve Milan af dileyerek Atilla’ya bağlılık bildirmiştir) Atilla nihayet Roma önlerine ulaşmıştır. Attila fesat yuvası olarak gördüğü Roma’yı yerle bir etmeye kesin kararlıdır. Atilla’yı çok kızdıran olaylar lar ; Galya seferindeyken bunu fırsat bilen Romalıların ,Başta Germenler olmak üzere Hunlara düşman kavimleri kışkırtmak suretiyle başkenti olan Ettelburg’a saldırtmış ve atalarının mezarlarını çiğneyerek , savunmasız yaşlı Türklere saldırmak suretiyle, Hunlulara özellikle yaşlı ve çocuklara hakarette bulunmaları ,diğeri ise Aetius’un Katalon savaşında galip geldiği propagandasını yaymasıydı.Roma ordusunun, Hun akıncıları önünde bozguna uğrayarak kaçışını gören Roma ileri gelenleri ,Papa’ya (1.Leo) yalvararak Başbuğ Atilla’nın ayağına gitmesini ve Roma’nın işgalden kurtarılabilmesi için ; Türkler ne isterse verilmesi için adeta zorlamışlardı.
PAPA 1.LEO(AZİZ MAGNO) ve ATTİLA ‘nın HUZURUNA ÇIKIŞI
452 Yılında Roma surları önünde ; Attila tam da ordusuna saldırı emri vereceği anda , Roma şehrinin kuzeye açılan büyük kapısından Beyaz bayrakları taşıyan heyet doğruca Hun Başbuğu Attila’nın otağına yöneldi.Heyette bulunan Papa 1.Leo korku içinde , Attila’ya doğru ilerlerken bir yandan da , heyetinde bulunan Hıristiyan din adamlarına, çok sessiz olmalarını ,yoksa Tanrının Kılıcı olan Atilla’nın gazabına uğrayacaklarını tembih ediyordu (Hun Türklerinin Başbuğu Atilla’ya bu unvanı, amcası Balamir Han ve babası Muncuk Han’dan dolayı Romalılar takmıştı.) Attila, Beyaz bayraklarla gelen elçi heyetinin başındaki Papa’yı atının üzerinde kabul etti(Attila seferde iken genellikle böyle kabul yapardı) .Aetius’un da karşısına çıkamadığı bütün Avrupayı titreten Ağır silahlı(Mancınık ve yürüyen kule) ve Disiplinli hepsi at üstünde pür-dikkat Attila’nın emrini bekleyen ,saldırıya hazır aldığı takviyelerle 200.000 i aşkın Hun ordusunu yakından gören Papa 1.Leo ;Her şeyin bittiğini ve Roma’nın dolayısıyla Hiristyanlığın da sonunun geldiğini süratle kavramıştı.Papa 1.Leo Roma’nın yok olma vaziyetini kavrar-kavramaz birden kendini at üstündeki Atilla’nın ayaklarının altına atar, af diler ve çizmelerini öpmeye başlar.
Attila'nın At üstünde Papa 1.Loe yu kabulü 

Papanın Attila’ya kullanmış olduğu hitap ,saygı , Papa daha sonra Attila’nın elini de öperek adeta yalvar yakar olacaktır.) ve İmparator 3.Valentinus 'un hediye olarak gönderdiği paha biçilemeyecek değerde ganimetler ile vaat edilen yaklaşık beşyüzbin Solidus altını ile ,-eski nişanlısı-Honario’nun da teslim edileceğinin garantisi üzerine ; Atilla bu seferlik kendilerini affettiğini söyler ve Roma’yı istiladan vazgeçer. (Bazı kaynaklar Attila’nın bu kararında İtalya’daki veba salgınının da etkili olduğu söyler.)
Lakin Avrupalılar Papa 1.Leon’un bu çizme öpme olayını bir türlü kabul etmezler.Avrupa da bir çok yerde Attila ile Papa’nın karşılaşma tasvirleri hep normal gösterilmekle birlikte , Çoğunluğu Papanın en azından itaatkar ve saygılı davranışlarıyla ancak Attila’yı ikna etmiş olabilaceğini kabul etmektedirler.Gerçektende başta Aqilia‘nın surlarını aşmak gibi zorlu ve inatçı bir seferle Roma’ya ulaşan Attilla’nın ,üstelik “fesat yuvası” olarak nitelendirdiği Roma’yı son anda işgalden vazgeçmesi için çok etkili bir gerekçe bulmakta batılı tarihçiler de zorlanmaktadırlar.En azından işgal etmese bile Roma yakılırdı.Esasında bütün batı dünyası Attila’nın Roma’yı alıp , Hristyanlığı ortadan kaldıracağı endişesi Bütün Avrupayı sarmıştı. Papa’nın alışagelmiş dışındaki ,yalvarma-af dileme el/çizme öpme olayını destekleyen bir olayda ; Plevne savaşı yıllarında(1877-1878) Türkiye’nin eline geçen aslı Vatikanda saklı bulunan 470’li yıllara ait, Marinus’un yapmış olduğu resim/gravürlerde ,Atilla ,Papayı kırbaçla döver bir şekilde tasvir etmektedir..
Attila Papa'yı kırbaçla döverken yapılan tasvir

Esasında cihan Kağanı olan Attila ‘nın çok kızdığı Roma’yı ortadan kaldırmaktan vazgeçmesinin ardında en büyük neden kuşkusuz Papanın saygı ve itaatkar davranışlarıyla birlikte ,tabiidir ki Attila’nın çizmesini öperek gönlünü almasıdır.Avrupalı Tarihçiler ; Attila ‘nın Kuzey İtalya’yı ezerek Roma surları önünde Papa 1.Leon heyetini –at sırtında- kabul ettiğini ve anlaşmış olduğunu –tartışmasız- hemfikirdirler. Avrupa’nın Papa 1.Leo gibi en yüksek Hristyanlık otoritesinin ,küçümsedikleri Hun Başbuğunun önünde diz çökmesini ,çizmesini ve elini öperek af dileyerek Roma’yı bağışlamasını istemesini kabule yanaşmayacakları aşikardır.Papa’nın bir şekilde Attila ‘yı ikna ederek ,Roma’yı kurtarmış olduğunu , gerçek akademik tartışmalarda aslında kabul görmektedir.
ATTİLA'NIN ZAMANSIZ ÖLÜMÜ
Roma seferiyle(452) , İşgal ettiği şehirleri de kendine bağlayan Attila Honario ile evlenir.ancak Attila son seferinden kısa süre sonra 453 'de ölmüştür.(Attila ; Roma+Konstantinpolis şer ittifakının komplosuyla zehirlenerek öldürülür) ve tahtına en büyük oğlu İLEK geçti. Ancak diğer oğulları DENGİZEK VE İRNEK taht kavgasına girdiler. Çıkan karışıklığı fırsat bilen bazı kabileler birlikten ayrıldı; ve devlet dağılma sürecine girdi. Attila'nın ölümünden bir yıl sonra Hunlar Nedeo Muharebesinde yenildi. İlek'in yerine tahta geçen Dengizik de 469'da öldü. Attila'nın en küçük oğlu İrnek bir kısım Hun kütlesiyle doğuya doğru göç etti. Karadeniz'in kuzeyindeki Türk kitleleriyle-çoğunluğu Ogur’larla- karışan bu kitle “Büyük Bulgar Hanlığı” olarak tarih sahnesine yeniden çıkacaklardır.
Rifat GÜNDAY*
Eğitimci,Araştırmacı ve Tarih Öğretmeni
Kaynaklar :
1- Dr. Susanne Hakenbeck, Cambridge Ü.
2-Ayhan Balaban , İskit,Hun ve Göktürklerde Sosyal ve ekonomik hayat
3-Recep Şükrü Apuhan, Türklerin Tarihi
Açıklamalar :
1-ATTİLA ‘nın bulunamayan mezarı
Attila'nın mezarının nerede olduğu bilinmemektedir. Cenazesine katılanlar, mezarın yerinin bilinmemesi için öldürülmüştür. Ama tarihçiler arasında Tuna Nehri'nin yatağının bir süreliğine değiştirildiğine ve hazineleriyle birlikte Attila'nın nehrin altına gömüldüğüne, daha sonra da nehir yatağının eski haline getirildiğine dair yaygın bir inanış vardır. (Tuna’nın büyüklüğünden ve bir çok ülkeden geçtiği için kazı çalışması yapılamamaktadır.MezarınBudapeşte’de bulunduğu haberi 2014 yılında duyuruldu ise de henüz netlik kazanmamıştır)
Priskos'un anlattığına göre daha sonra Attila'nın mezarının başında strava denilen cenaze yemeği yenmiş ve defin törenine başlanmıştır. Attila'nın cesedi birbiri ardına üç tabuta kondu. Bunlardan birincisi altın, ikincisi gümüş, üçüncüsü ise demirdendi. Bu, güçlü kralın üçüne de değdiğini göstermek içindi. Demir, kavimleri yendiğinin, altın ve gümüş ise her iki Roma imparatorluğunda kazandığı mevkinin işareti idi. Gömme işi geceleyin ve gizlice oldu. Savaşta düşmandan alınan silâhlar, değişik taşlarla süslü altın işlemeli at koşum takımları ve krallığını gösteren değişik şeyler onunla birlikte mezarakondu. Bunlar onun sarayını süslüyorlardı. İnsana has aç gözlülüğü, bir büyük ve değerli hazineden uzak tutmak, kabrin yerini hiç kimsenin bilmemesi için mezarı kazanlar da öldürüldü.
2- Bu günkü Avrupa’da Hun Topluluklarının izleri : Bu gün Avrupa’da Hunlarla bağlantılı yada izlerini taşıyan Sekeller Atilla’nın 453’te ölümü ve devamında gelen Hun İmparatorluğu’nun çöküşü sonrasında Karpat Havzası’nda(Romanya) korunaklı bîr yere çekilen 3000 Hun savaşçısının torunları olduğu düşünülmektedir.(Osmanlı Döneminde Sekelistan ; Erdel- Transilvanya’da bir muhtariyet idi) Bir diğer Topluluk ise Macar ve Fin toplulukları olarak bilinmektedir.