12 Ocak 2025 Pazar

DİVRİĞİ


Gezi yazısı -6 : DİVRİĞİ ULU CAMİ, ŞİFAHANE ve  TÜRBESİ

*Rifat GÜNDAY

Seyahatimiz  Divriği Ulu Camiyi görmek için  Divriği’ne doğru   trenle yola çıktık. Divriği Ulu Cami ve şifahanesiyle türbeleri barındıran Divriği külliyesi 1985 yılında Anadolu’nun UNESCO Dünya Miras Listesi’ne dahil edilen ve yaklaşık 8 yıl süren (2015-2024) bakım tasarım ve tadilat projeleri tamamlanmıştı.  Anadolu’nu bu en  güzel ve ihtişamlı eserinin   bulunduğu  Divriği ,Sivas’ın 180 km. güney doğusunda ve demiryolu güzergâhındaydı.Külliye 1250 rakımlı dağ yamacında bulunmaktadır. Kesme taştan geleneksel taş işçiliği örneklerinin en ince işçiliğinin uygulandığı en iyi bir yapıt olan bu yapı aynı zamanda farklı süslemeleri bakımından da oldukça eşsiz bir eser sayılmaktadır.

Külliye’ye aşağıdan yukarıya doğru tırmanırken şehrin doğusundaki tepede kuzey-güney doğrultulu yapıların birbirine eklemlenmiş tek kütle halindeki görünümüyle muhteşem külliyeyi görüyoruz. Külliyenin sol yanındaki yani kuzeyindeki tepede büyük Divriği kalesi görülüyor. Külliye’nin şehre bakan ön tarafı (Batısı) yeşillendirilerek fidan dikilmiş (Baca dumanlarından uzaklaştırmak ve önünün açılmasını sağlamak amacıyla) İlk görüşüm bu kadar büyük bir külliyenin burada ne işi var?  Oldu.İkinci görüşüm ise bu yeşil alandaki ağaçlar büyüdüğünde külliyenin görüntüsünü kapatır olduğuydu. Mesela bu yeni yeşil sahanın alt tarafına normal ağaçlar dikilirken üst tarafın ise tamamına bodur ağaç fidanları dikilmeliydi. Ama biz galiba hep aynı hataları tekrarlayıp sanat eserlerimizi görünmez kılıp gizliyoruz. Üçüncü görüşümü ise külliye sahasına çıktığımızda yaşadık. Külliye’nin şehre bakan ön tarafı ile kaleye bakan sol tarafına mini amfitiyatro düzeni basamaklama yapılmış. Doğrusu buna mimari bir çözüm bulunabilirdi, çünkü uzaktan bakınca bir miktar yine külliye görüntüsünü kapatmış oluyordu.

Divriği Külliyesini daha önceden biliyordum ama ilk defa yakından inceleyip gözlemlerimle birlikte aktaracaktım. Diğer Selçuklu beyliklerinde olduğu gibi her beylik büyük devlet olabilme iddiasını sürdürebilmek adına beylik merkezlerine görkemli Ulu Camiler ve medreseler inşa etmişlerdi (Beyşehir, Birgi, Karaman Ulu camileri gibi) Ancak bu yapı beylikler dönemi yapılarının hepsinin üstünde olduğu gibi Türkiye Selçuklu yapılarının da, erken dönem Osmanlı yapılarının üstündeydi. Üstelik alışagelmişin dışında külliyede medrese yerine şifahane  ve türbe yapılmıştır.(Külliyelerde türbe bulunmakla birlikte ana yapıya eklemli olmayıp aynı avlu içinde bulunabiliyordu) Külliye bu haliyle geleneksel külliyelerden farklı tasarlanmıştır. Külliyelerde genel olarak; Cami, Medrese, Hamam. aşevi v.s. bulunurken Divriği külliyesinde; Ulu Cami, şifahane ve türbe bulunmakta, hamamı ise bilerek külliyenin 100 metre aşağısında yapılmıştır. Burada anlaşılan *Mengücekoğulları beyi Ahmet Şah çağının üstünde evrensel bir abidevi yapıt öngörmüştür.

Genel mimari özellikler

Türkiye Selçukluları Devletine tabî (Vassal) *Mengücekoğulları Beyliğinin şaheser yapıtı Divriği Külliyesi yani birbirine eklemli yapılar topluluğu dikdörtgen planlı olup kaleye bakan kısa kenarı +32 metre, şehre bakan uzun kenarı ise +63 metre uzunluğuyla alanı 2122 metrekareye ulaşmaktadır. Külliyenin ihtişamlı 4 taç kapısı ve bir minaresi (minareyi  1565 de Kanuni yeniletmiştir) Ulu Cami giriş taç  kapısı kuzey, şifahane taç kapısı ise batıya bakmaktadır.Yapının en yüksek noktası cami mihrabı üstünde bulunan onikigen kubbe olup yüksekliği 25 metredir.Minare 23,75 m. Cami yüksekliği 9.85 m. Şifahane yüksekliği 12,5 metredir. Külliye içindeki türbeye şifahaneden geçiş olduğu gibi, camiden de şifahanedeki havuzda akan  su sesi duyulacak bir tasarım yapılmıştır.

Tarihçe

Mengücekoğulları beyi Ahmet Şah cami yapımından önce kaleyi tamir ettirmiş, kentin imar ve iskânına önem vermiş, şehre su getirtmiştir. Külliyenin inşasına 1228 yılında başlanmış olup 1243 yılında tamamlanmıştır. Ulu Cami, *Mengücekoğulları beyi Ahmet Şah tarafından cami ile bitişik olarak inşa edilen şifahane ise eşi Melike Turan Melek Hatun tarafından inşa ettirilmiştir. Cami inşasına başlanıldığında Türkiye Selçuklu Sultanı Alâattin Keykûbat tahttaydı ve *Mengücekoğullarının Erzincan/Kemah koluna son vermiş, Divriği koluna ise dokunmamıştı. Buradan bu beyliğe verilen önemi anlayabiliyoruz. Ayrıca Melike Turan Melek Hatun,  Anadolu’da ün yapmış Gevher Nesibe, Nihavend ve Mama hatunlar gibi önemli ve güçlü bir şahsiyet olduğunu ayrıca Erzincan Meliki Fahreddin Behram Şah’ın kızı olması da bu durumu kuvvetlendirmektedir. Yapının baş mimarı ve tasarımcısı Ahlatlı Hürrem Şahtır   Ahlatlı Nakkaş   Ahmet, Tiflisli İbrahim oğlu Ahmet, Hattat Mehmed ve Mehmet oğlu Ahmet diğer ustalardır.Külliyenin tamamlanmasını Ahmet Şah’ın  oğlu Prens Hasan gerçekleştirmiştir.

1-Divriği Ulu Cami

Cennet kapı’dan başlıyoruz. Kapının asıl tanım adı ;  kıble/giriş kapısı olmasına rağmen Taç kapı bezemelerinde Cennet tasvirinden dolayı Cennet kapı , giriş/kıble kapısı ve kale yönünde olduğu içinde kale kapısı gibi adlandırmalar yapılmıştır. Ulu Cami Taç kapısı diğer Selçuklu yapı portallarından (Yapıların görkemli giriş kapı süslemeleri) daha fazla bezemeli olup 14,5 m yükseklikte ve 11,5 m eninde, 4,5 m derinliğindedir; yapı kenar çizgisinden /duvarından 1,5m. dışarıya doğru çıkıntılık verilmiştir. Kur’ân-ı Kerim’deki Cennet ile ilgili ayetlerden yola çıkılarak sonsuz Cennet nimetlerinin kapı üzerindeki motiflerle tasvir edilmesiyle bu tanım adını  almıştır. Yapıtın dört kapısından  her biri   ayrı bir güzelliğe sahip olsa da kapılar içerisinde en ihtişamlı olan Cennet kapıdır.  Kapı üzerinde, hayat ağacı motifleri ile sonsuzluğu ifade eden semboller de  mevcuttur. Hayat ağacı motifi ile ebediyet, Ahîret hayatı ve Cennet anlatılmak istenmiştir. Selçuklularda   Cenneti tasvir eden 8 köşeli yıldız , yapıtın diğer bölümlerinde olduğu gibi cennet kapıda da kullanılmıştır.

Cennet kapının sol tarafında Âyet-i Kerime olarak, “”Allah’u lâ ilahe illa hüvel hayyul kayyum”” yazmaktadır. Taç kapının Tepesinde Selçuklu hükümdarı Alâattin Keykubat için, “”Sultanın Muazzama halifenin yardımcısı adaletin keskin kılıcı Alâeddin Keykubad”” yazıyorken;

Taç kapı kitabesinde ki 5 bölümde bitki motifleri çerçevesi içinde “”Süleyman Şah oğlu Ahmet Şah Allah’ın affına muhtaç aciz kul 626 hicri aylarının birinde bu caminin yapılmasını emretti”” yazmaktadır.


İç mekân

Divriği Ulu camii ‘ye taç kapıdan girildiğinde  doğruca   mihraba ulaşılır.Ancak camiden çıkarken taç kapı kullanılmaz  , aynı kapıdan çıkılırsa mihraba  saygısızlık olmasın  düşüncesiyle , insanlar camiden çıkarken sırtını mihraba (Kıble yönüne) dönmesinler diye çıkış kapısı caminin batı yönüne konmuştur.  Ulu Cami kuzey-güney yönünde uzanan dikdörtgen şeklinde bir yapıdır. Ulu cami özgün  plan tipi ve süsleme olarak benzeri olmayan bir cami’dir. Dikdörtgen planlı harim (İç mekan ibadet alanı) mihraba dik beş sahından(Harim’in içinde  sütün sıraları ile ayrılan alan)  oluşur. Orta sahın en geniş olanıdır. Ulu caminin yapı tavanı sekizgen planlı 16  sütunla taşınan , 2 kubbe ve 23 tane farklı tonoz örtüsü vardır. Kubbelerin en büyük ve yüksek olanı ki külliyenin de en yükseği (25 m.) olup oniki gen planlıdır. Bu kubbe iç ve dış görünümü ve geometrisiyle dıştan kümbete benzeyen pramit şekilli bir örtüsüyle  tek örnektir.  Orta sahında Kıble ile  Batı(Çıkış)  kapısının kesişme aksında/koordinat noktasında tavanda bir ışıklık ve zeminde kar kuyusu yer alır. Ulu camii içinde iki  emanet sandığı ile birde geleneksel sadaka taşı bulunmaktadır.

Camide sahınların hepsi birbirinden farklı yıldız tonozlarla (2 yüksek kubbelisi hariç) örtülmüştür. Bu camide hem Türkistan’dan itibaren süregelen Selçukluların avlulu plan tipi, hem de Endülüs plan tipini bir arada görmekle beraber Dünyada bu anlamda tek örnektir. Külliyenin birbirine eklemli  yapılarında  hiçbir zaman tekrarlanmayan bitkisel, geometrik ,figürsel  motifler ve  yazılı süslemelerle adeta dantel gibi süslenip bezenmiştir.Figürsel bezemelerde bitki  ve diğer camilerde  görülmeyen hayvan figürleri de  yapılmıştır.

Minber

Minber en dayanıklı ağaç olan abanoz ağacından oniki yılda Tiflisli İbrahim oğlu Ahmet tarafından yapılmıştır. Minber 7 metre yükseklik 4 m. derinlik ve 1 m. genişliktedir.Minber kündekâri olarak (ahşap geçme sistemleri) ile yapılmıştır Minberin her iki yan  yüzeylerinde de 57’şer tane beş köşeli  yıldız işlenmiş ki toplamı  114 rakamına ulaşılır ki   bu rakam  Kuran-ı Kerim’in toplam sûre sayısı olan  114 sûre sayısını  simgelemektedir. Minberde 3 kitabe 18 ayet-i kerime ve hadisi şerif olmak üzere toplam 21 kabartma yazıları Selçuklu Sülüs’ü denilen  hat yazılarıyla  uygulanmıştır.

Mihrap

Ulu caminin ana kubbesinin (Onikigen  pramit şeklinde  en yüksek kubbedir) altında yer alan mihrap, (Mihrap ; kıble yönünü gösterir)  büyük taşlarla sivri kemerli bir niş şeklinde inşa edilen adeta bir saray kapısı gibi taç kapıyı andırmakla birlikte diğerlerinde olduğu gibi yine tek örnektir.Mihrap kubbesinde 4 küçük pencere konmuştur. Mihrap  8.6m. yüksekliğinde, 9.2m eninde olup  bezemelerle süslüdür. Mihrap üstü kubbe dört büyük kemere oturtulmuştur. Mihrap kubbesinde dört küçük pencereler  yıldız şeklinde uygulanmıştır. Mihrap nişinin (Duvarın oyulmuş kısmı) üstünde süslemelerin bitiminde(Üstünde)  iki adet “”Elif”” harfi, ortada bir “”Lale”” motifi ve Lalenin altına da “”Hilâl”” konularak   ““Bütün ibadetler ancak Allah’a yapılır “”  lâfzı anlatılmıştır.

Şah kapı ve Şah mahfili (Hünkâr Mescidi)

Şah kapısı; külliyenin 4. kapısı olup yapıların doğu tarafında yer alır ve şah mahfiline açılmaktadır. Hünkâr kapısı da denilen kapı   Selçuklu mimarî tarzında yapılmıştır. (Hünkâr mescidi; suikastlara karşı bir önlem olarak camilerde genellikle zeminden yükseğe inşa edilen ibadet mekanlarıdır) Kapının insan boyundan kısa yapılmasının amacı: Mengücekoğulları beyi Ahmet Şah’ın camiye eğilerek girmesi ile   “”Beyler sadece  Allah’ın huzurunda eğilir” “ anlamını belirtmek  içindir.Kitabesinde: “”Mülk Kahhar ve tek olan Allaha aittir “yazmaktadır. Caminin sol köşesinde yani yapının Güneydoğudaki şah mahfili bileşik tonoz örtüsü şeklinde örtülmüş olup bu bölümün bazı kısımları günümüzde eksiktir(?) Mahfil duvarında açıkça kiriş izleri  görülebiliyordu. Ahşaptan yapılmış Divriği Ulu Cami Hünkâr mahfili Anadolu’daki en erken örneklerden biridir.

Batı Kapı

Batı kapı caminin sağ tarafında yani külliyenin  batısında, şehir tarafında yer alır. Asıl tanım adı çarşı/çıkış kapısı olmasına rağmen Batı kapı ince taş işlemeciliğinin zirvesindeki kapı bezemelerinde adeta dantelli bir şekilde örülmüş seccade/kilim   tasvirinden dolayı  ve  çıkış yönünde yani şehre baktığından tekstil/ çarşı kapısı  gibi tanım adları  verilmektedir. Taç kapı üst kemerinin tam tepeden dışarı çıkıntılı olan taş, kilit taşıdır ki bütün taşları tutmakta olan ana noktadır. Ucunda demir kanca bulunan taş aydınlatma fenerlerinin kullanılması amacıyla yapılmıştır Alt kısmında laleler işlenmiştir. Batı kapının üç satırlık kitabesinde; “”Şahinşah oğlu Süleyman Şah oğlu Ahmet Şah Allah’ın affına muhtaç aciz kul adaletli melik bu caminin yapılışını 1228 yılında emretti. Allah mülkünü daim etsin”” demektedir. Kapının her iki tarafında denge sütunları vardır. Sağ tarafında “”ALLAH”” sol tarafında yatık “”ALLAH” “yazısı yazılmıştır Kapının sol tarafında bulunan çift başlı kartal; Selçukluların sembolü, boynu bükük olan doğan figürü; Mengüceklerin sembolüdür. (Mengüceklerin Türkiye Selçuklularına tabî olduğunu simgelemektedir)Mengüceklerin Türkiye Selçuklularına bağlılığını ifade etmektedir. Batı kapıda ikindi namazında görülen namaz kılan ve Kur’an okuyan gölgeleri biz göremedik. Çünkü gölgeler Mayıs-Eylül ayları arasında mevsimsel görülebiliyormuş


Minare

Ulu caminin tek minaresi caminin kuzeybatı köşesinde yer alır ve silindirik bir kaide üzerine silindirik gövdeli tek şerefeli kesme taş yapıdadır. Minarenin aslı yıkıldığından yenilenmiştir. Kanuni doğu seferlerindeyken bu camide namaz kılmış, minarenin harabiyetini görünce Mimar Sinan’dan yeniden yapılmasını istemiştir. Minare 1565 yılında Mimar Sinan tarafından yenilenmiştir. (Caminin hasar gören batı duvarı da ayni tarihte Mimar Sinan tarafından yenilenmiştir) Minare yüksekliği 23.75 metredir.

2-ŞİFAHANE

Külliye’de Ulu Caminin güney tarafına ve bitişik    olarak, doğu-batı yönüne uzatılan dikdörtgen planlı inşa edilmiştir. Şifahane 770 metrekare büyüklükte  asma katlı avlulu ve eyvanlı “avlulu medreseler “ grubunda bir yapıdır. Şifahanenin  banisi Erzincan meliki Fahrettin Behram Şah’ın kızı olan ve  Mengücekoğulları beyi Ahmet Şah eşi Melike Turan Melek Hatun’dur. Şifahane mimarı da yine camide olduğu gibi Ahlâtlı Hürrem Şah’tır. Divriği Şifahanesi Anadolu’da yapılan 3. Şifahane olup günümüze ulaşan en iyi korunmuş şifahanedir. (1206 Kayseri ve 1217 Sivas Darüşşifalarından sonra yapılan 3.şifahanedir) 18.yy. da medrese haline getirildiği için “Şifahiye Medresesi” de denilmektedir. Şifahane orta bölümü sekizgen ışıklık kubbesi ile örtülmüş, zeminde ise havuz vardır. Giriş ile birlikte dört eyvandan oluşur. (Eyvanın biri kapalıdır) Taç kapıdan girişte sağ ve sol tarafta birer oda bulunmaktadır. Şifahane avlusu etrafında küçük odalar yerleştirilmiştir. Şifahane sütunları daire ve sekizgen formdadır.                 

Caminin kuzey tarafında ki hamamdan camiye boru döşenmiş, bu borulardan gelen hamamın sıcak su buharı ile cami ve şifahane ısıtılması sağlanmış.

Şifahane Taç Kapısı

Şifahane’nin Taç Kapısı/Şifahane giriş kapısı süregelen Türkistan-Selçuklu geleneğine göre inşa edilmiştir. Doğu-Batı yönünde ve dikdörtgen planlı ve kesme taşlarla yapılmıştır.  14 m. yükseklikte ve 10,5 m. derinlikte olan taç kapının kemeri, işlemeleri ile bir kadın başı/ tacını andırmakta ve benzemektedir. Şifahane taç kapısında yer alan kitabesinde   “”El Melik Es Seyit Fahrudden Bahram Şah’ın kızı Allah’ın affına muhtaç adaletli Kraliçe turan Melek Allah rızası için bunun mübarek şifa yurdunun inşasını emretti. “”  yazmaktadır.

Şifahane taç kapısının üst alınlığındaki 22 tane beşgen yıldız abide eseri yaptıran Ahmet Şah ailesinin 22. kuşaktan Peygamberimizin(S.A.V) torunu olmasıyla ilişkilendirilmektedir. Bilindiği üzere beşgen ve sekizgen yıldızlar Selçukluyu temsil etmektedir. Yapılara konulan/uygulanan denge sütunları üç adettir. Bunlardan ikisi cami kısmına, bir tanesi ise şifahane kısmına yapılmıştır. Kapıdaki pencereyi ortadan ikiye bölen sekizgen silindirik sütun, denge sütunudur.  (Bu sütun 1939 Erzincan depreminden sonra dönmemektedir) Pencerenin sağ ve solundaki Süleyman mührünü çevreleyen Hilâl; İslamiyet’in simgesi, ortasındaki motiflerle Haç; Hristiyanlık simgesi işlenmiş böylelikle şifahanenin her din mensubuna açık olduğu ifade edilmiştir. Pencerenin alt kısmında kitabesi yazılmışken, sağ tarafta kadın başı, sol tarafta erkek başı bulunmaktadır. Başlardan biri Güneşi, diğeri de Ay’ı temsil etmektedir. Bu tasvir aynı zamanda şifahaneden erkek-kadın ayrımı olmadan herkesin yararlanabileceğini anlatmaktadır.

Türbe

Camiin kıble duvarına bitişik yanı şifahanenin kuzeydoğu köşesinde üstleri tonoz örtülü dikdörtgen planlı ve kubbeli(Selçuklu kümbet tipinde), Ahmet Şah eşi Turan Melek Hatun ve Mengücekoğulları ailesinin kabirlerinin bulunduğu türbe yer almaktadır.

Havuz

Şifahane’nin merkezindeki havuzdan taşan su, havuzun etrafındaki kare planlı kanaldan etrafını dolaşıp, daire çizerek yapıdan tahliye edilir. Havuzun dolup-taşması ve kanaldan akan suyun çıkardığı sese, ney sesi üflenerek  eklenmiş böylelikle  ruh ve sinir hastalarının tedavisi sağlanmıştır.

Divriği Ulu camii ve şifahanesinin tasarımı; mimari ve süsleme olarak hem beylikler döneminin hem de Selçuklu döneminin hatta erken Osmanlı döneminin en büyük şaheser yapıtıdır. Divriği külliyesinin yapımında bölgenin mimari seviyesi ve koşullarıyla açıklamak mümkün değildir. Burada esas unsur elbette külliyenin sahibi Ahmet Şah ve ailesinin çağını aşan üstün bir estetik duygularının etkisiyle baş mimar Hürrem Şahla birlikte 6 mimarın   sanatçılıklarının yoğun işbirliği ve koordinedeki öngörüleri sayesinde ortaya çıkmıştır.

Divriği’ne gelen Evliya Çelebi ünlü seyahatnamesinde Divriği   Külliyesi’ni “”Mermer ustası bu camiye öyle emek sarf edip duvar yüzlerini öyle bukalemun nakşı etmiştir ki ne Ayasulug'da Sultan Yakub Camii, ne Bursa'da Yıldırım Han'ın Ulu Camii, ne Sinop şehrindeki minber nakşı, ne Rum ülkesinde Atina'da Ebülfeth (Fatih) Camii ve ne Budin serhaddinde Estergon Kalesi Camii bu Divriği Camii'nin işçiliğindeki ustalığa denk olamazlar.”” Kısacası övgüsünü yapmakta ““Methinde Diller Kısır Kalır, Kalem Kırıktır “”şeklinde anlatmaktadır. Divriğindeki bu muhteşem abide Arslan Yanardağ’ın  “Takiyettin Mengüşoğlu’yla konuşma” adlı eserinde Sivas doğumlu Takiyettin ‘in Almanya’da felsefe eğitiminden sonra Divriği’ne gelerek Divriği’nin taş eserlerini bir başka gözle incelemiş ve sonuçta burada o taş ustalarına seslenerek ;  “”Yüzyıllar sonra bu şaheseri görenlerin ne düşüneceğini ve bunu yaparken ustaların nasıl  düşündüğünü meydana getirdiğini .“”açıklamaya çalışmıştır. Divriği Külliyesinde  İslâm    inancının özelliklerini, sembollerini ,  çağın ilerisinde sayılabilecek modern bilimsel metodları da adeta göstererek karmaşık motifleri   sanatsal olarak   mükemmel bir şekilde taşlara işlenmiş/uygulanmıştır.    İslâm sanat tarihinde de eşi olmayan bazıları 3 boyutlu olmak üzere bu taş yontuların yazıtların ve süslemelerin meydana getirilmesindeki çaba ve emeğe karşılık, bu kadar şaheser yapıtın tanıtımı ve üzerinde çalışılması yeterince yapılmadığı şeklinde bir kanaatim oluşmuştur.

Sonuç olarak   Ahmet Şah ile eşi Melike Turan Melek  Hatun ‘un Divriği Ulu Cami ve Külliyesini yaptırmalarındaki amaçları olan Allah aşkı ve Allah Resulune duyulan sevgilerini  ustaların titiz çalışmalarıyla   çeşitli motif ve sembollerle bir-kaç kez ifade edilmesi  olarak yorumlanmaktadır.      Divriği Ulu Camiine bir benzetme yapmam gerekirse; Bence Anadolu’nun Kurtuba’sı söyleyebilirim (Kurtuba camii 15.y.y. sonuna kadar yani Kiliseye çevrildiği tarihe kadar Dünyanın en büyük ve en güzel camisiydi)


*MENGÜCEKOĞULLARI BEYLİĞİ (1080-1228-1255)

Divriğinde muhteşem eserler inşa ettiren Mengücekoğulları/Mengücükler /Mengüçlüler  ‘in Divriği kolu ilginç bir şekilde Selçukluların en güçlü döneminde varlığını sürdürebilmiştir. Mengüçoğulları Bölgesini korumaya çalışan, sanatı, mimariyi, ilmi, edebiyatı himaye etme amacı güden bir beylik olması mimari anıtları ve sikkeleri sayesinde bilgilenmemize rağmen tarihi kaynaklar çok bahsetmez.Bu konuda Necdet Sakaoğlu’nun araştırmaları dışında detaylı çalışma yoktur.Divriği Külliyesi gibi çağını aşan bir mimari yapıtın banilerini elbette ki biraz anlatılması gerekmektedir.

Türkler, Abbasi ordularında (Bilhassa Samarra ordugâhı Anadoluya yakındı) askerleri olarak, Doğu Anadolu’yu 9. yüzyıldan itibaren tanımışlardı.Dolaysıyla 1015 ‘ten itibaren Selçuklu seferlerine klavuzluk yapmışlardı. Selçuklu Sultanı Alparslan’ın D.Roma ordusunu bozguna uğratmasından(1071-Malazgirt) ve  İmparator ile yapmış olduğu anlaşmanın uygulanmamasından dolayı(Çünkü mağlup imparator öldürülerek tahttan indirilmişti) verdiği emir üzerine Anadolu’nun fethi başlamıştır.  Mengücekoğulları beyliğinin kurucusu Malazgirt savaşına katılan Alparslan’ın Artuk, Saltuk, Danişmend, Çavlı ve Çavuldur gibi emirlerinden biri olan Mengücek Gazidir. Malazgirt Savaşının Selçuklular lehine neticelenmesiyle Emir Mengücek Gazi Mengücekoğulları Beyliğini, Anadolu’da Erzincan merkez olmak üzere, Kemah, Divriği, Şebinkarahisar, Tunceli, Elazığ yöresinde kurmuş bir Türkmen emiridir.

Anadolu’nun fethi sonrası Anadolu’ya göç eden Türkler, bu topraklara yerleşerek, bu coğrafyayı kendilerine vatan kılmışlar az zamanda ülkenin adı Türkiye olarak anılacaktır. Yeni kurulmaya başlanılan bir ülkenin hâkimiyetinin kalıcı olabilmesi için askeri gücün yanısıra idarî teşkilatlar ile kalıcı kültür eserleri meydana getirerek yönetimi sürekli halde tutmalarının farkındaydılar. Bu amaçla fetih de bulunarak kurulan hem beylikler hem de Türkiye Selçuklu Sultanlığı kültür ve sanat ortamı oluşturmak, adalet ve hoş görüyle dolu şehirlerde imar faaliyetlerine girişmişlerdir.

Beyliğin kurucusu olan Mengücek Gazi’nin hem Anadolu’nun fethinde önemli bir isim olması hem de aynı zamanda Danişmendli Gümüştekin’in kızını aldığı, akrabalık bağı kurarak beyliğinin gücünü sağlamlaştırdığı  bilinmektedir. Mengücek Gazi, Anadolu gazalarından birindeki  çarpışmalarda şehit düştü Mengücek Gazi’den sonra başa Emir İshak geçmiş, buna müteakip Beylik Türk adetleri gereğince 1118’den önce öldüğü düşünülen Mengücek Gazi Oğullarından Davut’a Erzincan kentini ve Kemah Kalesi’ni, Süleyman’a ise Divriği’yi bırakmıştır. Kemah kolu Behram Şah’ın ölümüyle tekrar ikiye ayrılmış ve 1227-1228 yıllarında Şebinkarahisar ve Kemah kolu, Alaattin Keykubat tarafından tamamen ortadan kaldırılmıştır

Divriği kolunun, ilk emiri Süleyman’ın oğlu Şahinşah’tır. Divriği Kalesi’nde 1180 tarihli ilk caminin kitabesinde Şahinşah’ın adı yazılıdır. Divriği’deki en önemli yapılardan biri olan Sitte Melik Türbesi’nin kurucusu da Emir Şahinşah’tır. Şahinşah’ın iki oğlundan biri olan Süleyman, Divriği Ulu Camisi’ni yaptıran Ahmed Şah’ın babasıdır. Ahmet Şah’ın vefatı üzerine Külliyeyi, Ahmet Şah oğlu Hasan tamamlamıştır.

Mengücekoğullarının Divriği kolu da 1252 yılında Türkiye Selçuklu Devleti’nin yönetimi altına alınarak beyliğin devri sona erdirilmiştir. Bu beylik Türkiye Selçuklu Devleti’ne bağlanan son Türk beyliği olmuştur.

                                                                                                                         Rifat Günday

                                                                                                                         Başöğrt.Tarih(E)

             Makale Linki :   https://www.kirmizilar.com/divrigi-ulu-cami-sifahane-ve-turbesi/        

Kısa video Linki :   https://studio.youtube.com/video/6UQtAMR7WBI/translations                                          

Kaynaklar:

1)     1-Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü

2)     2-Sivas Valiliği

3)     3-Divriği Ulu Camii -Sanatın Yolculuğu

4)     4-Divriği Ulu Camii Matematik Modellemesi (Blog :  https://www.besoglu.com/sivas-divrigi-ulu-camii-ve-darussifasi-matematik-modellemesi-ve-sonuclarin-degerlendirilmesi/ )




8 Ağustos 2024 Perşembe

KIBRIS TARİHİ

 Tarihimiz ve Olaylar-15 : 50.Yılında Kıbrıs

*Rifat GÜNDAY


KIBRIS COĞRAFYASI
Kıbrıs, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin 70 Km güneyinde yer alan Akdeniz’in üçüncü büyük adasıdır. Doğusunda 102 km mesafe ile Suriye, 165 km ile Lübnan; güney doğusunda 233 km ile İsrail, güneyinde 347 km ile Mısır; kuzey batısında ise 835 km ile Yunanistan yer almaktadır.Kıbrıs adasının 9251 km² alanının 3242 km² si KKTC’ye aittir.

Kıbrıs’ta Türkiye Toroslarının uzantısı olan iki sıradağdan Beşparmak dağları kuzeyde, Trados dağları ise güneydedir.Kıbrıs’ın iklimi tipik bir Akdeniz iklimidir. Yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve az yağışlıdır. Yıllık ortalama en yüksek sıcaklık 25 ºC’dir.KKTC’nin nüfusu 286.000 ‘dir. KKTC’nin Başkent Lefkoşa’dır. Diğer ilçeleri Gazimağusa, Girne, Güzelyurt, Yeni İskele ve Lefke’dir. Akdeniz iklimine uygun olan portakal, turunç, limon, mandalina, greyfurt gibi narenciye ürünleri yanında, çeşitli sebzeler ile meyveler, zeytin ve harnup ağaçları yetişir. Adını en önemli yer altı zenginliklerinden olan bakır madeninden (Lat. cyprum,İng. Cyprus) alır. Kıbrıs açıklarında bulunan zengin doğalgaz rezervleri Kıbrıs üzerindeki stratejik hesap ve emperyal hedefleri artırmaktadır. KKTC’nin içme suyu Türkiye’den boru hatları ile verilmektedir.
KIBRIS’IN Tarihsel ve Stratejik önemi
Kıbrıs ; Doğu Akdeniz’in jeostratejik açıdan en önemli adası olup Ortadoğu ve Doğu Akdeniz havzasının kontrol edilmesinde oynadığı rolden dolayı tarihten gelen ayrı bir önemi vardır.

Geçmişinde Baharat ve İpek yolları bugünlerde ise enerji hammaddeleri için taşıma güzergahı haline gelmiş, geçmişte baharat ve ipek yollarını kullanan kervanların/gemilerin emniyeti için yaşanan mücadeleler bugün enerji maddelerinin taşındığı güzergahlarda yaşanmaya başlamıştır. Bu adanın stratejik değeri özellikle deniz ticareti, ulaşım hatları ve başlıca hava yolları hatlarının üzerinde bulunmasıyla artmakta ve çıkar çatışmalarına sahne olmaktadır. Bu yüzden tarih boyunca bir çok medeniyetin gelip geçtiği Kıbrıs aslında 307 yıllık Osmanlı Türklerinin varlığıyla en istikrarlı dönemini (1571- 1878) ile (1974-2024) yıllarında yaşamıştır. Kıbrıs diğer bir açıdan ise Doğu Akdeniz genel coğrafi konumuyla doğu ve batı medeniyetlerini birbirine bağlayan ticaret yolları üzerinde bulunmaktadır. 16.y.yılda Osmanlı Devletinin “Akdenizi bir Türk Gölü haline Getirmek” stratejisinin ilerletilmesiyle Kıbrıs ‘ın fethi sultan 2.Selim döneminde gerçekleştirilmiştir(1 Ağustos 1571)

Günümüzde Doğu Akdeniz Havzasının kilit bölgeleri sayılan ; Kıbrıs adası , Tarihi Kudüs bölgesi ve verimli hilali kontrol edebilecek Kerkük bölgesi vazgeçilmez derecede Asya’nın kilidi konumunda hedef bölgeler olarak değerlendirilebilir.
                                                       
KIBRIS'IN ÖZET TARİHÇESİ. 1571 de 2.Selim'in emriyle Serdar-ı Ekrem tayin edilen Lala Mustafa paşa tarafından fethedilmiş ve yönetilmiştir.1877-1878 Osmanlı-Rus harbinde de Kıbrıs İngiltere'ye kiralanmıştır.

Türkler ile Rumlar arasında ilk olaylar, Osmanlı İmparatorluğu'nun adayı 1878 tarihli 50 yıl süreli kiralama antlaşmasıyla Birleşik Krallık'a bırakmasından sonra 1920'de kiralama süresinin dolmasına 8 yıl kala başladı. Bu olaylar sadece siyasi kavgalar olmakta birlikte silahlı çatışmalar şeklinde olmamıştır. 1920 yılında Rumların, İngiltere'nin onayını almadan Yunanistan'a katılma plebisiti yapmak istemesi ve Birleşik Krallık yönetiminin buna izin vermemesi, Rumların önce Birleşik Krallık'ı adadan çıkarma sonrada Türkleri yok etme planlarını yürürlüğe koymalarına neden oldu. Kıbrıs’taki İngiliz yönetimini bir fırsat olarak gören ve “Enosis”in gerçekleşeceğine inanan Ortodoks papazları önderliğinde ayaklanan Rumlar ; 1931 yılından itibaren Kıbrıs’a sahip olma/el koyma faaliyetlerine başladılar.Ardından gelen 2.dünya savaşı yılları İngilizlerin baskıcı yönetimine Rumlar sessiz ve hareketsiz kaldılar. 2. Dünya Savaşı sonrasında savaşı kaybeden İtalya'nın elindeki 12 adaların Almanlar/İtalyanlardan alınarak Paris Anlaşması ile Yunanistan’a verilmesi Yunanistan’da ve Kıbrıs’ta Rumların “Enosis” duygularını kabartmış ve neticede Yunanlıları adayı ilhâk girişimlerini artırmıştır. Buna ilaveten Yunan Parlementosu Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması için karar alınmıştır. Yunanistan, Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesinin 1950 yılında düzenlediği ve sadece Adadaki Rum halkının katıldığı sahte referandumun sonucunu bahane ederek 1954 yılında BM’e başvurdu.Amaçları Kıbrıs Rumlarına o yıllarda Dünyada popüler bir akım olan Self-Determinasyon hakkına hukuki bir gerekçe kazandırıp ve bu hakla nihayetinde Adayı Yunanistan ile birleştirmek idi. Böylelikle Kıbrıs Rumlarının BM başvurusu ile Kıbrıs meselesi BM gündemine girmiş oldu. Bu gelişmeler yaşanırken Kıbrıs Türk cemaatinin liderliğini yapan Fazıl Küçük ve yardımcısı Rauf Denktaş Ankara ile özellikle Dışişleri Bakanı Zorlu ile sürekli görüşerek savunma mekanizması oluşturmaya çalıştılar. Bu arada Yunanistan , Kıbrıs Kilise başpiskoposu Makarios tarafından “EOKA” tedhiş örgütü kurulmuştur. “EOKA” örgütünü de komutan olarak Yunan Subayı Grivas’ın liderliğinde bir ekip adaya gelerek “Enosis”e yönelik faaliyetlerini gerçekleştirmeye başlamıştı(1954) Buna karşılık Türk tarafında ise Kıbrıs konusunda iki önemli adım atıldı ; Fatin Rüştü Zorlu’nun önerisi ve Genelkurmay’ın onayıyla Kıbrıs’ta Türk Mukavemet Teşkilatı kuruldu(TMT-1958)Rauf Denktaş illegal (kapalı) yöntemle çalışan bu Millî Türk Teşkilatının çekirdek kadrosunda “Toros” kod adıyla görev aldı.
1959-1960 ZÜRİH VE LONDRA ANLAŞMALARI İLE KIBRIS CUMHURİYETİ’NİN KURULMASI
Kıbrıs Rumlarının “ENOSİS” için başlattığı propaganda ve arka planındaki silahlı tedhiş/ablukalara dayalı saldırılarına , Kıbrıs Türkleri de çare olarak Türkiye ile birlikte “TAKSİM” talebiyle karşı taktik geliştirdi. Bu gelişmeler üzerine dünya çapında arayışlar başladı. Bu arayışların sonucunda ortaya çıkan ve Türkiye, Yunanistan, İngiltere ve ABD tarafından benimsenen politika ; “ENOSİS” veya “TAKSİM” yerine Kıbrıs’ın bağımsızlığı önerisi kabul gördü. Kıbrıs, iki toplumun ortak egemenliğine ve yönetimine dayalı, iki eşit toplumun birlikte yaşayacağı bir Cumhuriyet olarak tasarlandı.Bu çerçeve içerisinde 1959 Zürih ve Londra Anlaşmaları ile Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu(15 Ağustos 1960) Türkiye istediği taksim’i gerçekleştirmese de , adanın Yunanistan’a bağlanmasını/katılmasını engellemiştir.1959/1960 “Londra- Zürih Antlaşmaları” Türkiye açısından büyük başarıydı. Türkiye öteki iki ülkeyle(İngiltere-Yunanistan) beraber “Garantör ülke” statüsü kazanıyor, Kıbrıs’a bir Türk Alayı yerleştiriliyordu(1878 de adadan ayrılan Türk Kuvvetleri 80 sene sonra adaya dönüyor olması son derece önemliydi) Kıbrıs Türkleri federatif esasa göre yapılan Anayasa ile Rumlarla eşit haklara sahip kılınıyordu. Kıbrıs Anayasasında; parlamento, hükümet, kamu yönetimi yapılanmasında %70 Rum, %30 Türk, Polis ve Jandarmanın yapılanmasında %60 Rum, %40 Türk temsiliyet oranları esası getirilmişti.Cumhurbaşkanı Rum olacak , Kabine de 3 Bakan Türk olacaktı.Türk olan Cumhurbaşkanı Yardımcısı’na dışişleri, savunma, güvenlik konularında tam “VETO” hakkı verilmiş ve ortak parlamentoda ise “Vergi”, “Seçim” gibi temel konularda Türk ve Rum Milletvekillerinin ayrı çoğunluğu öngörülmüştü.

Kıbrıs Garantörlük antlaşması T.C.’nin 23. Menderes hükumetinin başarılı faaliyetleri neticesinde alınmıştı.Rumlar ,Birleşik Krallık'ın adadan çekilmesiyle(Askeri üsleri hariç), Türklerle birlikte ortak devlete asla razı olmadılar. Bu arada Türkiye’de 1960 darbesiyle Kıbrıs Mukavemet teşkilatı lağvedilmiş , Makarios’da 1960 anayasasını değiştirmek üzere anayasa mahkemesine başvurmuş fakat başvuru reddedilince 1962 den itibaren Rum tarafı Kıbrıs anlaşmasının sona erdiğini iddia ederek tedhiş hareketlerini başlatmıştı.Böylelikle fiili olarak Kıbrıs’ın tüm yönetimine kendilerince el koyma yoluna gittiler; Uluslararası anlaşmaları ve anayasayı çiğneyerek ,Türklere saldırılarda bulunmaya başladılar.Amaçları “Enosis”'i tam olarak uygulayarak Kıbrıs'ı bütünüyle ele geçirmekti.Bunun için belediyelerde ve her yerde Türklerin aleyhine işler yapıyor , Türklere verilmesi gereken memurlukları ise vermiyorlardı.

Bir yandan da Resmi+Milis kuvvetlerle Türklere karşı yıldırma , tedhiş ablukaya alma ,köyleri kuşatma ve katliamlar hatta soykırıma varan saldırıları sürdürüyorlardı.

1963 yılına gelindiğinde Kanlı Noel olarak anılan katliamda 364 Kıbrıs Türkü Rumlar tarafından katledilmiş ve 25.000 Kıbrıs Türk'ü göçe zorlanmıştı.Türklere yönelik şiddetin yoğunlaşması ve bazı Türk bölgelerinin abluka altına alınması üzerine uluslararası anlaşmalarla kurulan ortaklık fiilen sona ermiştir. Türkiye çeşitli diplomatik girişimler yapmış olsa da sonuç alamamış Kıbrıs’ta yaşanan çatışmaların artması ve Rum tarafının silahlanma kararı alması üzerine 2 Haziran 1964’te Türk Hükümeti Kıbrıs’a çıkarma yapma kararını açıklamış ve gerekli askeri hazırlıklara da başlamıştı. Pentagon, Türkiye’nin bu kararını önlemek için ve önerisiyle Başkan Johnson, kendi imzasıyla içeriği çok çirkin ve diplomatik teamüllere uymayan çıkartmayı durdurmak amaçlı bir ihtar yazısını hükümeti kurmakta olan İnönü’ye 5 Haziran 1964 tarihinde göndermiştir(Johnson Mektubu)Bunun üzerine Türk Hükümeti çıkarmadan vazgeçerek başka çareler aranmaya başlanmıştır.

Kıbrıs'ta 1963 yılının Noel'inde Türkler'e karşı başlayan sistemli saldırılar, 1964 yılı Ağustos ayına gelindiği zaman daha da artmıştı. Türk çıkarmasının durdurulmasını da fırsat bilen Yunanistan Başbakanı Papandreu'nun, Rumlar'a destek olmak üzere, ağır silahlı 9 bin kişilik bir askeri gücü Kıbrıs'a göndermiş bu durum saldırıların yoğunlaşmasına neden olmuştur. Yunan destekli güçlerle 5 Ağustos 1964 tarihinde Rumlar,Erenköy ve Mansura'ya saldırmıştır. Bu saldırı ile Rumlar, bölgedeki Türkler'i abluka altına almayı amaçlamıştır. Rum saldırısı açıktan bir askeri genel taarruz şeklinde yapılmaktaydı. 15 bin kişilik tam teçhizatlı, Yunan ordusu tarafından organize ve destekli Rum Milli Muhafız ordusu birlikleri ile Erenköy'e saldırır.Karşılarında sadece 3 haftalık askeri eğitim almaya çalışmış 485 öğrenci (40 öğrenci okulunu İngiltere’den bırakıp gelmişti) ve 150 mücahit Kıbrıs Türkü vardı.Türkiye garantör ülkeydi ama Kıbrıs Türk Alayı (650 kişi) Erenköy’den çok uzaktaydı.Mücahitlerin başlarında Ali Rıza Vuruşkan ve Raif Denktaş vardı. 6 Ağustosta Yunanlılar Genel Taarruza geçtiler.İki Yunan Hücümbotu’da denizden bombardımanla destek veriyordu.Erenköy bölgesine yakın yaşayan Kıbrıs köyleri de mücahit gruba sığınmışlardı. Mücahit guruplarımız 25-30 kilometreden fazla olan asıl savunma hattını 4 gün 4 gece savunmuşlar ve fakat ezici düşman kuvvetleri karşısında 7 Ağustos akşamı savunma hatlarını kısaltmak amacıyla biraz daha geriye çekilmişlerdi.Albay Ali Rıza Vuruşkan ‘ın Ankara'ya son telsiz mesajı ise şöyleydi. "Gelirseniz kurtuluruz, gelmezseniz vatan sağ olsun." Bu metanetli mesaj ; Allah’ın (C.C) Türklere bahşettiği Vatan sevgisinin bir göstergesiydi.

Nihayet T.C Hükumeti(10.İnönü Hükumeti) müdahele(havadan) emri verdi.8 Ağustos sabahı önce 2 tane F -100 keşif uçağı geldi.Az sonra 4 tane F- 84 savaş uçağı geldi ve bombardımana başladı.Gün boyunca 64 uçağımız Erenköy sahili ve Erenköy’e bakan Mansura tepelerini taradı. Güneş batana kadar harekât devam etti. Ancak, uçaklarımızın toplu kol uçuş sırasında: Pilot Yüzbaşı Cengiz Topel’in uçağı, (Eskişehir’den kalkmıştı) Rumlar tarafından vurulur ve uçağı düşer, kendisi paraşütle atlar. (Daha sonraki tarihte yapılan bir itiraf sonucu, Rum hücumbotu değil, Yunanistan tarafından gizlice bölgeye gönderilen Faethon isimli bir Yunan savaş gemisinden açılan uçaksavar ateşi sonucu, Cengiz Topel’in uçağı vurulmuştu.) Düşman hatları içine düşen Pilot Yzb. Cengiz Topel, düşman tarafından esir alınarak hunharca işkence edilir ve şehid olur.Yzb.Cengiz Topel’le birlikte Erenköy savunmasında 28 şehit verilmiştir.9 Ağustos 1964 tarihinde Rum saldırılarının devam etmesi üzerine 64 Türk savaş uçağı Kıbrıs semalarında uçuşlarını sürdürmüştür. Hava harekâtı sırasında Rum hedefleri (Mevzileri) bombalandı. Bu sırada aynı günün gecesinde 5 Yunan uçağı da Kıbrıs’a gelerek ve misilleme olarak Erenköy'ü(Türk Mevzilerini) bombaladı. Yunan uçaklarının saldırısı sonucu iki Türk hayatını kaybetmiştir. Avrupa devletlerinin araya girmesiyle harekatlar karşılıklı olarak durduruldu.

1967 yılında Kıbrıs’ta artık fiili Rum-Yunan ikilisinin hakimiyetleri dünyada neredeyse sıradan ve olağan bir duruma gelmişti. 1960 Kıbrıs Anayasasına aykırı olarak Kıbrıs’ı fiilen yöneten Makarios yönetimi Ada üzerindeki kontrolünü arttırmak amacıyla Kıbrıs Türk toplumu üzerindeki baskılarını yoğunlaştırmıştır.


1967 Kıbrıs sorununu başlatan olay ; 1964 krizinde olduğu gibi 1967 krizinde de Türk toplumuna yönelik şiddet eylemleri krizi tetiklemiş ve Rum yönetimi krizi adetâ planlayıp yürütmüştür. Bu sırada 21 Nisan 1967 tarihinde Yunanistan'da liderliğini aşırı milliyetçi, Helenist Albay George Papadopulos'un yaptığı askeri cunta yönetimi Kıbrıs için “Enosis” işgalini gerçekleştirmek için Ada'ya yeniden gönderdiği Grivas öncülüğünde şiddet eylemlerini desteklemiştir. Kıbrıs’a gelen Albay Grivas komutasındaki RMMO (Rum Milli Muhafız Ordusu), 15 Kasım 1967 tarihinde Boğaziçi ve Geçitkale köylerine/Türk yerleşimlerine saldırıda bulunmuştur. Olaylar karşısında diplomatik çareler arayan 30.Türk Hükumeti(Başbakan Süleyman DEMİREL) bir yandan da askeri hazırlıkları başlatmıştır.
TBMM, 16-17 Kasım 1967 tarihli gizli oturumunda Kıbrıs’taki son gelişmeleri ele alarak Kıbrıs’a askeri bir müdahalede bulunulması için hükümete gerekli yetki verilmiştir.
Bu aşamadan sonra Türkiye , Kıbrıs krizi sürecinin içine girmiş oldu. 16 Kasım’da Türkiye, Kıbrıs’a askeri müdahale kararı almış ve Türk savaş uçaklarına Ada üzerinde ihtar uçuşu yaptırmıştır. Ayrıca 17 Kasım’da Yunanistan’a nota vererek Kıbrıs’taki saldırıların durdurulması dahil bir dizi talebin yerine getirilmesini istemiştir.

Türkiye’nin kararlı adımları neticesinde ise, ABD, BM ve NATO krizi sona erdirmek için taraflar arasında girişimlerde bulunmuştur 22 Kasım’da ABD temsilcisi Vance’in arabuluculuk girişimleri sonuç vermiş ve 30 Kasım 1967 tarihinde Türkiye’nin istemleri Yunanistan tarafından kabul edilmiş saldırılar durmuştur.

Kıbrıs antlaşmalarından önce Türkiye’de , Türk Gençliği işgale karşı çıkarak her yerde bilhassa Millî Bayram törenlerinde “Taksim” diye bağırarak 1963-1974 döneminde ise "Kıbrıs Bizimdir" diye haykırarak Kıbrıs'ın işgalini önlemeye çaba göstermiştir.Ancak geçici çözümler hiçbir zaman Rum-Yunan hükümetlerinin “Enosis “ tehditini durdurmamış sadece planı erteletmiş fakat Kıbrıs Anayasası hükümlerine de hiçbir zaman uygulamamışlardır.


1974 KIBRIS DARBESİ ve TÜRK BARIŞ HAREKÂTI
1974 yılına gelindiğinde ise 1963-1964-1967 Kıbrıs krizleri sürecinin son halkası olarak aniden ortaya çıkmıştır (Türkiye ve Kıbrıs Türkleri açısından) EOKA-B militanları Makarios'u ortadan kaldırarak bir oldu-bitti ile Ada'yı Yunanistan'a bağlamayı planlamışlardı.

Planı yürürlüğe koyan Yunanistan Faşist Cuntası tarafından yönlendirilen Nikos Sampson darbesiyle Rumlar Kıbrıs'ı tamamen ele geçirmeye kalktılar.(15 Temmuz 1974)

Kıbrıs'ta Yunan destekli darbe ile iktidara gelen Nikos Sampson , EOKA’cı bir terörist olarak görüldüğünden ve “Enosis “ci Sampson'un iktidara gelmesi Türkiye'yi endişeye düşürmüştür. Türkiye, Kıbrıs darbesini ; anayasal düzenin yıkılması, gayrimeşru bir yönetimin kurulması ve kurucu antlaşmaların ihlal edilmesi olarak değerlendirerek 37.Türk Hükumeti (Başbakan:Bülent Ecevit ,Devlet Bakanı ve Başbakan ,Yardımcısı:Necmettin Erbakan,Milli Savunma Bakanı:Hasan Esat Işık,Dışişleri Bakanı:Turan Güneş...) kararıyla 16 Temmuz 1974 tarihinde Ada'ya askeri müdahalede kararı almıştır.


Türkiye, İngiltere ile beraber Garantörlük Anlaşması'nın dördüncü maddesinin verdiği yetkiyle Ada'ya müdahale etmeyi düşünmüş ve bu kapsamda 17 Temmuz 1974'te Başbakan Bülent Ecevit, İngiltere ile görüşmeler yapmak üzere Londra'ya gitmiştir. Ancak Londra'da gerçekleştirilen temaslardan, İngiltere sorunun BM veya NATO çatısı altında çözümlenmesi gerektiğini düşündüğü için ortak müdahale konusunda bir sonuca varılamamıştır.Londra’ya gelen ABD Dışişleri Bakanı Kissinger'ın yardımcısı Joseph J. Sisco’da Başbakan Ecevit ile görüşmüştür. Sisco, Başbakan Ecevit ile görüştükten sonra Atina'ya gitmiş ve Yunan Cuntası'nı krizi sona erdirmek için ikna etmeye çalışmıştır. Yunan Cuntası, Sisco'nun önerilerini geri çevirmiş ve Türkiye’nin Ada’ya müdahalesi halinde Türkiye’ye karşı bir askeri müdahalede bulunacağını belirtmişlerdir. Diplomatik girişimlerden sonuç alınamayınca Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti nihayetinde TBMM'nin daha önce almış olduğu 16.3.1964 gün ve 93 sayılı ve 17.11.1967 gün ve 148 sayılı yetki kararlarına dayalı olarak TBMM'nin 20 Temmuz 1974 gün ve 303 sayılı kararıyla Türk Silahlı Kuvvetlerince , Kıbrıs Barış Harekatlarını 20 Temmuz 1974'de başlattı.

1974 Kıbrıs Barış Harekatı ; amfibi ve Hava indirme olarak uygulanmıştır. Türk Hava Kuvvetleri savaş uçakları da , Rum mevzilerine bilhassa Beşparmak dağlarında bulunan mevzilere karşı taarruzlar yaptı.Deniz Kuvvetleri filosu da çıkarma gemileriyle Girne-Yavuz Plajı'na denizden çıkarma yapmış , Hava filolarıyla da Lefkoşa-Hamitköy-Gönyeli ve Pınarbaşı bölgelerine hava indirme yapıldı. Kıbrıs Barış Harekatı 2.Ordu Komutanı Org.Suat Aktulga’nın sorumluluğunda icra edilmiştir ,Harekatla birlikte katılan tüm kuvvetler Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri olarak adlandırılmış ve 6.Kolordu Komutanı Korgeneral Nurettin Ersin bu kuvvetin komutanı olarak görevlendirilmiştir.


T.C. Başbakanı Bülent Ecevit, harekatın başladığını dünya kamuoyuna ; "..İnsanlığa ve barışa büyük bir hizmette bulunmuş olacağımıza inanıyoruz. Öyle umarım ki kuvvetlerimize ateş açılmaz ve kanlı bir çatışmaya yol açılmaz. Biz aslında savaş için değil barış için ve yalnız Türklere değil Rumlara da barış getirmek için adaya gidiyoruz." sözleriyle duyurdu.

Lefkoşa’ye inen 4'üncü Paraşüt taburu ile birleşen Kıbrıs Türk Kuvvetleri(Kıbrıs Türk Alayı) , Lefkoşa Havalimanı ile Kaymaklı bölgesine taarruza başladı. 2'nci ve 3'üncü komando taburları Zeytinli istikametinde ilerledi. Girne’ye çıkan birlikler de Lefkoşe yönüne doğru ilerlemeye çalışıyor ve hava indirme birlikleriyle birleşmeyı hedefliyordu.

Harekatın bu kritik safhasında ise , 21 Temmuz’da Kocatepe muhribimiz (Albay Güven Erkaya komutasında)haberleşme ve koordinasyon eksikliğinden dolayı maalesef Türk uçaklarınca batırıldı.Şüphesiz başarılı geçen bir çıkarmanın en şansız ve en trajik olayı olarak Türkiye Cumhuriyetinin ilk savaş gemisi kaybı olarak tarihe geçecekti.

Harekatın ikinci günü, 3'üncü Paraşüt Taburu'nun taarruzları Girne istikametinde gelişti Girne'ye giren Türk birlikleri Lefkoşa'ya yöneldi. Bu sayede Lefkoşa-Girne hattı birleştirildi.

Bu kadar ilerlemeden sonra ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Türkiye’ye olan harekata son verme çağrısı ile (BM Güvenlik Konseyinin 353 sayılı kararıyla, tarafları ateşkese, Kıbrıs'taki bütün yabancı kuvvetleri Ada'dan çekilmeye ve bütün devletleri Kıbrıs'ın egemenlik, bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne saygıya davet etmiştir. ) TSK, 22 Temmuz akşamından sonra harekâta son verdi. Bu gelişmelerden sonra da 25 Temmuz 1974’te Cenevre’de Kıbrıs barış görüşmeleri gerçekleşti. Türk birlikleri ateş etmeden adadaki alanlarını genişletip Türkiye’den asker ve teçhizat takviyesi yapıyorlardı. 1974 Türk Barış Harekatlarını önleyemeyen Yunanistan’daki Cunta yönetimi, 23 Temmuz 1974 tarihinde istifa etmiş , yerine, Konstantin Karamanlis'in başkanlığındaki sivil bir yönetim kurulmuştur)

Kıbrıs’ta da da taraflar arası ateşkes söz konusuydu fakat Rumlar ateşkesi ihlâl etti. Girne’nin batı kesimindeki Türklere ateş açan Rumlar Türk birlikler tarafından püskürtüldü. Rumların ateşkese uymamasıyla birlikte de Türk kuvvetleri Lapta’ya yöneldi ve orayı ele geçirdi. Türkiye Dışişleri Bakanı Turan Güneş, İngiltere Dışişleri Bakanı Callaghan ve Yunanistan Dışişleri Bakanı Mavros, 25 Temmuz 1974 tarihinde Cenevre'de bir araya gelerek, görüşmeler yaparak sonuçta, taraflar arasında 30 Temmuz 1974 tarihli Cenevre Deklarasyonu imzalanmıştır.Görüşmelerin nihai neticesini almak için yapılan 8 Ağustos 1974 günkü 2. Cenevre Konferansı’nda alınan kararlara ise Rum tarafı itiraz etti. 2'nci Cenevre Konferansı görüşmelerinin bu son oturumunda da bir sonuç çıkmayınca 14 Ağustos’ta "Ayşe tatile çıksın" (Ayşe , Dışişleri Bakanı Turan Güneş’in kızının adıydı)parolasıyla Kıbrıs Barış Harekatı'nın ikinci aşaması başlatıldı.. Magosa ve Boğaz Deniz üssünü ele geçirmek için ilerleyen Türk birlikleri harekata devam ederek Rumlar için çok büyük önem taşıyan İngiliz Tepe ve Kara Tepe’yi ele geçirdi. Rumlar ve Yunanlar adeta Türk Ordusu’nun önünden kaçıyordu. Bunlar yaşanırken ise Rumlar geri çekilirken içlerinden geçtiği bütün Türk köylerini yağmalayarak Türkleri öldürüyordu. Gerçek bir savaş havası vardı. 14 ve 15 Ağustos’ta da Kıbrıs Türk halkının da orduya olan desteğiyle Magosa, Lefkoşa ve Lefke’de bulunan bütün Rumlar püskürtülmüş ve oralar ele geçirilmiştir. ve akabinde hemen 16 Ağustos'ta ateşkes ilan edildi Böylece Kıbrıs Barış Harekatı’nın askeri ayağı son bulmuştur. Kıbrıs Barış Harekatlarının sonucunda ;

*Adadaki Türklerin katledilmesinin önüne geçilmiştir.

*Yunanistan’ın adayı tamamen ele geçirme hayalleri ise suya düşmüştür.

*Kıbrıslı Türk halkının güvenliği sağlanmıştır.
*Adanın kuzeyindeki Rumlar güneye, güneydeki Türkler de kuzeye göç etmiştir.
*Lefkoşa'nın kuzeyi de dahil adanın yüzde 38'i Türk yönetimine geçmiştir.
Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu 498 asker, Kıbrıs Türkü 70 mücahit ve Kıbrıs Türk halkından 270 kişi şehit olmuştur.

Harekatın başarıyla sonuçlanması sonrasında, 13 Şubat 1975'te Kıbrıs Türk Federe Devleti kuruldu, devlet başkanlığına Rauf Denktaş getirildi. 15 Kasım 1983'te ise Mecliste alınan kararla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kuruldu.

NATO standartlarına göre örgütlenen ve teçhizatlandırılan TSK Milli Savunma Sanayiiden yoksunluğunun sıkıntılarını uygulanan ambargolar ve izalasyonlar yüzünden yıllarca çekilmiştir.

İlerleyen yıllarda Kıbrıs sorununun çözümü için yapılacak asıl görüşmelere hazırlık olmak üzere, KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Kıbrıs Rum yönetiminin yeni lideri Glafkos Klerides ve BM Genel Sekreteri Butros Gali ile 30 Mart - 1 Nisan 1993 tarihleri arasında New York'ta görüştü. Bu toplantıdan sonra Kıbrıs görüşmeleri 24 Mayıs 1993'te, BM Genel Sekreteri gözetiminde Kıbrıs Türk ve Rum toplum liderleri arasında yine New York'ta başlandı.Butros Gali, Türk tarafının önerilerini kabul etmediği gibi, Güvenlik Konseyi'ni de arkasına alarak Rauf Denktaş ile T.C Hükümeti üzerine baskı yaptı.

Görüşmelerin bu şekilde kilitlenmesi üzerine, New York'taki Kıbrıs görüşmeleri 1 Haziran

1993'te kesildi. Kıbrıs sorununa çözüm getirmek ve güven artırıcı önlemler almak üzere yapılan uzun görüşmelerden de bir sonuç alınamadı.Bunun üzerine 29 Ağustos 1994 günü, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhuriyet Meclisi Genel Kurulu, yaptığı olağanüstü toplantıda, federasyonu tek çözüm olarak öngören geçmiş meclis kararlarını yürürlükten kaldırdı. KKTC Cumhuriyet Meclisi'nin aldığı bu kararla da Kıbrıs’ta federasyon tezi gündemden çıkarılması amaçlanıyordu.

Kıbrıs'ta çözüme en çok yaklaşılan dönem 2004'te Annan Planı'nın referanduma sunulmasıydı. Türklerin yüzde 65 oranında “Evet” oyuna karşın Rumların plana yüzde 75 oranında “Hayır” demesi nedeniyle Ada'da yeni bir ortak devlet kurulamadı.

Referandumdan bir gün sonra Güney Kıbrıs Rum Yönetimi hukuka aykırı ve tek taraflı olarak AB ‘ye tam üye kabul edildi.(1 Mayıs 2004)

2017'de yapılan Crans Montana görüşmeleriyle, Kıbrıslı Türklerin ve Rumların BM kararları çerçevesinde bir federasyon çatısı altında bir araya getirilmesi amaçlandı. Ancak bu görüşmeler de Rumların son anda masadan kalkmasıyla sonuçsuz kaldı.

Ancak yıllar sonra bile Rum- Yunan ikilisinin Türkiye'den toprak kazanma ve entrika stratejileri hiçbir zaman ortadan kalkmadı.Kıbrıs Harekatının 50. Yıldönümü (20 Temmuz 1974) ile Kıbrıs’ın Fethinin 453.yıldönümlerinde bir kez daha (1960 ‘lar da Türk Gençliğinin sahip çıktığı gibi) haykıralım ki "KIBRIS BİZİMDİR" ve öyle de kalmalıdır.

Türkiye Cumhuriyeti ve KKTC bu görüşmelerden sonra, bir daha BM kararları çerçevesinde Kıbrıslı Rumlarla ortak bir devlet kurmayı değil, Ada'da iki devletin yan yana yaşamasını sağlayacak modeli müzakere edeceklerini ilan etmiştir.Kıbrıs Türk Halkının beklentisi yıllardır haksız bir şekilde uygulanan tüm izolasyonların kaldırılmasıdır.

RUMLARIN KIBRIS TÜRKLERİNE SALDIRILARI VE MEZALİMLERİ

KIBRIS ANAYASASI ÖNCESİ

1. Sinde Katliamı (12 Temmuz 1958- İnönü Köyüne mensup 5 Türk şehid edildi)

3.2. Atlılar Katliamı (13 Temmuz 1958-Atlılar kırsalında 3 Türk şehid edildi)

3.3. Arnayi Katliamı (13 Temmuz 1958-arnayi köyünde 2 kardeş Türk çoban çapraz ateşle şehid edildi))

3.4. Üç Şehitler (19 Temmuz 1958-Goşi köyünde 3 Türk genci vurularak şehid edildi)

3.5. Goşşi Katliamı (19 Temmuz 1958-Goşşi köy kırsalında 3 Türk pusuya düşürülerek şehid edildi)

KIBRIS FEDERASYON DÖNEMİ
1963-1974 YILLARI
KANLI NOEL /Kumsal Baskını : (24 Aralık 1963-23 Aralık 1963 ateşkesine rağmen; Yunan subayı Terezepulos’un 150 kişilik çetesi Lefkoşe Kumsal bölgesine baskın yaptı. Kıbrıs Türk alayı subayı Dr. Bnb. Nihat İlhan’ın hanımı ve yaşları 2-10 arasında değişen üç çocuğu ile evde misafir olan 3 kişiyle birlikte makinalı tabancalarla vahşice şehit edildi. Kumsal bölgesinde toplam 11 kişi öldürülmüştür.
KANLI NOEL/ Ayvasıl (Türkeli-Şillura-Yılmazköy) Katliamları: 21-22 Aralık -1963 50 silahlı Rum_Yunan çetesi tarafından ilk önce Halil Sadrazam köyünden itibaren köyler basıldı ve 11-12 Türk köylüsü katledilerek toplu mezara gömüldüler.Ocak ayında yapılan araştırmalarda 21 Türk’ün naaşı bulunarak , Lefke /Tekkebahçesi şehitliğine gömüldü.
KANLI NOEL/Küçük Kaymaklı :Akritas terör saldırısı planıyla Lefkoşe’nin Türk mahalleleri kesimine saldırıyı Nikos Sampson 60 saldırganla 24 Aralık 1963’te başlattı. Sampson, saldırıda bocalayınca Renos Kiriakidis grubunu da yanına alarak Türk mevzilerini ele geçirdi.17 Kıbrıslı Türk’ü öldürdüler 500 kadar Türk’ü de esir ettiler.
Olaylar 27 Aralık 1963 tarihli ateşkes ve 30 Aralık 1963 “Yeşil hat anlaşması”yla geçici olarak durdu.KANLI NOEL katliamlarıyla 364 Kıbrıs Türk’ü öldürülmüş , 25.000 ‘i de sürgün edilmiştir.
Arpalık Katliamı (6 Şubat 1964-Lefkoşe Arpalık köyünü kuşatan 200 kişilik Rum çetesi köyleri kuşattı ve ilk baskında 5 sonraki baskında 2 kişiyi şehid ettiler)
Pilot Yzb. Cengiz Topel Şehadeti (10 Ağustos 1964)( T.C Hükumeti(10.İnönü Hükumeti) Kıbrıs’a müdahele(havadan) emri verdi.8 Ağustos ‘ta 64 uçağımız Erenköy sahili ve Erenköy’e bakan Mansura tepelerini taradı.. Ancak, Uçaklarımızın toplu kol uçuş sırasında: Pilot Yüzbaşı Cengiz Topel’in uçağı, (Eskişehir’den kalkmıştı) Yunan Gemisi tarfından vurulur ve uçağı düşer, kendisi paraşütle atlar. Düşman hatları içine düşen Pilot Yzb. Cengiz Topel, düşman tarafından esir alınarak hunharca işkence edilir ve şehid olur.)( Yzb.Cengiz Topel’le birlikte Erenköy savunmasında 28 şehit verilmiştir)
Geçitkale Katliamı (1 Kasım 1967- 15 Kasım 1967'de Grivas komutasındaki Rum ve Yunan birlikleri Geçitkale'ye vahşice saldırdı , yakıp yıktılar.24 kişiyi barbarca şehid ederken , Türk ahaliyi esir alıp götürüp işkence yaptılar ancak Türk harekatı olacak diye serbest bıraktılar.)

1974 YILI
5.1.Alaminyo Katliamı ( 20 Temmuz 1974- faşist Yunan cuntası tarafından silahlandırılan Alaminyo Rum ahali köyde yaşayan Türklerden 15 kişiyi katlettiler. )

5.2.Muratağa ve Sandallar Katliamı (15 Ağustos 1974- 13-14 Ağustos tarihinde EOKA-B tarafından Sandallar basılmış, daha sonra bu köylüler Muratağa’ya getirilerek 14 Ağustos günü basılan Muratağa köylüleri ile birlikte öldürülmüştür. 15 Ağustos günü, 89 Türk’ü vahşice öldürerek topluca bu vahşet çukuruna gömülen Türklerin toplu mezarı 1 Eylül 1974’te tesadüfen bulundu))

5.3. Atlılar ( Aloa)Katliamı (15 Ağustos 1974 15 Ağustos 1974 tarihinde EOKA’ cılar Magosa’nın 15 km. uzağında Atlılar (Aloda) köyünü basarak köylüleri köyün dışına çıkararak hepsini kurşuna dizerek öldürmüşler, önceden hazırladıkları toplu çukurlara atmışlar ve 57 Türkün üzerlerini buldozerle kapatmışlardır. Atlılar toplu mezarı 21 Ağustos 1974 tarihinde ortaya çıkarılmıştır.)

5.4. Taşkent (Dolhi) Katliamı (15 Ağustos 1974- Larnaka ‘ya bağlı bağlı Taşkent (eski ismiyle Dolhi) köyü Türkleri de Barış Harekatı’nı bahane eden barbar Rum ve Yunanlar tarafından topluca katliama uğramışlardır. Kıbrıslı Türkler (82 kişi) buldozerlerin açtığı derin çukurlara kurşunlanarak gömülmüşlerdir.)

KIBRIS’TA SAHABELER
Sahabe ; Sevgili Peygamberimiz Hz.Muhammed’i görmüş ve ona inanmış Müminlere verilen isimdir.İslam Devleti donanması kurulduktan sonra ilk seferi Kıbrıs’a yapılması kararlaştırılmıştı.Emeviler döneminde Kıbrıs seferine(Hz. Osman döneminde- 648) kocası Ubâde b. Sâmit ile birlikte İslâm donanmasıyla katılan Hz. Peygamber’in süt halası Ümmü Harâm bint Milhân el-Ensâriyye attan düşerek şehid olmuştur. Halk arasında Hala Sultan olarak bilinen Ümmü Harâm Larnaka şehri dışındaki Tuz gölünün yakınında gömülmüştür. Osmanlılar Kıbrıs’ı fethedince (1571) kabri ihya edilmiş ve 1760’ta üzerine Şeyh Hasan Efendi tarafından türbe inşa edilmiştir.Türbe zamanla ilavelerle küçük bir külliye halini almıştır.(1815) Külliye 1963’te Rumlar tarafından tahrip edilmiş ve bir süre askerî karargâh olarak kullanılmış olup KKTC sınırları dışında kalmıştır.Osmanlı Türkleri için İstanbul’da Eyüp Sultan gibi Hala Sultan’da Kıbrıs için aynıdır.

Yine Emeviler döneminde İslam denizaşırı seferi 2.kez Kıbrıs’a yapılır Hicretin 653/654 . yılında, bin 200 sahabenin gemilerle Kıbrıs’a intikal ederler sahabelerden 40’ı Kıbrıs adasına çıktıklarında Ercan Havaalanı’nın güney batısında Mesarya Ovası’ndaki şimdi Kırklar Köyü’ne doğru yönelirler. Günümüzde türbenin olduğu yerde yıkılmış ve harabe halde olan eski Hıristiyanlık dönemi tapınağına sığınırlar ve orada gece vakti Bizans askerleri tarafından şehit edilir ve iki çukur açılıp içine gömülürler.Osmanlı döneminde mezarlar açılarak buraya bir türbe yapılır ve adına da Kırklar Türbesi denir.

Kıbrıs’ta bir diğer sahabe türbesi Hz. Ömer Türbesidir. Girne’nin doğusuna 6 km uzaklıkta, Çatalköy’ün kıyısındaki kayalıklarda yer alıyor. Kıbrıs seferine katılan Hz. Muaviye ordusunun komutanlarından Hz. Ömer ve altı askeri Kıbrıs'a Türbe'nin günümüzde bulunduğu yerden girerler. Hz. Ömer ve silah arkadaşı Sahabeler Bizanslılarla yaptıkları çarpışmada şehit düşerler. Savaştan sonra, fethin ardından cenazeleri hemen yakındaki mağaraya defnedilir

KKTC’nin kuzeyinde, Türkiye’ye en yakın noktadaki Dip Karpaz'da bulunan Apostolos Andreas manastırında Sahabe mezarı bulunmaktadır. Bu sahabe Muaviye’nin deniz seferleri zamanında Kıbrıs’a gelen Sahabe Urve bin Said’in mezarı olup Osmanlılarda yapılan türbenin orijinalliği bozulmuştur. Burası hem hristyanlar hem de Müslümanların ortak ziyaretgahı olması bakımından önemlidir.Bu bakımdan Kıbrıs’ta bulunan sahabe türbesi neredeyse Türkiye’dekiler kadar çoktur.

KIBRIS TARİHİNDEN KISA NOTLAR
· 3.Haçlı seferine çıkan Aslan Yürekli Richard’ın önderliğinde İngilizler Kudüs’e giderken aniden Kıbrıs’a yönelerek adayı işgal etti(1191) Kral Richard Kıbrıs’ı ele geçirdikten sonra Kral Templar’a satmıştır. Sonra Kral Templar Kral Richard’a Kıbrıs’ı geri vermiştir. Bunun üzerine Kral Richard Kıbrıs’ı 2.kez Fransız soylusu olan Luzinyan (Lusignan)’a satmıştır.

· Türkiye Cumhuriyetinin 9. Başbakanı Adnan Menderes Kıbrıs görüşmelerinin nihai sonucu olacak Londra Anlaşması için İngiltere yolculuğunda , Londra’da uçağı inişe geçtiği sırada 17 Şubat 1959'da düştü. Kazada, 14 kişi hayatını kaybetti, mürettebat ve yolculardan oluşan 7 kişi yaralandı..Kazadan yaralı kurtularak tedavi altına alınan Başbakan Adnan Menderes Türkiye’ye dönmeyi red ederek Kıbrıs görüşmelerine devam etme kararı almıştır.20 Şubat 1959 tarihli Daily Mail gazetesi "Başucu Anlaşması" başlığıyla manşetten duyurduğu haberinde, "Menderes'in uçak kazası nedeniyle tedavi gördüğü Londra kliniğindeki odasında dönemin İngiltere Başbakanı Macmillan ile Yunanistan Başbakanı Constantine Karamanlis ile Londra Anlaşması'na imza attığını" aktarıyordu..Bu süreç sonunda 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti kurulacak ve Türkiye garantörlük elde edecektir.Hem Türk askerinin adaya ayak basması hem de 1974 Barış harekatlarının hukuki dayanakları “Londra-Zürih” anlaşmalarıdır.17.Şubat.1959 Londra Uçak kazasında ölen 14 kişi arasında bakan ,Milletvekilleri ,Genel Müdürler ve Uçak Personeli bulunuyordu.

· 1974 Kıbrıs Barış Harekatında ; Hava İndirme Tugay Komutanı Tuğgeneral Sabri EVREN hava indirme taburlarıyla birlikte indirme bölgesine paraşütle inmiştir. Böylelikle savaş alanına paraşütle atlayan ilk general olarak tarihe geçmiştir.


KIBRIS KRONOLOJİSİ
M.Ö. 7000 – 3000 Yeni Taş Devri
M.Ö. 3000 – 1500 Bronz Çağı
M.Ö. 1500 – 1450 Eski Mısır Dönemi
M.Ö. 1320 – 1200 Hitit Dönemi
M.Ö. 1200-1000 Eski Mısır Dönemi
M.Ö. 1000- 710 Finikeliler Dönemi / Kıbrıs Şehir Krallıklarının Kurulması
M.Ö. 710 – 609 Asurlular Dönemi
M.Ö. 609- 525 Mısır Dönemi
M.Ö. 525 – 333 Pers Dönemi
M.Ö. 411 – 333 Pers ve Eski Yunan Dönemi
M.Ö. 294 – 58 Mısır Ptolemiler Dönemi
M.Ö.58 - M.S. 395 Roma Dönemi
M.S. 395 – 868 Doğu Roma Dönemi
654-868 Kısmi Emevî İstilası
688-868 D.Roma –Emevî/Abbasi Birleşik Yönetimi
868-1190 D.Roma Dönemi
1190 – 1191 Haçlılar Dönemi (İngiliz istilası)
1191 – 1489 Lüzinyan Dönemi ( İngilizlerin Kıbrıs’ı Fransızlara satması )
1489 – 1571 Venedik Dönemi
1571 – 1878 Osmanlı Türk Dönemi
1878 – 1960 İngiliz Dönemi(İngiltere’ye kiralandı)
1914 – İngiltere’nin Kıbrıs’ı ilhakı
1954—Kıbrıs Sorununun İlk Defa BM Gündemine Getirilmesi
1955—Londra Konferansı
1958—Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatının Kurulması
1959—1960 Zürih ve Londra Anlaşmaları /Garantörlükler
1 Ağustos 1960 Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayının Ada’ya intikali(650 kişi)
15 Ağustos 1960 Kıbrıs Cumhuriyetinin Kurulması
1960 – 1974 Kıbrıs Cumhuriyeti
6/7 Ağustos 1964 Rumların Erenköy’e saldırısı
7/8 Ağustos 1967 Kıbrıs’a ilk Türk Müdahalesi(Havadan)
9/15 Kasım 1967 Rumların Boğaziçi ve Geçitkale saldırısı
(Kıbrıs’a Genel Türk müdahalesinin önlenmesi , bölgede geçici Yönetim Kurulması )
15 Temmuz 1974 Makarios’a darbe yapılması
1974 Kıbrıs Barış Harekatları
1.Harekat : 20 Temmuz 1974
2.Harekat : 14 Ağustos 1974
13.02.1975– 1983 Kıbrıs Türk Federe Devleti
15.11.1983 - ... Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
                                                                      * Rifat GÜNDAY
                                                                         Başöğrt.Tarih(E)
KAYNAKLAR :
*1958-1974 Yılları Arasında Kıbrıs’ta Yerel Basında Rum Mezalimi -Faruk Akın EMEK
*Başlangıçtan Günümüze Kıbrıs Sorunu –Ezgi Ekiz
*Kıbrıs Sorununun Tarihi Gelişimi-Müge Vatansever
* 1963-1974 Yılları Arasında Kıbrıs’ta Rumların Türklere Karşı Saldırıları Soykırım Olarak Değerlendirilebilir Mi?-Oğuz Yücel
*Kıbrıs Tarihi(1878-1960) Ş.Sina Gürel
* Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni yaratan tarihi süreç ve son gelişmeler-Hamza Eroğlu