8 Ağustos 2024 Perşembe

KIBRIS TARİHİ

 Tarihimiz ve Olaylar-15 : 50.Yılında Kıbrıs

*Rifat GÜNDAY


KIBRIS COĞRAFYASI
Kıbrıs, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin 70 Km güneyinde yer alan Akdeniz’in üçüncü büyük adasıdır. Doğusunda 102 km mesafe ile Suriye, 165 km ile Lübnan; güney doğusunda 233 km ile İsrail, güneyinde 347 km ile Mısır; kuzey batısında ise 835 km ile Yunanistan yer almaktadır.Kıbrıs adasının 9251 km² alanının 3242 km² si KKTC’ye aittir.

Kıbrıs’ta Türkiye Toroslarının uzantısı olan iki sıradağdan Beşparmak dağları kuzeyde, Trados dağları ise güneydedir.Kıbrıs’ın iklimi tipik bir Akdeniz iklimidir. Yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve az yağışlıdır. Yıllık ortalama en yüksek sıcaklık 25 ºC’dir.KKTC’nin nüfusu 286.000 ‘dir. KKTC’nin Başkent Lefkoşa’dır. Diğer ilçeleri Gazimağusa, Girne, Güzelyurt, Yeni İskele ve Lefke’dir. Akdeniz iklimine uygun olan portakal, turunç, limon, mandalina, greyfurt gibi narenciye ürünleri yanında, çeşitli sebzeler ile meyveler, zeytin ve harnup ağaçları yetişir. Adını en önemli yer altı zenginliklerinden olan bakır madeninden (Lat. cyprum,İng. Cyprus) alır. Kıbrıs açıklarında bulunan zengin doğalgaz rezervleri Kıbrıs üzerindeki stratejik hesap ve emperyal hedefleri artırmaktadır. KKTC’nin içme suyu Türkiye’den boru hatları ile verilmektedir.
KIBRIS’IN Tarihsel ve Stratejik önemi
Kıbrıs ; Doğu Akdeniz’in jeostratejik açıdan en önemli adası olup Ortadoğu ve Doğu Akdeniz havzasının kontrol edilmesinde oynadığı rolden dolayı tarihten gelen ayrı bir önemi vardır.

Geçmişinde Baharat ve İpek yolları bugünlerde ise enerji hammaddeleri için taşıma güzergahı haline gelmiş, geçmişte baharat ve ipek yollarını kullanan kervanların/gemilerin emniyeti için yaşanan mücadeleler bugün enerji maddelerinin taşındığı güzergahlarda yaşanmaya başlamıştır. Bu adanın stratejik değeri özellikle deniz ticareti, ulaşım hatları ve başlıca hava yolları hatlarının üzerinde bulunmasıyla artmakta ve çıkar çatışmalarına sahne olmaktadır. Bu yüzden tarih boyunca bir çok medeniyetin gelip geçtiği Kıbrıs aslında 307 yıllık Osmanlı Türklerinin varlığıyla en istikrarlı dönemini (1571- 1878) ile (1974-2024) yıllarında yaşamıştır. Kıbrıs diğer bir açıdan ise Doğu Akdeniz genel coğrafi konumuyla doğu ve batı medeniyetlerini birbirine bağlayan ticaret yolları üzerinde bulunmaktadır. 16.y.yılda Osmanlı Devletinin “Akdenizi bir Türk Gölü haline Getirmek” stratejisinin ilerletilmesiyle Kıbrıs ‘ın fethi sultan 2.Selim döneminde gerçekleştirilmiştir(1 Ağustos 1571)

Günümüzde Doğu Akdeniz Havzasının kilit bölgeleri sayılan ; Kıbrıs adası , Tarihi Kudüs bölgesi ve verimli hilali kontrol edebilecek Kerkük bölgesi vazgeçilmez derecede Asya’nın kilidi konumunda hedef bölgeler olarak değerlendirilebilir.
                                                       
KIBRIS'IN ÖZET TARİHÇESİ. 1571 de 2.Selim'in emriyle Serdar-ı Ekrem tayin edilen Lala Mustafa paşa tarafından fethedilmiş ve yönetilmiştir.1877-1878 Osmanlı-Rus harbinde de Kıbrıs İngiltere'ye kiralanmıştır.

Türkler ile Rumlar arasında ilk olaylar, Osmanlı İmparatorluğu'nun adayı 1878 tarihli 50 yıl süreli kiralama antlaşmasıyla Birleşik Krallık'a bırakmasından sonra 1920'de kiralama süresinin dolmasına 8 yıl kala başladı. Bu olaylar sadece siyasi kavgalar olmakta birlikte silahlı çatışmalar şeklinde olmamıştır. 1920 yılında Rumların, İngiltere'nin onayını almadan Yunanistan'a katılma plebisiti yapmak istemesi ve Birleşik Krallık yönetiminin buna izin vermemesi, Rumların önce Birleşik Krallık'ı adadan çıkarma sonrada Türkleri yok etme planlarını yürürlüğe koymalarına neden oldu. Kıbrıs’taki İngiliz yönetimini bir fırsat olarak gören ve “Enosis”in gerçekleşeceğine inanan Ortodoks papazları önderliğinde ayaklanan Rumlar ; 1931 yılından itibaren Kıbrıs’a sahip olma/el koyma faaliyetlerine başladılar.Ardından gelen 2.dünya savaşı yılları İngilizlerin baskıcı yönetimine Rumlar sessiz ve hareketsiz kaldılar. 2. Dünya Savaşı sonrasında savaşı kaybeden İtalya'nın elindeki 12 adaların Almanlar/İtalyanlardan alınarak Paris Anlaşması ile Yunanistan’a verilmesi Yunanistan’da ve Kıbrıs’ta Rumların “Enosis” duygularını kabartmış ve neticede Yunanlıları adayı ilhâk girişimlerini artırmıştır. Buna ilaveten Yunan Parlementosu Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması için karar alınmıştır. Yunanistan, Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesinin 1950 yılında düzenlediği ve sadece Adadaki Rum halkının katıldığı sahte referandumun sonucunu bahane ederek 1954 yılında BM’e başvurdu.Amaçları Kıbrıs Rumlarına o yıllarda Dünyada popüler bir akım olan Self-Determinasyon hakkına hukuki bir gerekçe kazandırıp ve bu hakla nihayetinde Adayı Yunanistan ile birleştirmek idi. Böylelikle Kıbrıs Rumlarının BM başvurusu ile Kıbrıs meselesi BM gündemine girmiş oldu. Bu gelişmeler yaşanırken Kıbrıs Türk cemaatinin liderliğini yapan Fazıl Küçük ve yardımcısı Rauf Denktaş Ankara ile özellikle Dışişleri Bakanı Zorlu ile sürekli görüşerek savunma mekanizması oluşturmaya çalıştılar. Bu arada Yunanistan , Kıbrıs Kilise başpiskoposu Makarios tarafından “EOKA” tedhiş örgütü kurulmuştur. “EOKA” örgütünü de komutan olarak Yunan Subayı Grivas’ın liderliğinde bir ekip adaya gelerek “Enosis”e yönelik faaliyetlerini gerçekleştirmeye başlamıştı(1954) Buna karşılık Türk tarafında ise Kıbrıs konusunda iki önemli adım atıldı ; Fatin Rüştü Zorlu’nun önerisi ve Genelkurmay’ın onayıyla Kıbrıs’ta Türk Mukavemet Teşkilatı kuruldu(TMT-1958)Rauf Denktaş illegal (kapalı) yöntemle çalışan bu Millî Türk Teşkilatının çekirdek kadrosunda “Toros” kod adıyla görev aldı.
1959-1960 ZÜRİH VE LONDRA ANLAŞMALARI İLE KIBRIS CUMHURİYETİ’NİN KURULMASI
Kıbrıs Rumlarının “ENOSİS” için başlattığı propaganda ve arka planındaki silahlı tedhiş/ablukalara dayalı saldırılarına , Kıbrıs Türkleri de çare olarak Türkiye ile birlikte “TAKSİM” talebiyle karşı taktik geliştirdi. Bu gelişmeler üzerine dünya çapında arayışlar başladı. Bu arayışların sonucunda ortaya çıkan ve Türkiye, Yunanistan, İngiltere ve ABD tarafından benimsenen politika ; “ENOSİS” veya “TAKSİM” yerine Kıbrıs’ın bağımsızlığı önerisi kabul gördü. Kıbrıs, iki toplumun ortak egemenliğine ve yönetimine dayalı, iki eşit toplumun birlikte yaşayacağı bir Cumhuriyet olarak tasarlandı.Bu çerçeve içerisinde 1959 Zürih ve Londra Anlaşmaları ile Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu(15 Ağustos 1960) Türkiye istediği taksim’i gerçekleştirmese de , adanın Yunanistan’a bağlanmasını/katılmasını engellemiştir.1959/1960 “Londra- Zürih Antlaşmaları” Türkiye açısından büyük başarıydı. Türkiye öteki iki ülkeyle(İngiltere-Yunanistan) beraber “Garantör ülke” statüsü kazanıyor, Kıbrıs’a bir Türk Alayı yerleştiriliyordu(1878 de adadan ayrılan Türk Kuvvetleri 80 sene sonra adaya dönüyor olması son derece önemliydi) Kıbrıs Türkleri federatif esasa göre yapılan Anayasa ile Rumlarla eşit haklara sahip kılınıyordu. Kıbrıs Anayasasında; parlamento, hükümet, kamu yönetimi yapılanmasında %70 Rum, %30 Türk, Polis ve Jandarmanın yapılanmasında %60 Rum, %40 Türk temsiliyet oranları esası getirilmişti.Cumhurbaşkanı Rum olacak , Kabine de 3 Bakan Türk olacaktı.Türk olan Cumhurbaşkanı Yardımcısı’na dışişleri, savunma, güvenlik konularında tam “VETO” hakkı verilmiş ve ortak parlamentoda ise “Vergi”, “Seçim” gibi temel konularda Türk ve Rum Milletvekillerinin ayrı çoğunluğu öngörülmüştü.

Kıbrıs Garantörlük antlaşması T.C.’nin 23. Menderes hükumetinin başarılı faaliyetleri neticesinde alınmıştı.Rumlar ,Birleşik Krallık'ın adadan çekilmesiyle(Askeri üsleri hariç), Türklerle birlikte ortak devlete asla razı olmadılar. Bu arada Türkiye’de 1960 darbesiyle Kıbrıs Mukavemet teşkilatı lağvedilmiş , Makarios’da 1960 anayasasını değiştirmek üzere anayasa mahkemesine başvurmuş fakat başvuru reddedilince 1962 den itibaren Rum tarafı Kıbrıs anlaşmasının sona erdiğini iddia ederek tedhiş hareketlerini başlatmıştı.Böylelikle fiili olarak Kıbrıs’ın tüm yönetimine kendilerince el koyma yoluna gittiler; Uluslararası anlaşmaları ve anayasayı çiğneyerek ,Türklere saldırılarda bulunmaya başladılar.Amaçları “Enosis”'i tam olarak uygulayarak Kıbrıs'ı bütünüyle ele geçirmekti.Bunun için belediyelerde ve her yerde Türklerin aleyhine işler yapıyor , Türklere verilmesi gereken memurlukları ise vermiyorlardı.

Bir yandan da Resmi+Milis kuvvetlerle Türklere karşı yıldırma , tedhiş ablukaya alma ,köyleri kuşatma ve katliamlar hatta soykırıma varan saldırıları sürdürüyorlardı.

1963 yılına gelindiğinde Kanlı Noel olarak anılan katliamda 364 Kıbrıs Türkü Rumlar tarafından katledilmiş ve 25.000 Kıbrıs Türk'ü göçe zorlanmıştı.Türklere yönelik şiddetin yoğunlaşması ve bazı Türk bölgelerinin abluka altına alınması üzerine uluslararası anlaşmalarla kurulan ortaklık fiilen sona ermiştir. Türkiye çeşitli diplomatik girişimler yapmış olsa da sonuç alamamış Kıbrıs’ta yaşanan çatışmaların artması ve Rum tarafının silahlanma kararı alması üzerine 2 Haziran 1964’te Türk Hükümeti Kıbrıs’a çıkarma yapma kararını açıklamış ve gerekli askeri hazırlıklara da başlamıştı. Pentagon, Türkiye’nin bu kararını önlemek için ve önerisiyle Başkan Johnson, kendi imzasıyla içeriği çok çirkin ve diplomatik teamüllere uymayan çıkartmayı durdurmak amaçlı bir ihtar yazısını hükümeti kurmakta olan İnönü’ye 5 Haziran 1964 tarihinde göndermiştir(Johnson Mektubu)Bunun üzerine Türk Hükümeti çıkarmadan vazgeçerek başka çareler aranmaya başlanmıştır.

Kıbrıs'ta 1963 yılının Noel'inde Türkler'e karşı başlayan sistemli saldırılar, 1964 yılı Ağustos ayına gelindiği zaman daha da artmıştı. Türk çıkarmasının durdurulmasını da fırsat bilen Yunanistan Başbakanı Papandreu'nun, Rumlar'a destek olmak üzere, ağır silahlı 9 bin kişilik bir askeri gücü Kıbrıs'a göndermiş bu durum saldırıların yoğunlaşmasına neden olmuştur. Yunan destekli güçlerle 5 Ağustos 1964 tarihinde Rumlar,Erenköy ve Mansura'ya saldırmıştır. Bu saldırı ile Rumlar, bölgedeki Türkler'i abluka altına almayı amaçlamıştır. Rum saldırısı açıktan bir askeri genel taarruz şeklinde yapılmaktaydı. 15 bin kişilik tam teçhizatlı, Yunan ordusu tarafından organize ve destekli Rum Milli Muhafız ordusu birlikleri ile Erenköy'e saldırır.Karşılarında sadece 3 haftalık askeri eğitim almaya çalışmış 485 öğrenci (40 öğrenci okulunu İngiltere’den bırakıp gelmişti) ve 150 mücahit Kıbrıs Türkü vardı.Türkiye garantör ülkeydi ama Kıbrıs Türk Alayı (650 kişi) Erenköy’den çok uzaktaydı.Mücahitlerin başlarında Ali Rıza Vuruşkan ve Raif Denktaş vardı. 6 Ağustosta Yunanlılar Genel Taarruza geçtiler.İki Yunan Hücümbotu’da denizden bombardımanla destek veriyordu.Erenköy bölgesine yakın yaşayan Kıbrıs köyleri de mücahit gruba sığınmışlardı. Mücahit guruplarımız 25-30 kilometreden fazla olan asıl savunma hattını 4 gün 4 gece savunmuşlar ve fakat ezici düşman kuvvetleri karşısında 7 Ağustos akşamı savunma hatlarını kısaltmak amacıyla biraz daha geriye çekilmişlerdi.Albay Ali Rıza Vuruşkan ‘ın Ankara'ya son telsiz mesajı ise şöyleydi. "Gelirseniz kurtuluruz, gelmezseniz vatan sağ olsun." Bu metanetli mesaj ; Allah’ın (C.C) Türklere bahşettiği Vatan sevgisinin bir göstergesiydi.

Nihayet T.C Hükumeti(10.İnönü Hükumeti) müdahele(havadan) emri verdi.8 Ağustos sabahı önce 2 tane F -100 keşif uçağı geldi.Az sonra 4 tane F- 84 savaş uçağı geldi ve bombardımana başladı.Gün boyunca 64 uçağımız Erenköy sahili ve Erenköy’e bakan Mansura tepelerini taradı. Güneş batana kadar harekât devam etti. Ancak, uçaklarımızın toplu kol uçuş sırasında: Pilot Yüzbaşı Cengiz Topel’in uçağı, (Eskişehir’den kalkmıştı) Rumlar tarafından vurulur ve uçağı düşer, kendisi paraşütle atlar. (Daha sonraki tarihte yapılan bir itiraf sonucu, Rum hücumbotu değil, Yunanistan tarafından gizlice bölgeye gönderilen Faethon isimli bir Yunan savaş gemisinden açılan uçaksavar ateşi sonucu, Cengiz Topel’in uçağı vurulmuştu.) Düşman hatları içine düşen Pilot Yzb. Cengiz Topel, düşman tarafından esir alınarak hunharca işkence edilir ve şehid olur.Yzb.Cengiz Topel’le birlikte Erenköy savunmasında 28 şehit verilmiştir.9 Ağustos 1964 tarihinde Rum saldırılarının devam etmesi üzerine 64 Türk savaş uçağı Kıbrıs semalarında uçuşlarını sürdürmüştür. Hava harekâtı sırasında Rum hedefleri (Mevzileri) bombalandı. Bu sırada aynı günün gecesinde 5 Yunan uçağı da Kıbrıs’a gelerek ve misilleme olarak Erenköy'ü(Türk Mevzilerini) bombaladı. Yunan uçaklarının saldırısı sonucu iki Türk hayatını kaybetmiştir. Avrupa devletlerinin araya girmesiyle harekatlar karşılıklı olarak durduruldu.

1967 yılında Kıbrıs’ta artık fiili Rum-Yunan ikilisinin hakimiyetleri dünyada neredeyse sıradan ve olağan bir duruma gelmişti. 1960 Kıbrıs Anayasasına aykırı olarak Kıbrıs’ı fiilen yöneten Makarios yönetimi Ada üzerindeki kontrolünü arttırmak amacıyla Kıbrıs Türk toplumu üzerindeki baskılarını yoğunlaştırmıştır.


1967 Kıbrıs sorununu başlatan olay ; 1964 krizinde olduğu gibi 1967 krizinde de Türk toplumuna yönelik şiddet eylemleri krizi tetiklemiş ve Rum yönetimi krizi adetâ planlayıp yürütmüştür. Bu sırada 21 Nisan 1967 tarihinde Yunanistan'da liderliğini aşırı milliyetçi, Helenist Albay George Papadopulos'un yaptığı askeri cunta yönetimi Kıbrıs için “Enosis” işgalini gerçekleştirmek için Ada'ya yeniden gönderdiği Grivas öncülüğünde şiddet eylemlerini desteklemiştir. Kıbrıs’a gelen Albay Grivas komutasındaki RMMO (Rum Milli Muhafız Ordusu), 15 Kasım 1967 tarihinde Boğaziçi ve Geçitkale köylerine/Türk yerleşimlerine saldırıda bulunmuştur. Olaylar karşısında diplomatik çareler arayan 30.Türk Hükumeti(Başbakan Süleyman DEMİREL) bir yandan da askeri hazırlıkları başlatmıştır.
TBMM, 16-17 Kasım 1967 tarihli gizli oturumunda Kıbrıs’taki son gelişmeleri ele alarak Kıbrıs’a askeri bir müdahalede bulunulması için hükümete gerekli yetki verilmiştir.
Bu aşamadan sonra Türkiye , Kıbrıs krizi sürecinin içine girmiş oldu. 16 Kasım’da Türkiye, Kıbrıs’a askeri müdahale kararı almış ve Türk savaş uçaklarına Ada üzerinde ihtar uçuşu yaptırmıştır. Ayrıca 17 Kasım’da Yunanistan’a nota vererek Kıbrıs’taki saldırıların durdurulması dahil bir dizi talebin yerine getirilmesini istemiştir.

Türkiye’nin kararlı adımları neticesinde ise, ABD, BM ve NATO krizi sona erdirmek için taraflar arasında girişimlerde bulunmuştur 22 Kasım’da ABD temsilcisi Vance’in arabuluculuk girişimleri sonuç vermiş ve 30 Kasım 1967 tarihinde Türkiye’nin istemleri Yunanistan tarafından kabul edilmiş saldırılar durmuştur.

Kıbrıs antlaşmalarından önce Türkiye’de , Türk Gençliği işgale karşı çıkarak her yerde bilhassa Millî Bayram törenlerinde “Taksim” diye bağırarak 1963-1974 döneminde ise "Kıbrıs Bizimdir" diye haykırarak Kıbrıs'ın işgalini önlemeye çaba göstermiştir.Ancak geçici çözümler hiçbir zaman Rum-Yunan hükümetlerinin “Enosis “ tehditini durdurmamış sadece planı erteletmiş fakat Kıbrıs Anayasası hükümlerine de hiçbir zaman uygulamamışlardır.


1974 KIBRIS DARBESİ ve TÜRK BARIŞ HAREKÂTI
1974 yılına gelindiğinde ise 1963-1964-1967 Kıbrıs krizleri sürecinin son halkası olarak aniden ortaya çıkmıştır (Türkiye ve Kıbrıs Türkleri açısından) EOKA-B militanları Makarios'u ortadan kaldırarak bir oldu-bitti ile Ada'yı Yunanistan'a bağlamayı planlamışlardı.

Planı yürürlüğe koyan Yunanistan Faşist Cuntası tarafından yönlendirilen Nikos Sampson darbesiyle Rumlar Kıbrıs'ı tamamen ele geçirmeye kalktılar.(15 Temmuz 1974)

Kıbrıs'ta Yunan destekli darbe ile iktidara gelen Nikos Sampson , EOKA’cı bir terörist olarak görüldüğünden ve “Enosis “ci Sampson'un iktidara gelmesi Türkiye'yi endişeye düşürmüştür. Türkiye, Kıbrıs darbesini ; anayasal düzenin yıkılması, gayrimeşru bir yönetimin kurulması ve kurucu antlaşmaların ihlal edilmesi olarak değerlendirerek 37.Türk Hükumeti (Başbakan:Bülent Ecevit ,Devlet Bakanı ve Başbakan ,Yardımcısı:Necmettin Erbakan,Milli Savunma Bakanı:Hasan Esat Işık,Dışişleri Bakanı:Turan Güneş...) kararıyla 16 Temmuz 1974 tarihinde Ada'ya askeri müdahalede kararı almıştır.


Türkiye, İngiltere ile beraber Garantörlük Anlaşması'nın dördüncü maddesinin verdiği yetkiyle Ada'ya müdahale etmeyi düşünmüş ve bu kapsamda 17 Temmuz 1974'te Başbakan Bülent Ecevit, İngiltere ile görüşmeler yapmak üzere Londra'ya gitmiştir. Ancak Londra'da gerçekleştirilen temaslardan, İngiltere sorunun BM veya NATO çatısı altında çözümlenmesi gerektiğini düşündüğü için ortak müdahale konusunda bir sonuca varılamamıştır.Londra’ya gelen ABD Dışişleri Bakanı Kissinger'ın yardımcısı Joseph J. Sisco’da Başbakan Ecevit ile görüşmüştür. Sisco, Başbakan Ecevit ile görüştükten sonra Atina'ya gitmiş ve Yunan Cuntası'nı krizi sona erdirmek için ikna etmeye çalışmıştır. Yunan Cuntası, Sisco'nun önerilerini geri çevirmiş ve Türkiye’nin Ada’ya müdahalesi halinde Türkiye’ye karşı bir askeri müdahalede bulunacağını belirtmişlerdir. Diplomatik girişimlerden sonuç alınamayınca Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti nihayetinde TBMM'nin daha önce almış olduğu 16.3.1964 gün ve 93 sayılı ve 17.11.1967 gün ve 148 sayılı yetki kararlarına dayalı olarak TBMM'nin 20 Temmuz 1974 gün ve 303 sayılı kararıyla Türk Silahlı Kuvvetlerince , Kıbrıs Barış Harekatlarını 20 Temmuz 1974'de başlattı.

1974 Kıbrıs Barış Harekatı ; amfibi ve Hava indirme olarak uygulanmıştır. Türk Hava Kuvvetleri savaş uçakları da , Rum mevzilerine bilhassa Beşparmak dağlarında bulunan mevzilere karşı taarruzlar yaptı.Deniz Kuvvetleri filosu da çıkarma gemileriyle Girne-Yavuz Plajı'na denizden çıkarma yapmış , Hava filolarıyla da Lefkoşa-Hamitköy-Gönyeli ve Pınarbaşı bölgelerine hava indirme yapıldı. Kıbrıs Barış Harekatı 2.Ordu Komutanı Org.Suat Aktulga’nın sorumluluğunda icra edilmiştir ,Harekatla birlikte katılan tüm kuvvetler Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri olarak adlandırılmış ve 6.Kolordu Komutanı Korgeneral Nurettin Ersin bu kuvvetin komutanı olarak görevlendirilmiştir.


T.C. Başbakanı Bülent Ecevit, harekatın başladığını dünya kamuoyuna ; "..İnsanlığa ve barışa büyük bir hizmette bulunmuş olacağımıza inanıyoruz. Öyle umarım ki kuvvetlerimize ateş açılmaz ve kanlı bir çatışmaya yol açılmaz. Biz aslında savaş için değil barış için ve yalnız Türklere değil Rumlara da barış getirmek için adaya gidiyoruz." sözleriyle duyurdu.

Lefkoşa’ye inen 4'üncü Paraşüt taburu ile birleşen Kıbrıs Türk Kuvvetleri(Kıbrıs Türk Alayı) , Lefkoşa Havalimanı ile Kaymaklı bölgesine taarruza başladı. 2'nci ve 3'üncü komando taburları Zeytinli istikametinde ilerledi. Girne’ye çıkan birlikler de Lefkoşe yönüne doğru ilerlemeye çalışıyor ve hava indirme birlikleriyle birleşmeyı hedefliyordu.

Harekatın bu kritik safhasında ise , 21 Temmuz’da Kocatepe muhribimiz (Albay Güven Erkaya komutasında)haberleşme ve koordinasyon eksikliğinden dolayı maalesef Türk uçaklarınca batırıldı.Şüphesiz başarılı geçen bir çıkarmanın en şansız ve en trajik olayı olarak Türkiye Cumhuriyetinin ilk savaş gemisi kaybı olarak tarihe geçecekti.

Harekatın ikinci günü, 3'üncü Paraşüt Taburu'nun taarruzları Girne istikametinde gelişti Girne'ye giren Türk birlikleri Lefkoşa'ya yöneldi. Bu sayede Lefkoşa-Girne hattı birleştirildi.

Bu kadar ilerlemeden sonra ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Türkiye’ye olan harekata son verme çağrısı ile (BM Güvenlik Konseyinin 353 sayılı kararıyla, tarafları ateşkese, Kıbrıs'taki bütün yabancı kuvvetleri Ada'dan çekilmeye ve bütün devletleri Kıbrıs'ın egemenlik, bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne saygıya davet etmiştir. ) TSK, 22 Temmuz akşamından sonra harekâta son verdi. Bu gelişmelerden sonra da 25 Temmuz 1974’te Cenevre’de Kıbrıs barış görüşmeleri gerçekleşti. Türk birlikleri ateş etmeden adadaki alanlarını genişletip Türkiye’den asker ve teçhizat takviyesi yapıyorlardı. 1974 Türk Barış Harekatlarını önleyemeyen Yunanistan’daki Cunta yönetimi, 23 Temmuz 1974 tarihinde istifa etmiş , yerine, Konstantin Karamanlis'in başkanlığındaki sivil bir yönetim kurulmuştur)

Kıbrıs’ta da da taraflar arası ateşkes söz konusuydu fakat Rumlar ateşkesi ihlâl etti. Girne’nin batı kesimindeki Türklere ateş açan Rumlar Türk birlikler tarafından püskürtüldü. Rumların ateşkese uymamasıyla birlikte de Türk kuvvetleri Lapta’ya yöneldi ve orayı ele geçirdi. Türkiye Dışişleri Bakanı Turan Güneş, İngiltere Dışişleri Bakanı Callaghan ve Yunanistan Dışişleri Bakanı Mavros, 25 Temmuz 1974 tarihinde Cenevre'de bir araya gelerek, görüşmeler yaparak sonuçta, taraflar arasında 30 Temmuz 1974 tarihli Cenevre Deklarasyonu imzalanmıştır.Görüşmelerin nihai neticesini almak için yapılan 8 Ağustos 1974 günkü 2. Cenevre Konferansı’nda alınan kararlara ise Rum tarafı itiraz etti. 2'nci Cenevre Konferansı görüşmelerinin bu son oturumunda da bir sonuç çıkmayınca 14 Ağustos’ta "Ayşe tatile çıksın" (Ayşe , Dışişleri Bakanı Turan Güneş’in kızının adıydı)parolasıyla Kıbrıs Barış Harekatı'nın ikinci aşaması başlatıldı.. Magosa ve Boğaz Deniz üssünü ele geçirmek için ilerleyen Türk birlikleri harekata devam ederek Rumlar için çok büyük önem taşıyan İngiliz Tepe ve Kara Tepe’yi ele geçirdi. Rumlar ve Yunanlar adeta Türk Ordusu’nun önünden kaçıyordu. Bunlar yaşanırken ise Rumlar geri çekilirken içlerinden geçtiği bütün Türk köylerini yağmalayarak Türkleri öldürüyordu. Gerçek bir savaş havası vardı. 14 ve 15 Ağustos’ta da Kıbrıs Türk halkının da orduya olan desteğiyle Magosa, Lefkoşa ve Lefke’de bulunan bütün Rumlar püskürtülmüş ve oralar ele geçirilmiştir. ve akabinde hemen 16 Ağustos'ta ateşkes ilan edildi Böylece Kıbrıs Barış Harekatı’nın askeri ayağı son bulmuştur. Kıbrıs Barış Harekatlarının sonucunda ;

*Adadaki Türklerin katledilmesinin önüne geçilmiştir.

*Yunanistan’ın adayı tamamen ele geçirme hayalleri ise suya düşmüştür.

*Kıbrıslı Türk halkının güvenliği sağlanmıştır.
*Adanın kuzeyindeki Rumlar güneye, güneydeki Türkler de kuzeye göç etmiştir.
*Lefkoşa'nın kuzeyi de dahil adanın yüzde 38'i Türk yönetimine geçmiştir.
Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu 498 asker, Kıbrıs Türkü 70 mücahit ve Kıbrıs Türk halkından 270 kişi şehit olmuştur.

Harekatın başarıyla sonuçlanması sonrasında, 13 Şubat 1975'te Kıbrıs Türk Federe Devleti kuruldu, devlet başkanlığına Rauf Denktaş getirildi. 15 Kasım 1983'te ise Mecliste alınan kararla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kuruldu.

NATO standartlarına göre örgütlenen ve teçhizatlandırılan TSK Milli Savunma Sanayiiden yoksunluğunun sıkıntılarını uygulanan ambargolar ve izalasyonlar yüzünden yıllarca çekilmiştir.

İlerleyen yıllarda Kıbrıs sorununun çözümü için yapılacak asıl görüşmelere hazırlık olmak üzere, KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Kıbrıs Rum yönetiminin yeni lideri Glafkos Klerides ve BM Genel Sekreteri Butros Gali ile 30 Mart - 1 Nisan 1993 tarihleri arasında New York'ta görüştü. Bu toplantıdan sonra Kıbrıs görüşmeleri 24 Mayıs 1993'te, BM Genel Sekreteri gözetiminde Kıbrıs Türk ve Rum toplum liderleri arasında yine New York'ta başlandı.Butros Gali, Türk tarafının önerilerini kabul etmediği gibi, Güvenlik Konseyi'ni de arkasına alarak Rauf Denktaş ile T.C Hükümeti üzerine baskı yaptı.

Görüşmelerin bu şekilde kilitlenmesi üzerine, New York'taki Kıbrıs görüşmeleri 1 Haziran

1993'te kesildi. Kıbrıs sorununa çözüm getirmek ve güven artırıcı önlemler almak üzere yapılan uzun görüşmelerden de bir sonuç alınamadı.Bunun üzerine 29 Ağustos 1994 günü, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhuriyet Meclisi Genel Kurulu, yaptığı olağanüstü toplantıda, federasyonu tek çözüm olarak öngören geçmiş meclis kararlarını yürürlükten kaldırdı. KKTC Cumhuriyet Meclisi'nin aldığı bu kararla da Kıbrıs’ta federasyon tezi gündemden çıkarılması amaçlanıyordu.

Kıbrıs'ta çözüme en çok yaklaşılan dönem 2004'te Annan Planı'nın referanduma sunulmasıydı. Türklerin yüzde 65 oranında “Evet” oyuna karşın Rumların plana yüzde 75 oranında “Hayır” demesi nedeniyle Ada'da yeni bir ortak devlet kurulamadı.

Referandumdan bir gün sonra Güney Kıbrıs Rum Yönetimi hukuka aykırı ve tek taraflı olarak AB ‘ye tam üye kabul edildi.(1 Mayıs 2004)

2017'de yapılan Crans Montana görüşmeleriyle, Kıbrıslı Türklerin ve Rumların BM kararları çerçevesinde bir federasyon çatısı altında bir araya getirilmesi amaçlandı. Ancak bu görüşmeler de Rumların son anda masadan kalkmasıyla sonuçsuz kaldı.

Ancak yıllar sonra bile Rum- Yunan ikilisinin Türkiye'den toprak kazanma ve entrika stratejileri hiçbir zaman ortadan kalkmadı.Kıbrıs Harekatının 50. Yıldönümü (20 Temmuz 1974) ile Kıbrıs’ın Fethinin 453.yıldönümlerinde bir kez daha (1960 ‘lar da Türk Gençliğinin sahip çıktığı gibi) haykıralım ki "KIBRIS BİZİMDİR" ve öyle de kalmalıdır.

Türkiye Cumhuriyeti ve KKTC bu görüşmelerden sonra, bir daha BM kararları çerçevesinde Kıbrıslı Rumlarla ortak bir devlet kurmayı değil, Ada'da iki devletin yan yana yaşamasını sağlayacak modeli müzakere edeceklerini ilan etmiştir.Kıbrıs Türk Halkının beklentisi yıllardır haksız bir şekilde uygulanan tüm izolasyonların kaldırılmasıdır.

RUMLARIN KIBRIS TÜRKLERİNE SALDIRILARI VE MEZALİMLERİ

KIBRIS ANAYASASI ÖNCESİ

1. Sinde Katliamı (12 Temmuz 1958- İnönü Köyüne mensup 5 Türk şehid edildi)

3.2. Atlılar Katliamı (13 Temmuz 1958-Atlılar kırsalında 3 Türk şehid edildi)

3.3. Arnayi Katliamı (13 Temmuz 1958-arnayi köyünde 2 kardeş Türk çoban çapraz ateşle şehid edildi))

3.4. Üç Şehitler (19 Temmuz 1958-Goşi köyünde 3 Türk genci vurularak şehid edildi)

3.5. Goşşi Katliamı (19 Temmuz 1958-Goşşi köy kırsalında 3 Türk pusuya düşürülerek şehid edildi)

KIBRIS FEDERASYON DÖNEMİ

1963-1974 YILLARI
KANLI NOEL /Kumsal Baskını (24 Aralık 1963-23 aralık 1963 ateşkesine rağmen ; Yunan subayı Terezepulos’un 150 kişilik çetesi Lefkoşe Kumsal bölgesine baskın yaptı. Kıbrıs Türk alayı subayı Dr. Bnb. Nihat İlhan’ın hanımı ve yaşları 2-10 arasında değişen üç çocuğu ile evde misafir olan 3 kişiyle birlikte makinalı tabancalarla vahşice şehid edildi)

KANLI NOEL/ Ayvasıl (Türkeli-Şillura-Yılmazköy) Katliamı (24 Aralık 1963-50 silahlı Rum_Yunan çetesi tarafından köyler basıldı ve 11-12 Türk köylüsü katledilerek toplu mezara gömüldüler)

Arpalık Katliamı (6 Şubat 1964-Lefkoşe Arpalık köyünü kuşatan 200 kişilik Rum çetesi köyleri kuşattı ve ilk baskında 5 sonraki baskında 2 kişiyi şehid ettiler)
Pilot Yzb. Cengiz Topel Şehadeti (10 Ağustos 1964)( T.C Hükumeti(10.İnönü Hükumeti) Kıbrıs’a müdahele(havadan) emri verdi.8 Ağustos ‘ta 64 uçağımız Erenköy sahili ve Erenköy’e bakan Mansura tepelerini taradı.. Ancak, Uçaklarımızın toplu kol uçuş sırasında: Pilot Yüzbaşı Cengiz Topel’in uçağı, (Eskişehir’den kalkmıştı) Yunan Gemisi tarfından vurulur ve uçağı düşer, kendisi paraşütle atlar. Düşman hatları içine düşen Pilot Yzb. Cengiz Topel, düşman tarafından esir alınarak hunharca işkence edilir ve şehid olur.)( Yzb.Cengiz Topel’le birlikte Erenköy savunmasında 28 şehit verilmiştir)
Geçitkale Katliamı (1 Kasım 1967- 15 Kasım 1967'de Grivas komutasındaki Rum ve Yunan birlikleri Geçitkale'ye vahşice saldırdı , yakıp yıktılar.24 kişiyi barbarca şehid ederken , Türk ahaliyi esir alıp götürüp işkence yaptılar ancak Türk harekatı olacak diye serbest bıraktılar.)

1974 YILI
5.1.Alaminyo Katliamı ( 20 Temmuz 1974- faşist Yunan cuntası tarafından silahlandırılan Alaminyo Rum ahali köyde yaşayan Türklerden 15 kişiyi katlettiler. )

5.2.Muratağa ve Sandallar Katliamı (15 Ağustos 1974- 13-14 Ağustos tarihinde EOKA-B tarafından Sandallar basılmış, daha sonra bu köylüler Muratağa’ya getirilerek 14 Ağustos günü basılan Muratağa köylüleri ile birlikte öldürülmüştür. 15 Ağustos günü, 89 Türk’ü vahşice öldürerek topluca bu vahşet çukuruna gömülen Türklerin toplu mezarı 1 Eylül 1974’te tesadüfen bulundu))

5.3. Atlılar ( Aloa)Katliamı (15 Ağustos 1974 15 Ağustos 1974 tarihinde EOKA’ cılar Magosa’nın 15 km. uzağında Atlılar (Aloda) köyünü basarak köylüleri köyün dışına çıkararak hepsini kurşuna dizerek öldürmüşler, önceden hazırladıkları toplu çukurlara atmışlar ve 57 Türkün üzerlerini buldozerle kapatmışlardır. Atlılar toplu mezarı 21 Ağustos 1974 tarihinde ortaya çıkarılmıştır.)

5.4. Taşkent (Dolhi) Katliamı (15 Ağustos 1974- Larnaka ‘ya bağlı bağlı Taşkent (eski ismiyle Dolhi) köyü Türkleri de Barış Harekatı’nı bahane eden barbar Rum ve Yunanlar tarafından topluca katliama uğramışlardır. Kıbrıslı Türkler (82 kişi) buldozerlerin açtığı derin çukurlara kurşunlanarak gömülmüşlerdir.)

KIBRIS’TA SAHABELER
Sahabe ; Sevgili Peygamberimiz Hz.Muhammed’i görmüş ve ona inanmış Müminlere verilen isimdir.İslam Devleti donanması kurulduktan sonra ilk seferi Kıbrıs’a yapılması kararlaştırılmıştı.Emeviler döneminde Kıbrıs seferine(Hz. Osman döneminde- 648) kocası Ubâde b. Sâmit ile birlikte İslâm donanmasıyla katılan Hz. Peygamber’in süt halası Ümmü Harâm bint Milhân el-Ensâriyye attan düşerek şehid olmuştur. Halk arasında Hala Sultan olarak bilinen Ümmü Harâm Larnaka şehri dışındaki Tuz gölünün yakınında gömülmüştür. Osmanlılar Kıbrıs’ı fethedince (1571) kabri ihya edilmiş ve 1760’ta üzerine Şeyh Hasan Efendi tarafından türbe inşa edilmiştir.Türbe zamanla ilavelerle küçük bir külliye halini almıştır.(1815) Külliye 1963’te Rumlar tarafından tahrip edilmiş ve bir süre askerî karargâh olarak kullanılmış olup KKTC sınırları dışında kalmıştır.Osmanlı Türkleri için İstanbul’da Eyüp Sultan gibi Hala Sultan’da Kıbrıs için aynıdır.

Yine Emeviler döneminde İslam denizaşırı seferi 2.kez Kıbrıs’a yapılır Hicretin 653/654 . yılında, bin 200 sahabenin gemilerle Kıbrıs’a intikal ederler sahabelerden 40’ı Kıbrıs adasına çıktıklarında Ercan Havaalanı’nın güney batısında Mesarya Ovası’ndaki şimdi Kırklar Köyü’ne doğru yönelirler. Günümüzde türbenin olduğu yerde yıkılmış ve harabe halde olan eski Hıristiyanlık dönemi tapınağına sığınırlar ve orada gece vakti Bizans askerleri tarafından şehit edilir ve iki çukur açılıp içine gömülürler.Osmanlı döneminde mezarlar açılarak buraya bir türbe yapılır ve adına da Kırklar Türbesi denir.

Kıbrıs’ta bir diğer sahabe türbesi Hz. Ömer Türbesidir. Girne’nin doğusuna 6 km uzaklıkta, Çatalköy’ün kıyısındaki kayalıklarda yer alıyor. Kıbrıs seferine katılan Hz. Muaviye ordusunun komutanlarından Hz. Ömer ve altı askeri Kıbrıs'a Türbe'nin günümüzde bulunduğu yerden girerler. Hz. Ömer ve silah arkadaşı Sahabeler Bizanslılarla yaptıkları çarpışmada şehit düşerler. Savaştan sonra, fethin ardından cenazeleri hemen yakındaki mağaraya defnedilir

KKTC’nin kuzeyinde, Türkiye’ye en yakın noktadaki Dip Karpaz'da bulunan Apostolos Andreas manastırında Sahabe mezarı bulunmaktadır. Bu sahabe Muaviye’nin deniz seferleri zamanında Kıbrıs’a gelen Sahabe Urve bin Said’in mezarı olup Osmanlılarda yapılan türbenin orijinalliği bozulmuştur. Burası hem hristyanlar hem de Müslümanların ortak ziyaretgahı olması bakımından önemlidir.Bu bakımdan Kıbrıs’ta bulunan sahabe türbesi neredeyse Türkiye’dekiler kadar çoktur.

KIBRIS TARİHİNDEN KISA NOTLAR
· 3.Haçlı seferine çıkan Aslan Yürekli Richard’ın önderliğinde İngilizler Kudüs’e giderken aniden Kıbrıs’a yönelerek adayı işgal etti(1191) Kral Richard Kıbrıs’ı ele geçirdikten sonra Kral Templar’a satmıştır. Sonra Kral Templar Kral Richard’a Kıbrıs’ı geri vermiştir. Bunun üzerine Kral Richard Kıbrıs’ı 2.kez Fransız soylusu olan Luzinyan (Lusignan)’a satmıştır.

· Türkiye Cumhuriyetinin 9. Başbakanı Adnan Menderes Kıbrıs görüşmelerinin nihai sonucu olacak Londra Anlaşması için İngiltere yolculuğunda , Londra’da uçağı inişe geçtiği sırada 17 Şubat 1959'da düştü. Kazada, 14 kişi hayatını kaybetti, mürettebat ve yolculardan oluşan 7 kişi yaralandı..Kazadan yaralı kurtularak tedavi altına alınan Başbakan Adnan Menderes Türkiye’ye dönmeyi red ederek Kıbrıs görüşmelerine devam etme kararı almıştır.20 Şubat 1959 tarihli Daily Mail gazetesi "Başucu Anlaşması" başlığıyla manşetten duyurduğu haberinde, "Menderes'in uçak kazası nedeniyle tedavi gördüğü Londra kliniğindeki odasında dönemin İngiltere Başbakanı Macmillan ile Yunanistan Başbakanı Constantine Karamanlis ile Londra Anlaşması'na imza attığını" aktarıyordu..Bu süreç sonunda 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti kurulacak ve Türkiye garantörlük elde edecektir.Hem Türk askerinin adaya ayak basması hem de 1974 Barış harekatlarının hukuki dayanakları “Londra-Zürih” anlaşmalarıdır.17.Şubat.1959 Londra Uçak kazasında ölen 14 kişi arasında bakan ,Milletvekilleri ,Genel Müdürler ve Uçak Personeli bulunuyordu.

· 1974 Kıbrıs Barış Harekatında ; Hava İndirme Tugay Komutanı Tuğgeneral Sabri EVREN hava indirme taburlarıyla birlikte indirme bölgesine paraşütle inmiştir. Böylelikle savaş alanına paraşütle atlayan ilk general olarak tarihe geçmiştir.


KIBRIS KRONOLOJİSİ
M.Ö. 7000 – 3000 Yeni Taş Devri
M.Ö. 3000 – 1500 Bronz Çağı
M.Ö. 1500 – 1450 Eski Mısır Dönemi
M.Ö. 1320 – 1200 Hitit Dönemi
M.Ö. 1200-1000 Eski Mısır Dönemi
M.Ö. 1000- 710 Finikeliler Dönemi / Kıbrıs Şehir Krallıklarının Kurulması
M.Ö. 710 – 609 Asurlular Dönemi
M.Ö. 609- 525 Mısır Dönemi
M.Ö. 525 – 333 Pers Dönemi
M.Ö. 411 – 333 Pers ve Eski Yunan Dönemi
M.Ö. 294 – 58 Mısır Ptolemiler Dönemi
M.Ö.58 - M.S. 395 Roma Dönemi
M.S. 395 – 868 Doğu Roma Dönemi
654-868 Kısmi Emevî İstilası
688-868 D.Roma –Emevî/Abbasi Birleşik Yönetimi
868-1190 D.Roma Dönemi
1190 – 1191 Haçlılar Dönemi (İngiliz istilası)
1191 – 1489 Lüzinyan Dönemi ( İngilizlerin Kıbrıs’ı Fransızlara satması )
1489 – 1571 Venedik Dönemi
1571 – 1878 Osmanlı Türk Dönemi
1878 – 1960 İngiliz Dönemi(İngiltere’ye kiralandı)
1914 – İngiltere’nin Kıbrıs’ı ilhakı
1954—Kıbrıs Sorununun İlk Defa BM Gündemine Getirilmesi
1955—Londra Konferansı
1958—Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatının Kurulması
1959—1960 Zürih ve Londra Anlaşmaları /Garantörlükler
1 Ağustos 1960 Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayının Ada’ya intikali(650 kişi)
15 Ağustos 1960 Kıbrıs Cumhuriyetinin Kurulması
1960 – 1974 Kıbrıs Cumhuriyeti
6/7 Ağustos 1964 Rumların Erenköy’e saldırısı
7/8 Ağustos 1967 Kıbrıs’a ilk Türk Müdahalesi(Havadan)
9/15 Kasım 1967 Rumların Boğaziçi ve Geçitkale saldırısı
(Kıbrıs’a Genel Türk müdahalesinin önlenmesi , bölgede geçici Yönetim Kurulması )
15 Temmuz 1974 Makarios’a darbe yapılması
1974 Kıbrıs Barış Harekatları
1.Harekat : 20 Temmuz 1974
2.Harekat : 14 Ağustos 1974
13.02.1975– 1983 Kıbrıs Türk Federe Devleti
15.11.1983 - ... Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
                                                                      * Rifat GÜNDAY
                                                                         Başöğrt.Tarih(E)
KAYNAKLAR :
*1958-1974 Yılları Arasında Kıbrıs’ta Yerel Basında Rum Mezalimi -Faruk Akın EMEK
*Başlangıçtan Günümüze Kıbrıs Sorunu –Ezgi Ekiz
*Kıbrıs Sorununun Tarihi Gelişimi-Müge Vatansever
* 1963-1974 Yılları Arasında Kıbrıs’ta Rumların Türklere Karşı Saldırıları Soykırım Olarak Değerlendirilebilir Mi?-Oğuz Yücel
*Kıbrıs Tarihi(1878-1960) Ş.Sina Gürel
* Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni yaratan tarihi süreç ve son gelişmeler-Hamza Eroğlu

 

 

 

 





14 Mart 2024 Perşembe

14 MART


   Bilim Tarihimiz-1 : 14 Mart Tıp Bayramı    ve tarihçesi                   

*Rifat GÜNDAY    

14 Mart Tıp Bayramı Türkiye’ye has millî bir bayramdır. Bu tarihin iki açıdan önemi bulunmaktadır. İlki Türkiye'de modern tıp eğitiminin kuruluşunu anlatmaktadır. Yeniçeri ocağının kaldırılmasıyla kurulan Asakir-i Mansure-i Muhammediye(1826) orduya askeri hekim yetiştirmek amacıyla Sultan 2. Mahmud (1808-1839) döneminde Şehzadebaşı’ndaki Tulumbacıbaşı Konağında açılan Tıphane ve Cerrahhane-i Amire isimli ilk modern tıp okulunun açılış gününü belirtir. 14 Mart 'ın esas önemli olan anlamı ikinci anlamı ise şöyle ki : 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi imzalandı ve 13 Kasım 1918’de İtilaf Filoları Boğazlar müstahkem mevzilerini teslim aldıktan sonra İstanbul’ a girdiler. İstanbul’da Sultanahmet meydanına Fransızlar Tanklarını gösterirken , İngilizler’de dev toplu denizaltılarını Haliç Köprüsünde sergiliyor ,ayrıca tüm itilaf savaş gemileri Sarayburnu’na demirlemiş ,İstanbul’un her köşesinde İngiliz -Fransız devriyeler volta atıyor, Türkiye’nin parçalanması hesaplarını yaparken Mekteb-i Tıbbiye-i Şahanenin (Tıp Fakültesi )öğrencileri işgâle karşı çıkmak ve direnmek arzusundaydılar.(Henüz Milli Mücadele başlamamış , Mondros’a göre Vatan toprakları işgal ediliyor ve halkda genel bir karamsarlık hakimdi) Bunun için başta Tıbbiyeli Hikmet(Tabip -subay Hikmet Boran) olmak üzere genç tıbbîyeliler 14 Mart 1919 gününü bir fırsat olarak değerlendirip Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire’nin açılış gününü kutlamak için bir toplantı düzenlediler. Bu toplantıya Kızıl Haç yetkilileri, İşgâl kuvvetlerinin komutanları ve ileri gelenleri, Saray’dan temsilciler de katıldılar. Gerçekten de 14 Mart günü Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire’nin açılış günüydü. 2.Mahmut döneminde Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi, bu iki kurumu 14 Mart 1827’de açmıştır.Askeri Tıp Okulu  1839 yılında Galatasaray’daki bugünkü Galatasaray Lisesi’nin bulunduğu yere taşınır " Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane" ismini alırken eğitim dili Fransızca'dır.. Buranın d bir yangında harap olması üzerine (1849) Önce Halıcıoğlu’ndaki Topçu Kışlasına, ardından Hasköy’deki Gergeroğlu Konağında eğitimine devam ederken , 1866 yılında ise Sirkeci’deki Demirkapı Kışlası’na taşınır. Mekteb-i Tıbbiye içerisinde görülen ihtiyaç üzerine sivil tıbbiye anlamında Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye kurulur(1867) ; Bu ikinci Tıp okulunun eğitim dili Türkçe olur. Hem sivil hem de askeri tıbbiye okulları, 1874 yılında onarılmış olan Galatasaray’daki binaya 2.kez yerleşirler. Her iki tıp 1876 yılında tekrar Demirkapı Kışlası’na taşınır. Sivil tıp okulu daha sonra Kadırga’ya yerleşmek durumunda kalır. Nihayet Tıp okulu için kalıcı ve uygun bir bina yapımına Sultan 2.Abdülhamit(1876-1909) döneminde yani 14 Mart 1919 tarihinde işgâl protestosunun yapıldığı binanın inşasına karar verilir(11 Şubat 1895) Binanın mimari tasarımı dönemin önde gelen mimarlarında Alexandre Vallaury ve Raimondo D’Aronco’ya aittir. Bina ,Sultan Abdülmecid (1839-1861) zamanında askeri hastane olarak yapılmış olan Haydarpaşa Askeri Hastanesi ile Selimiye Kışlası arasındaki ve yaklaşık 80 dönümlük bir arsaya yapılmıştır. Askeri ve sivil Tıbbiyeler yeniden bu binada birleştirilerek 6 Kasım 1903 tarihinde eğitime başlarlar. Yeni adları ise Haydarpaşa Tıp Fakültesi adını alacaklardır. Tıbbiye Binası Cumhuriyet döneminde 1933-1983 yılları arasında Haydarpaşa Lisesi olarak kullanılmış 1983 yılında Marmara Üniversitesi’ne verilerek yeniden bir üniversite bünyesine geçmiştir. 2014 yılında Marmara Üniversitesinin Maltepe'ye taşınması üzerine bir süre boş kaldıktan sonra Sağlık Bilimleri Üniversitesine tahsis edilmiştir.

14 Martta da kutlama yapılan Tıp Fakültesi binaları bugünkü Sağlık Bilimleri Üniversitesinin binasıdır.  Ondan önce de Tıp fakültesi ve hastane binaları işgalde kuvvet kuvvetlerinin karargâh olarak kullandıklarını belirtelim.

14 Mart 1919 tarihinde yapılan  bu protestolu açılış törenini yetersiz bulan  genç tıbbîyeliler 14 Mart günü işgale karşı daha anlamlı bir direniş gösterisi  düzenlemek için  : Mekteb-i Tıbbiye-i Şahanenin iki kulesi arasına büyük bir Türk Bayrağı dalgalandırdılar. O yıllarda buraya asılan Türk bayrağı İstanbul’un bir çok yerinden görülmüştü. Ardından Tıp fakültesi öğrencilerinin nümayişiyle birlikte Türkiye’nin işgali protesto edildi. İşgal kuvvetleri bu protestoya müdahale ederek , toplantıyı şiddet kullanarak dağıttı, birçok öğrenciyi tutukladı ve çıkan çatışmada Tıbbîyeli Hikmet yaralandı. İşte 14 Mart’ın Tıp Bayramı olarak kutlanmasının nedeni 14 Mart 1919’da yaşanan bu işgale karşı her bakımdan karşı koymanın nişânesi ve sembolü olmuştur.Hatta diyebiliriz ki Milli Mücadelenin İstiklâl bayrağıdır.

Solda Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane binası ve sağda Tıbbîyeli Hikmet(Boran)

14 Mart’lar sıradan bir bayram değildir, işgale  karşı direnişin millî bir  sembolüdür.14 Mart sadece Tıp dünyasının değil , Türkiye Cumhuriyetinin    çok önemli bir günüdür.14 Mart olaylarından sonra tıp öğrencilerinden bazıları Kurtuluş Savaşına katılmak üzere Kuva-yi Milliye’ye girdi.Tıbbiyeli Hikmet de Sivas Kongresine  Tıbbiyelileri temsilen katılmış sonrasında ordumuzun sihhiye teşkilatında görev yaptı.

Şanı büyük tıp öğrencileri  daha öncede 1.Dünya Savaşı’da  okulu bırakıp cephelere koşarak kendilerini ıspatlamıştı.(1914-1918)Tıp öğrencileri, başta Çanakkale olmak üzere tüm cephelerde gönüllü olarak görev yaptılar.1.dünya savaşında 765 tıp öğrencisinden(85’ i Ermeni-Rum ve Musevi asıllıydı)) 415’i şehit düşmüştür. 1915’te Tıbbiye’ye kaydolan 1. sınıf öğrencilerinin çoğu  Çanakkale’de şehit olmuştu, işte 14 Mart direnişinin arka planında 1.dünya savaşı cephelerinde vatan için şehit düşen kahraman tıbbiyelilerin bu aziz hatıraları vardı.

Türk Tıp  tarihinin  onurlu sayfaları 1.dünya savaşı cepheleri ve ardından   tabii ki İstiklal Savaşı sırasında yazıldı. Millî Mücadele döneminde  çok sayıda hekim (emekliler ve Tıp öğrencileri dahil olmak üzere)işini gücünü bırakmış, vatanın kurtuluşu için Milli Mücadeleyi başlatacak Mustafa Kemal’in yanında yer almışlardır.14 Marttan 2 ay sonra Gazi Mustafa Kemal  Atatürk’ü Samsun’a götüren Bandırma vapuruna binen  48 kişilik heyetin içinde üç de hekim bulunuyor olması tesadüf değildi.( Dr Albay İbrahim Tali (Öngören), Dr. Binbaşı Refik (Saydam) ve Dr. Yüzbaşı Behçet (Feyzioğlu)  )

Yine ilginç bir şekilde Mondros sonrası Suriye   cephesinden  dönüş yapan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün İstanbul boğazındaki İngiliz gemilerini gördüğünde(13 Kasım 1918)  yaveri Cevad Abbas’a söylediği ünlü “geldikleri gibi giderler” sözünün bir diğer tanığı da  Dr. Rasim Ferid(Talay)dir.Dr. Rasim Ferid gibi  vatanın kurtuluşuna inanan  ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde faaliyete başlayan Kuvay-ı Millîyede görev alan  bir çok hekim olmuştur. Kurtuluş Savaşında yapılan teşkilatlanmaya göre ; Askeri hastaneler Kolordular emrine verilerek hem yaralılara hem de cephe gerisinde halka hizmet vermiş , ayrıca cephe hatlarında sihhîye bölükleri oluşturulmuştur.


23 Aralık 2023 Cumartesi

CUMHURİYETİMİZİN YÜZÜNCÜ YILI

CUMHURİYETİMİZİN 100.YILI 

*Rifat GÜNDAY

Türk Milleti, Balkan ve Trablusgarp savaşları (1911-13) , Birinci Dünya Savaşları (1914-1918) ardından Millî Mücadele ‘nin yeniden diriliş ve bağımsızlık savaşıyla(1919-1922) hatıralarda “10 yıllık savaş” olarak nitelendirilen varını- yoğunu ortaya dökerek yaşamıştır. İşgale uğrayan İstanbul’dan(13 Kasım 1918) hareket eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 9. Ordu Müfettişi olarak Samsun’a çıkarak(19 Mayıs 1919),Amasya Genelgesini yayınlayıp Erzurum ve Sivas Kongreleriyle Millî Mücadelenin ana hatlarını belirleyip TBMM’nin açılmasıyla da (23 Nisan 1920) vatan savunmasını başlatmıştır.Kazim Karabekir Paşa’nın Doğu Cephe harekatlarıyla Doğu vilayetlerimizin kurtarılması ,Başkomutan Gazi Paşa’nın komutanlığında Sakarya Muharebeleriyle Yunan saldırısının püskürtülmesi ve Güney doğu vilayetlerimizin Fransızlardan kurtarılmasının ardından Türk ordusu, Büyük Taarruzla İzmir’in kurtuluşunu sağlandıktan (9 Eylül 1922) sonra kuzeye doğru harekete geçirilen 5.Süvari Kolordumuz Çanakkale boğazına gelerek ; İngilizlerin “Tarafsız Bölge” diye iddia ettiği bölgeye girerek ilerlemeye başladı.Güney Marmara’da ise en son Erdek’in kurtuluşunu gerçekleştiren Kocaeli Grubu birliklerimiz Kuzeye yönelerek İzmit –İstanbul yönünde İngiliz birliklerinin kapsısına dayandı. Gazi Paşa bu hareketeyle İstanbul için muharebeye hazırız mesajı vermişti.İtilaf Devletlerinin isteği üzerine Mudanya Mütarekesi imzalandı(11 Ekim 1922).Buna göre Trakya boşaltılarak TBMM hükümetine teslim edild, Uzun müzakerelerden sonra Lozan Barış antlaşması imzalanarak (24 Temmuz 1923) ,İstanbul’un tahliyesi gerçekleşti.Son işgal kuvveti de 4 Ekim 1923 de Dolmabahçe önünden ayrıldı.Böylece İstanbul kara kısmı boşalınca hareket için hazır-kıta bekleyen 3 .Kolordumuz İstanbul’a trenle hareket ederek 6 Ekim 1923 günü İstanbul’a girdi.1453’den beri görülmemiş bir zulüm ,baskı ve felaket yaşayan İstanbul 4 yıl 10 Ay 23 günlük esaretten sonra Kurtuluşa kavuştu( 16 Ekim 1923). Binlerce yıllık Türk tarihinin birikimi ve çağdaş gelişmelerin sentezinin bir sonucu olarak Millî Mücadele’nin Meclis Başkanı ve Başkumandanı Gazi Mustafa Kemal, Osmanlı Devleti’nin hayatiyetini kaybettiğinin kanaatiyle Cumhuriyete karar verilmiştir.(29 Ekim 1923) Buna göre : Anayasa’nın bazı maddelerinin değiştirilmesi için Millet Meclisi’nin 29 Ekim 1923’te kabul ettiği kanunun İlk maddesi “Hâkimiyet, bilâ kayd ü şart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müsteniddir. Türkiye Devleti’nin şekl-i hükümeti, Cumhuriyettir” hükmüyle Cumhuriyete kavuştuk.

    Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda ; “Kara Saban Tarımı” ve “Hastalıklı bir hayvancılık” , Gayri Müslimlerin ve yabancıların elindeki ticaret ve bankerlik , 3-5 atölyede sınırlı insan gücüne dayalı –neredeyse motoru hiç olmayan – atölyeler yani Milli bir ekonomisi olmayan , Devlet işlerini yürütecek teknik kadrolardan yoksun , eğitimsiz ve 3 milyonu bulaşıcı hastalıklarla boğuşan 12 milyonluk bir ülkeyi “10 yılık savaşın” sonunda devralan/ kurulan Türkiye Cumhuriyetinin 2. Yüzyılına adım atarken 100 yıllık başarı öyküsünü, kurucunun hayallerini ve bu yüzyıla devrolanların durumunu idrak etmeliyiz.
Cumhuriyetimizin en temel birinci özelliği Bağımsızlık ve Özgürlük olmuştur.Cumhuriyetimizin bize getirdikleri : Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk Bağımsızlığımıza çok önem vererek Devletimizin Millî bir dış politika izlemesini sağlamıştır.
    Lozan’dan sonra , harplerde en çok sıkıntısını çektiğimiz araç –gereç , lojistik ihtiyaçları kendimizin üretebilmesi için üretiminin temeli olan ağır sanayii de -ki Karabük Demir-Çelik'le dünyada 8.liğe çıkmışız- ki bu konuyla Atatürk bizzat ilgilenmiş Fabrikanın Ereğliye kurulup buranın Avrupa örnekleri gibi bir sanayi havzası olmasını istemekle birlikte güvenlik nedeniyle Askeri yetkililer fabrikayı Karabük olarak tesbit etmiş,Fabrika sahasının 100 km kadar iç kısımlara çekilmesi yüzünden yapım ve üretimi 3-5 yıl gecikmiş hem de inşa maliyetlerini artırmıştır.
    İkinci hamlemizle Savunma sanayinin temeli atılmış , Kırıkkale çelik ve muhimmat fabrikalarının ardından 1927 de Kayseri Uçak fabrikamız kurulmuştur.Çünkü üretime sahip olunmadan Bağımsızlık korunamazdı.Millî Ekonomiye temel olacak üçüncü hamleniz ise köylü -çiftçinin asırlardır çektiği sıkıntıları -başta Aşar vergisi- olmak üzere giderilmiş tarımsal üretim teşvik edilerek ,kurulan dokuma ve şeker sanayi tesisleriyle , tabii ki “Yerli Malları “ haftalarıyla yerli üretim seferberliği başlatılarak kalkınma azmimiz heyecan kazanmıştır. Bazı fabrikalar ise tarım ürünlerimizin takası yapılmak suretiyle kurulabilmiştir.Sonra kendi ülkemizin demiryollarında ve denizlerinde kendimiz taşıma yapamıyorduk çünkü kabotaj gibi kapitülasyonlar engel olduğundan bu uluslar arası sorun da aşılarak “Demir Ağlar “ dönemi başlatıldı
    Cumhuriyet siyaseten de Medeni hukukla Devletin Vatandaşlık tanımıyla hukuki hakları belirlenmiştir. Atatürk’ün, ¨Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.¨ sözü Anayasamızdaki T.C Vatandaşlığının tanımı olarak yer almıştır.
    Toplumsal hamlemizin en önemlisi de Millî Eğitim oldu ,bu sayede okuma - yazma ve okullaşma “millet mektepleri” adıyla köylere kadar yaygınlaştı.Köyde doğan bir çocuğun devlet okullarında okuyarak başarıyla hayata atılması gerçekleşti.Eğitim konusunda diğer projeler öğretmen yetiştirme temelli “ köy enstitüleri “ ile kırsalda hem eğitim hem de kalkınmanın pratikte uygulaması oldu.Türkiye Cumhuriyetinin Eğitimdeki en büyük projelerinden ilki yukarıda açıklanan “Öğretmen okulları “ diğeri ise “Maarif Kolejleri” olmuştur.
    Böylece Millet bağımsızlığımızın top yekün anahtarı ",kendi kendine yeten bir Türkiye" yaratılmıştır.Ama diğer ülkelerden en önce seçme-seçilme haklarıyla kadınlarımız Cumhuriyetin modern yüzünü oluşturmuştur.

8 Kasım 1934-Ankara Sergievi 
Lozan'dan sonraki Kazanımlarımız
*Boğazlar : Lozan’da aleyhimize sonuçlanan “Boğazlar Sözleşmesi” Millî Bağımsızlığımıza engel teşkil ediyor , Cumhurbaşkanı Atatürk’de buna bir çare arıyordu.Neticede Türkiye’nin bu konudaki sürekli talepleri ve 2.Dünya savaşının işaretlerinin görülmesiyle yapılan Montrö Sözleşmesiyle (20 Temmuz 1936) Boğazlar tamamen Türkiye Cumhuriyetinin kontrolüne geçmiş oldu.
*Hatay : Lozan ve Öncesinde –İstiklal harbinin zorlu koşullarında- imzalanan Ankara Antlaşmaları ile Hatay vilayeti Millî sınırlar dışında kalmıştı.Atatürk’ün “Hatay benim meselem “ dediği için bizzat ilgilenmiş 1937 antlaşmaları ile Hatay’a bağımsızlık kazandırılmasının ardından Fransızların Suriye’den ayrılma hazırlıkları esnasında hasta yatağından kalkarak Adana’ya gitmiş (19-24 Mayıs 1938) yığınak yaptırdığı askeri birliklere resmi geçit yaptırarak kararlığını ifade etmiştir.Böylece Türk ordusu Hatay’a girdi.(5 Temmuz 1938) Sonra Türkiye’nin iartlarını kabul eden Fransa ile imzalan 23 Haziran 1939 antlaşmasıyla Hatay’ Türkiye’ye bırakılmış, aynı gün Hatay Meclisi Türkiye’ye ilhak kararı almıştır. 7 Temmuz 1939 tarihinde çıkarılan “Hatay Vilayeti Kurulmasına Dair Kanun” ile de merkezi Antakya olmak üzere Hatay vilayeti kurulmuştur.
* “On yıllık savaşta” çok zarar görmemizden dolayı 2.dünya savaşına (1939-1945) Çok temkinli yaklaştık , savunma tedbirleri aldık , yiyecek stoku yaptık sonuçta Türkiye bu yıkımı ,işgali görmedi.Bana göre 2.dünya savaşında bulunmamak Türkiye’nin geleceği açısından çok önemli bir başarı olmuştur.
* Kıbrıs : Osmanlı Kıbrıs’ı 1878 tarihli 50 yıl süreli kiralama antlaşmasıyla Birleşik Krallık'a bırakmasından sonra , İngiltere 1914’te adayı ilhak etmiş ,Lozanda Kiralama olayı onaylanmıştı. Kiralama olayının dolmasında ve ardından 2. Dünya savaşından sonra ada Rumlar Yunanistan’a bağlanma girişimleri karşısında Kıbrıs Türk cemaatinin liderliğini yapan Fazıl Küçük ve yardımcısı Rauf Denktaş Ankara ile Dışişleri Bakanı Zorlu ile sürekli görüştüler. Fatin Rüştü Zorlu’nun önerisi ve Genelkurmay’ın onayıyla Kıbrıs’ta Türk Mukavemet Teşkilatı kuruldu. Diğer yandan İngiltere ve Yunanistan ile yapılan görüşmelerin ardından 1959/1960 “Londra- Zürih Antlaşması” anlaşmaları ile Türkiye öteki iki ülkeyle beraber “Garantör Ülke” statüsü kazanıyor, Kıbrıs Türkleri federatif esasa göre yapılan anayasa ile Rumlarla eşit haklara sahip Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu.(16 Ağustos 1960) 1974 de ki darbeyle Rumlar Kıbrıs'ı ele geçirmeye kalktılar.Bu oldu-bittiye seyirci kalmayan 37.Türk Hükumeti (Başbakan:Bülent Ecevit Devlet Bakanı ve Başbakan ,Yardımcısı:Necmettin Erbakan,Milli Savunma Bakanı:Hasan Esat Işık,Dışişleri Bakanı:Turan Güneş...) Kararıyla Genelkurmay Başkanı Org.Semih Sancar 20 Temmuz 1974'de Kıbrıs çıkarmasını gerçekleştirdi.Kıbrıs Türkleri KKTC olarak 15 Kasım 1983’de bağımsızlığını ilan etmiştir.
2.Yüzyılda Türkiye Cumhuriyetine bakış
    Hatay gibi Kerkük Türkleri için aynı kazanım sağlanamamış benzer şekilde Suriye’de devam etmekte ve alanda sorunlar devam etmektedir.Ege de tanımsız adalar ilgili Yunan tarafının zorlayıcı tutumları henüz sona ermemiştir.Cumhuriyet dönemi boyunca Kara sınırlarımızın korunması hep sorun teşkil etmiştir.
    Ekonomik olarak ta Karabük veya Ereğli’de tam bir sanayi havzası kurulamadığı gibi Divriği’nde yapılması düşünülen Demir-Çelik tesisleri inşa edilememiştir.(Demir filizleri Divriğinden Karabük’e taşınıyordu , trenler dönüşte Zonguldak’tan Divriği’ne kömür getirerek taşıma maliyeti dengelenecek hem de sanayi doğuya kaydırılmış olacaktı)Çiftçiye toprak sağlayacak Toprak reformu yapılamamış ki bu yüzden de arazi toplulaştırılması yapılamamıştır.Tarım için gelecekte en büyük tehlike hibrit tohumlar , ziraî ilaçlar ve kentlerin genişleyerek tarım alanlarını yutması olacaktır.
    Cumhuriyetin 100. Yılının sonunda nüfusumuz 100 yılda yüzde 570 oranında artarak 85 milyona , 1923’te 577 milyon dolar olan milli gelir 2023’te 1 trilyon doları; 45 dolar olan kişi başına milli gelir ise bu yıl 12 bin doları aşmıştır
    20.yüzyılda ,Türkiye Cumhuriyeti tarihte Türk adını ilk defa taşıyan Göktürk Devletinin kuruluşundan 1371 yıl sonra Millî adına , yine tarihte kurulan ilk Türk devleti Hun devletinin kuruluşundan 2143 yıllık Türk Devlet geleneğinin tezahürü olan Türkiye Cumhuriyetiyle “Vatan ve Millet “ kavramları vücut bulmuş ama daha da önemlisi halkımız için “kimsesizlerin kimsesi” olmuştur."Türkiye Cumhuriyeti İlelebed payidâr kalacaktır." Nice Yüzyıllara Türkiye Cumhuriyeti.
Rifat Günday
Başöğretmen-Tarih(E)
KAYNAKLAR : 
1- Nutuk 1-2-3 Gazi Mustafa Kemal Atatürk 
2-Türkiye Cumhuriyeti Tarihi 1-2-3 ATAM Yayınları
3-Cumhuriyet Döneminde Sanayileşme Faaliyetleri(1923-1950) Prof.Dr. Mehmet EVSİLE 
4-Cumhuriyetimizin 50.Yılı İstatistikleri (Kamu Kuruluşları)
    Makale Linki : Yazının ilk yayını Çınaraltı Dergisinin 2023/20 sayısında yayınlanmıştır.
EK : Cumhuriyetin İlk Döneminde Kurulan Sanayi Kuruluşlarının Listesi.




12 Aralık 2023 Salı

HALİDE EDİP ADIVAR'IN ESKİŞEHİR GÜNLERİ

   Tarihimiz ve Olaylar -14 : Halide Edip  Adıvar'ın Eskişehir Günleri                          

*Rifat GÜNDAY       

  HALİDE EDİPADIVARIN HAYATINDAN …

HALİDE EDİB ADIVAR, 1882’de İstanbul’da doğdu. Babası Ceyb-i Hümayun kâtiplerinden Mehmet Edib Bey'dir. Annesi Bedrifam Hamm'ı küçük yaşta kaybeden Halide Edib,Üsküdar  Amerikan Kız Koleji'ni bitiren ilk Türk kızıdır

1908 de Kadın hakları yazarlığa başladı 31 Mart Ayaklanması sırasında Mısıra kaçmak zorunda kaldı. 1909’ dan sonra öğretmenlik,müfettişlik yaptı. Balkan Savaşı yıllarında hastanelerde çalıştı. 1919’da Sultanahmet Meydanı’nda, İzmir’in işgalini protesto mitinginde tarihî  konuşmasını yaptı. İstanbul’un İşgalinden(16 Mart 1920)  Anadolu’ya geçerek Kurtuluş Savaşı’na katılmaya karar verdi.

Halide hanım 18 Mart 1920 günü eşi Adnan Bey’le birlikte Anadolu macerasına başlıyordu .Sirkeci’den vapura binerek Boğaziçinde toplarını İstanbula çevirmiş itilaf zırhlılarının yanından geçerek Üsküdara çıktılar.Maceralı bir yolculuktan sonra yolun kalan kısmını trenle Osmaneli-Geyve-Bilecik ‘den Eskişehire ulaştılar.Bu arada  bir yılı aşkın süredir Eskişehir’de bulunan İngiliz alayı Batı Cephesi komutanı Ali Fuat Paşa’nın( Cebesoy) baskısıyla Eskişehir’den uzaklaştırılmışsa da   Ankara’ya doğru Yunan ilerleyişi başlamak üzereydi. Normalde Eskişehir’de trenler uzun süre dururken ,bu sefer 2 dakika içinde Ankara’ya hareket etti.          2 Nisan akşamı Ankara’ya ulaştılar.İstasyonda kalabalık bir grup tarafından karşılandılar ve kendi deyimiyle “Millî hareketin  Kâbesi” dediği Ankara istasyonunda halka bir konuşma da yapmıştır. 

Ankara’da bir çiftlik evine yerleşen Adıvar’lar bu arada Kurtuluş Savaşının gün be gün izlemeye takip etmeye hatta katkıda bulunmaya başlamıştılar.Bu arada Haziran-1920 den itibaren Yunan saldırıları doğuya doğru artmaya başlamış ; Marmara’da Bandırma İzmit , Batı Anadolu’da Uşak işgal edilmiş , Yunan orduları iki koldan Afyon ve Bursa istikametine ilerlemeye başlamışlardı.Bursa’nın(8 Temmuz 1920) işgaliyle  Bursa’da bulunan Halide Hanım’ın babası ve kız kardeşi yollara düşmüş göç kafilesi ile Eskişehir’de bir okula yerleştirilmiş ,durumu haber alınca da Eskişehire hareket etmişlerdi.Halide hanım ve eşi Dr.Adnan Bey Eskişehir’e gelerek onları Antalya ‘ya doğru yola çıkarmışlar ,böylece Halide Hanım Eskişehir’i yakından ilk defa görmüş oluyordu. O yıllarda  Eskişehir eski  ve yeni  adıyla iki kesimden oluşuyordu.Eski kesim tarihi  Odun pazarında , yenisi ise istasyon merkezli idi .Eskişehire demiryolu geldikten sonra(1892) hızla nüfusu artarak 60.000’den 150.000’i aşmıştı(1914 )   İstasyon çevresinde  yaşayan çoğunluğunu yabancılar ve Müslüman olmayan Osmanlı vatandaşlarının sayısı da 7.000’i aşmış  , kiliseleri(sayısı 3 ) okulların(6 okul ) bulunduğu oteller, küçük atölye ve imalathaneler  ,değirmenler ile Bağdat demiryolunun lojistik mekezinin (Sonradan Tülomsaş’a dönüşecek) yer aldığı yeni Eskişehir oluşmuştu.Türklerin yani eski bölgede  geleneksel küçük esnaflar ile yeni bölgeye doğru yayılan  10 cıvarı  okul bulunuyordu.Halide hanım bu ikinci Eskişehir ziyaretinden sonra Ankara’ya dönünce (Trenle 10 saat sürüyordu) bir sürprizle karşılaşmış ,Çifteler hara’sının(Çiftlikat-ı Hümayun) atlarının kendi çiftlik evine taşındığını görünce küçük bir eve taşınmak zorunda kalmıştı.Bütün bu hadiselerden artık düzenli ordu’nun kurulma zamanının geldiği yüksek sesle seslendirilmeye başlamıştı.Neticede TBMM kararıyla düzenli ordu kurulmuş ve Batı Cephesinin kuzey kanadına Miralay İsmet bey(Albay İnönü), Batı Cephesi Güney kanadına da Miralay Refet bey(Albay Bele) atanmışlardı.(9 Kasım 1920)Ancak Bu sefer de İngiliz destekli Yunanlılar ileri harekatlarını devam ettirerek 6-9 Ocak 1921 tarihlerinde İnönü mevzilerine taarruz ettiler.Taarruz püskürtüldü.Bu düzenli ordunun Batı cephesinde ilk zaferiydi.Ankara’da sonsuz bir sevinç yaşatmıştı.

Halide  hanım  gönüllü hastabakıcılarıyla(Ankara) 

Ankara’da  yeniden teşkilatlanmaya başlayan Hilal-ı  Ahmer Cemiyeti(Kızılay)  askerlere hediyeler vermek üzere Halide Edip’i cepheye gönderdi.Halide Edip arkadaşları ve bazı subaylarla trenle Eskişehire hareket etti.Eskişehire gelen Halide istasyon yakınında bulunan Madam Tadia Oteline yerleşti.(Subay arkadaşları ise karargaha yerleştirildi) ertesi gün arkadaşıyla birlikte Hilal-i Ahmer hastanesine gitti.Burada bahsedilen hastane  Odunpazarına yakın  şimdiki  2 Eylül caddesinde vilayet yakınında yer alan  ,Yurt Pasajının olduğu yerde kiliseden(Fransız Saint Augustin de I ’ Assomption rahiplerine aitti- ayrıca misyonerlik faaliyetleri için de sağlık hizmeti vermişlerdi)  hastaneye dönüştürülmüştü.Halide hanımın kaldığı Madam Tadia Oteli ise istasyona yakın  Çek asıllı Avusturya vatandaşı misafirperverliğiyle meşhur Tadia’nın  işlettiği Eskişehir’deki  iki otelden birisiydi. ( O yıllarda  trenler geceleyin sefer yapmaz yolcular geceyi bu otellerde geçirir ertesi gün yola devem ederlerdi)

Eskişehir eski istasyon binası ve istasyon caddesinde yer alan Madam Tadia oteli (1921)

Halide hanım  Hilal-ı  Ahmer hastanesinde doktorla programı hakkında konuştuktan sonra  önü ve arkası düğmeli  geniş etekli gri bir elbise giyerek , işe koyularak akşama kadar düzen-tertip üzerinde çalıştı. Akşam otele dönerken otelin mobilyaları üzerinde görüştü,ertesi gün yine Hilâl-ı Ahmer hastanesine giderek yaralılarla konuştu.Kendisi bu gördüklerini Türk ordusunun yeniden dirilişi olarak nitelemekte 6 ay öncesi duyduğu başı-bozuklukların artık geride kaldığını düşünüyordu.Öğle yemeğini artık Mirliva olan İsmet Paşa’nın karargahında(Batı Cephesi Karargahı) yeni.Karargâh (Karacaşehir köyünde)düzenine çabucak-memnuniyetle –göz attıktan sonra akşam yine otele döndü. Daha sonra Ankara’ya dönerek  Hilal-ı Ahmer  çalışmalarına katıldı.İstememesine rağmen Hilal-ı Ahmer reisliğine seçildi (10 Nisan 1921)ve Eskişehir Hilal-ı Ahmer hastanesine hastabakıcı olarak tayin olduğundan Mayıs(2021 )sonlarında tekrar Eskişehir’e geldi.2 Haziran günü istasyondan trenden hastabakıcı üniformasıyla inerek hastaneye yürüyerek  ulaştı ve  görevine başladı.Yeni saldırılara karşı çok sayıda hastabakıcıya ihtiyaç olacağından baş hemşire ile birlikte Eskişehir halkından gönüllü hastabakıcı toplamaya başladı.akşamları  Madam Tadia'nın odasında yatmadan kitap okur, şamdanı söndürmez, dinlenir bazen de yeni  romanını yazmaya çalışırdı(Ateşten Gömlek) sokaklarda ses şada yoktu. Haziranın dokuzuncu günü hastane tıklım- tıklım dolmuştu. Artık her odayı bir koğuş haline sokmak zorunda kalmışlardı. Yunanlılar 11 tümenle  büyük saldırıya başlamıştı.9 hazirana kadar sakin bir şekilde geçen hayatı birden sokakların artan askeri hareketliliğiyle heyecanlı  ve tedirgin edici bir hal alacaktı.Bu sefer öncekilere benzemeyen yoğunlukta her yerden göç kafileleri akmaya başlamıştı.

   Sevr’i  Ankara’ya kabul ettirmek için harekete geçen Yunan ordusu  yüz bini aşkın  ordusuyla ve  ağır  toplarıyla   saldırıyı başlamıştı.Türk ordusu da yeniden Fevzi Paşa(Çakmak) eliyle teşkilatlanarak İnönü mevzilerinin kuzeyinden bir yay gibi Afyon’a kadar  7  grup komutanlığıyla (Bir kaç tümenden oluşan Kolordu’dan daha küçük kuvvetler )batı cephesi savunma hattı oluşturulmuştu.Muharebelerin 13/14 Temmuz gecesinde 12.Grubun (Miralay Halit”Deli”) savunduğu Afyon’da “Kolonkaya ,Teperoğlan-Tavşan Tepe” hattına taarruz merkezi olarak başlattılar ve Miralay Halit kendinden 7 -8   kat daha büyük üstün Yunan Kuvvetlerine karşı mevzilerini   savundu , ancak  Yunan saldırılarının bu hatta  taarruzlarına  1,5 gün dayandıktan (vaktinde takviye kuvvetler  yetişemediğinden )sonra  Seyitgazi- Akin köyü hattına çekilmek zorunda kalmıştı.Yunan ordusu 15-16 Temmuz günü ise bu sefer 4.grubun bölgesi  Kütahya ‘da Yumrukçal-Nasulçal  tepelerine yine taarruz merkezi  olarak saldırdılar.Burayı savunan 4.Tümen komutanı  Yarbay Nazım karargâhıyla pusuya düşerek  yaralı olarak taşındığı Çöğürler Şht.Miralay Nazım istasyonunda şehit olur ve naaşı Eskişehir’e getirilir.Şehit Nazım Halide hanımın görevli olduğu hastanededir artık.

Halide hanımın  görev yaptığı  Hilal-Ahmer   hastanesi  ve Bu günkü rotası (Kroki)

“NAZIMA VEDASI”

Öğleden sonra, askerî  hastanenin doktoru  hastaları kaldırmakta olduklarını belirterek Nâzım'ı görüp -görmek istemediğini   söyleyerek ,  biraz sonra Ankara'ya götürecekler ve askerî törenle kaldıracaklar. Halide E.Adıvar  Eskişehir Hastanesinde geçen  Nazım’a vedasını  “Ateşten Gömlek “ romanında  şöyle anlatmaktadır: “..Şimdi, doktorun önümüzdeki camlı kapıya neden bu kadar hayretle baktığını ve niçin hastaneyi yoklamaya geldiğini sezdim. Ben onun daha önce içeriye girmesini söyledim. Ben kapıda bekleyecektim. Kapıyı itip, ayaklarının ucuna basa basa içeriye girdi. Minimini bir bölmede, üzerinde büyük bir bayrak örtülü olan Nâzım yatıyordu. .” “..Önce ellerine baktım. Herhangi çilli bir çocuk eli, uyuyan bir çocuk gibi göğsünün üstünde... Bu ellerin kurşunla oynamış olduğunu düşündüm. Elimi elinin üstüne koyarak, bir kardeşle veda eder gibi vedalaştım ve bayrağı üzerine çektim, sonra, yalnız kalmak ve hava almak istediğimden dışarı çıktım…”

             (Solda) Şht.Yb.Nazım   ve  TBMM Reisi  M.Kemal (Atatürk) ve Miralay Halit(Deli)

Kütahya güneyi muharebelerinde Türk Savunma hattının çökmesi üzerine Mustafa Kemal paşa 17 Temmuz sabahı Trenle Eskişehir’e geldi ve buradan cephe kumandanı İsmet Paşa’yla birlikte otomobil’le Karacaşehir köyünde(Osmanlı Devletinin ilan edildiği Karacahisar kalesinin aşağı kısmı)  bulunan Karargaha hareket etti.Halide Hanım anılarında bu karargahın  büyükçe bir bahçeye bakan odasında İsmet Paşayla yemek yediğini anlatır.Neticede Milli Mücadelenin devamı için ordumuzun doğuya çekilmesi gerekiyordu bunun içinde Kütahya’daki kuvvetlerimizin  geri çekilme yolunda  kuşatılmasını önlemek için Halit Bey grubunun ölümüne direnmesi gerekiyordu.

Halit Bey birlikleri Eskişehir doğusuna Seyitgazi Hattına çekildiler.Burada Akin köyü yakınlarındaki Kesenler deresi  mevkiinde yeniden mevzilenerek  tutunmaya çalışırken bir yandan da doğuya çekilen kuvvetlerimizi takip eden kuvvetli bir Yunan Kolunu(14.Piyade alayı ile Yunan süvari tugayını) emrindeki 8,11. ve 57.Tümen birlikleriyle Ilgaz Boğazı Muharebesinde  müthiş bir darbe vurarak epeyce hırpaladı. 19/20  Temmuz 1921

Halide hanım artık Eskişehir'den çekilmek komutunun   verildiğini öğrenmiştir

19 Temmuzda İnönü Mevzii Birlikleri Eskişehir’i kuzeyden savundu.Çekilme Kararına göre Eskişehir boşaltılacak ve takipçilerle arayı açarak Sakarya doğusuna çekilinecek, bu arada ordu yeniden tanzim edilerek yeniden muharebeye hazırlanılacaktı. Mustafa Kemal Paşa Seyitgazi'ye doğru ilerleyen ve tüm Batı Cephesi Kuvvetlerinin arkasını çevirmek isteyen düşmanın durdurulmasını 12'nci Grup Komutanı Albay Halit'ten istemiştir(emretmiştir.)

Alınan karar üzerine Eskişehir hükumet teşkilatı(Mutasarrıflık memurları)  da Mihalıççık’a taşınacaktı.Ancak bu durum orduda ve halkda Balkan bozgunu görüntüleri/durumları oluşturmuş , göç kafileleri Eskişehir’den ayrılmaya başlamışlardı.

  Halide hanım Madam Tadia'nın otelindeki odasına  gittiğinde karargâhtan bir haber geldi.Haber notunda  TBMM Reisi Mustafa Kemal (Atatürk) , Halide için harekete hazır bekleyen  trenin  vagonunda bir kompartıman ayırtmış olduğunu ve saat dokuz buçukta hareket edeceklerini yazıyordu. Bu arada oteldeyken şiddetli bir patlama ile bütün camlar kırılmaya başladı. Her yerden ateş ediliyor, sokaklarda ayak sesleri işitiliyordu. Sanki Yunan ordusu şehre  girmişti,. .Madam Tadia ise  binanın  arka taraflarına Yunan uçaklarının bomba attıklarını söyledi. Halide hanımın  en büyük kaygısı, istasyonda trene konmak üzere götürülen sedyelerin bir zarara uğrama ihtimaliyle birlikte birde götürülemeyecek kadar ağır olan yaralıların durumuydu. Ondan sonraki birkaç saat içinde havaya yansımış olan yenilmenin acısı son derecesini bulmuştu. Hava saldırısından yaralanan on iki kişiyi hastaneye  getirdiler.Halide’ye göre ;  Eskişehir’de her yer hastane olmuştu.Halide hemen  hastanesine gitti ,yaralıların  birkaçı çocuktu,acıdan bağırıyorlardı. Hastanede  trene konulacak olanların hepsini hazırladılar  kımıldamaları elde olmayanları(Çok ağır yaralı olanları)  bir Türk ve bir Musevî doktorun eline bırakıldı. Genç ve tecrubesiz  hastabakıcılar panik  halde hepsinin başı elleri arasında, kapılara dayanmışlar, ağlaşıp duruyorlardı. Halide hanımı taşıyan son trene İmalat-ı Harbiye’nin bütün makine ve ekipmanları  yüklenmiş ve tren hareket edince hatlar daha önceden yerleştirilmiş  tahrip kalıplarıyla imha edilmeye başlanmıştı.Bu arada Batı cephesi karargâhıda daha doğuya Ağapınar köyüne taşınmıştı.

Eskişehir halkının Ankara’ya trenle göç etmeleri 

20 Temmuz’da Seyitgazi’yi savunan kuvvetlerimizde burada tutunamayarak Derbent köyünde toplanmaya çalışılırken ,21 Temmuzda Kütahya ve İnönü’den   geri çekilen kuvvetlerimiz de Eskişehir’in kuzeyinde  olmak üzere  iki   hat halinde toplanmışken , Yunan ordusunun Türk ordusunun ikili hattına göre bir harekat tertip etmesinin  taarruz için elverişli olabileceğini değerlendiren Batı Cephesi Komutanlığı  bir anda  Yunanlılara karşı ani taarruz  başlattıysa da  (Muttalip ve Kanlıpınar muharebeleri) püskürtüldük.19 Temmuz ‘da Eskişehire girmiş olan  Yunan kuvvetleri ile  Seyitgazi istikametinden doğuya ilerleyen  Yunan kuvvetleri Kırkız dağında kuvvetli bir şekilde mevzilenerek  Türk ordusu kuşatılma tehlikesi yeniden kuşatılma tehlikesi belirmiş  -Geri çekiliş yolunun kesilmesi - 12.grup (Miralay Halit) son müdafaasını da Kırkız dağındaki Yunan kuvvetleriyle uzaktan  (Top atış menzilinin dışından) kontrollü geçiş  yaparak diğer kuvvetlerle birlikte. Mahmudiye- Çifteler hattına çekildiler.(23/24 Temmuz1921).


Böylece   13 temmuzda 12.Grubun savunduğu  Kolonkaya(Afyon) Yunan Saldırısıyla başlayan Afyon-Kütahya-Eskişehir Muharebeleri yine 12 Grubun son müdafaayı yaptığı yer olan Kırkız dağının doğusunda  23/24 Temmuz 1921’de son bulmuştur.Batı Cephesi Karargâhı da Ağapınar’dan –Kara Tokat’a (Türkmentokat) ve oradan da Sarıköy’e (Yunus Emre)taşınarak Sakarya boylarında yapılacak muharebelere karşı hazırlıklara başlandı.Ankara’ya ulaştıktan sonra Onbaşı rütbesini takarak  Sakarya muharebelerine  iştirak etmiştir.

Halide hanım Sakarya zaferinden(13 Eylül1921) sonra  muharebeyi kaybeden Yunan ordusunun geri çekilirken köylerde yaptığı mezalimi tesbit için  Tetkik-i Mezalim heyetinin başına getirilir.(Heyette yine kendisi gibi Romancı olan Yakup kadri Karaosmanoğlu ile Yusuf Akçura  ve bir binbaşı  yer almaktaydı)Heyet Haymana ovasını ,Polatlı ve Mihalıççık-Sivrihisar bölgesinin köylerini  tarayarak  fotoğraflayıp raporlarını hazırlamışlardır. Polatlı yakınlarındaki Üzümlü ve Çekirdeksiz köyleri en fazla vahşete uğrayan köylerdi. “Düşman çekilirken her şeyi öyle bir sistematik tarzda yok etmiş, öyle taş taş üstünde bırakmamıştı ki ilk bakışta buralarda bir zamanlar oturanlar var mıydı? diye insan şüpheye düşerdi diye..”  özetleyen Halide hanım bu görevini yaklaşık 4 ay sürdürmüş , bir seferinde Amerikan yardım kuruluşunda bulunan iki kadın misyoneri  (Miss Biling ve  Allen) birlikte Sivrihisar  Mülk , Oğlakçı , Hamamkarahisar , Günyüzü ,Gecek ,Koçaş ,Babadat  ve Demirci köylerine  götürerek   mezalimi birlikte fotoğraflamışlardır. Bu kapsamda Halide hanım Sivrihisar’ın  (7) köyünde tesbit yaparak raporlamıştır. Her iki çalışmadaki anlatımlar birbiriyle örtüşmektedir.

Tetkik-i Mezalim  Heyeti ; Halide Edip, Falih Rıfkı , Mehmet Asım Eskişehir-İzmit Yolunda(Ocak-1923)

26 Ağustos’la başlayan Büyük Taarruz’la neticelenen  9 Eylül 1922’de İzmir’in geri alınmasından sonra  yine Halide Edip başkanlığında, Yunan mezalimini  tetkik heyeti kurulmuştur. Bu heyette Halide Edip’in yanı sıra daha önce Sakarya’da birlikte çalıştığı Yakup Kadri Karaosmanoğlu  ,Falih Rıfkı Atay  ve Mehmet Asım  Us’ da  iştirak etmişlerdir.  Tetkik-i Mezalim Heyeti, İzmir’den başlayarak Menemen, Manisa, Salihli, Alaşehir, Kütahya, Eskişehir rotasıyla Bursa’ya kadar Yunanlıların 2 yıla yakın işgalde tuttuğu bölgeyi tarayarak 2. bir rapor hazırlamışlardır. Heyetin üzücü tesbitlerinden ;  “Yakılan evlerinin külleri arasında bulunan kadınlar,  çocuklar, diri diri yakılan insanlar…” mezalimin boyutunu  göstermektedir. Yukarıda açıklanan 4 yazarımız “İzmir’den Bursa’ya” adlı  ortak eserlerinde  gördüklerini, duyduklarını ve izlenimlerini  anlatmışlardır. (1922).Halide Edip Adıvar Milli Mücadelemizin aydınlık yüzü olmuş , bu vesileyle Cephe hattına yakın yerlerde görev almış ve Eskişehir’e 5-6 kez gelmiştir.

                                                                                             Rifat Günday 

                                                                                             Başöğretmen-Tarih(E)


KAYNAKLAR:

1-TÜRK İSTİKLAL HARBİ II. CİLT 4. KISIM  T.C. MSB-Genel Kurmay Başkanlığı

2-TÜRKÜN ATEŞLE İMTİHANI -Kurtuluş Savaşı Anıları- Halide Edip Adıvar

3-KÜTAHYA-ESKİŞEHİR Kurtuluş Savaşı’nın Unutulan Muharebeleri –Süleyman Duman



  Makale Yayın Linki :  https://www.kirmizilar.com/halide-edip-adivarin-eskisehir-gunleri/